Hakan Şanlıtürk
Eski Başbakan merhum Mesut Yılmaz, 15 Temmuz darbe kalkışması sonrası verdiği röportajda, "Türkiye'nin artık şu darbe girişiminin izlerini temizleyip, sorumluları ortaya çıkarıp, senaryosunu çözüp yoluna bakması lazım. Türkiye'nin önünde artık ne kendisini içeriden işgal etmiş olan bir cemaatin lekesi var ne üzerinde ordunun vesayeti iddialarını haklı çıkaracak bir zafiyeti var. Türkiye'de şu anda yüzde 50 oy almış meşru olarak seçilmiş bir iktidar var. Yani AB ölçeğinde bir demokrasiye ulaşmamızın önünde yapısal bir siyasal engel kalmadı" demişti.
Mesut Bey, ülkesi için yapılan iyi hizmetlerden siyasi düşünce farklılığını umursamadan mutlu olan bir liderdi. "Siyaseti yakından izliyorum ve örneğin normal şartlarda çok daha uzun zamanda gerçekleşecek çok büyük altyapı yatırımlarının kısa sürelerde ülkeye kazandırılmasından büyük mutluluk duyuyorum. Buna karşılık, ülkenin temeli olan adalet kurumunun içine düştüğü kaostan, dış politikada sık sık yaşadığımız gereksiz krizlerden de büyük üzüntü duyuyorum" ifadeleri ona aitti.
Mesut Bey, 15 Temmuz sürecinde ülkesine sadakatini eylemleriyle orataya koyarken iktidara, yani Tayyip Erdoğan'a da yol gösteriyordu. Deneyimiyle, vizyonuyla Erdoğan'a yapılması gerekeni işaret ediyordu.
Ne mi diyordu?
Okuyalım:
"Ben Tayyip Erdoğan gibi bu darbe teşebbüsünü milat kabul ettiğimi söylemişsem eğer, onun yerinde olsam bunun arkasından atacağım adım Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni 2023 yılına artık içi tam demokrasiyle doldurulmuş bir ülke olarak taşımak olur. Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyini ben AB düzeyi olarak görüyorum. Rahmetli Özal Anavatan Partisi'ni kurduğumuzda genel merkezin açılışında deftere ‘Size göstereceğim en önemli hedef AB üyeliğidir. Bizi bu yoldan vazgeçirmek için çok tertipler yapacaklar ama bundan asla vazgeçmeyin. Vasiyetim budur' diye yazmıştı. Biz bu hedeften hiç vazgeçmemeliyiz. AB benim için Türkiye'yi demokrasiye dönüştürmenin yoludur. Biz 2023'te AB düzeyine çıkalım, onlar bizi referandumda kabul etmeyip rahmetli Erbakan'ı haklı çıkarsınlar. Demokratik bir İslam ülkesini sırf dininden dolayı AB'ye kabul etmemiş olsunlar. Kendi çok kültürlü medeniyet prensipleriyle ters düşsünler. Bunu başaracak Tayyip Erdoğan Türkiye'nin De Gaulle'ü gibi olur. Ama Tayyip Bey öbür yola girerse neler olacağını düşünmek bile istemiyorum."
Malesef, ilerleyen zaman diliminde Yılmaz'ın endişe ettiği yola girildi. Türkiye adeta tek kişinin yönettiği bir ülke haline dönerken, hukuk skandalları da peşinden geldi. AB ile ilişkiler koptu. Ve Türkiye modern dünya değerlerinden 3. dünya ülkeleri normlarına kaydı. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın uygulanmadığı bir ülke düşününce ne demek istediğim daha net görülüyordur herhalde....
Bu mevzuyu neden açtım?
Sebebi şu:
AB ve Türkiye uzun bir aradan sonra sıcak sayılacak bir temas kurdu. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, Brüksel'e davet edildi. Hakan Fidan, Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanlarının Gymnich adı verilen gayri resmi toplantısına katıldı. Beş yıl sonra ilk kez Türkiye Dışişleri Bakanı bu toplantıya davet edildi. AB, D. Akdeniz’de yaşanan gerilimler nedeniyle 2019’da Ankara ile ilişkilerde diyaloğu sınırlama kararı almıştı ve o tarihten bu yana Türkiye Dışişleri Bakanı, Gymnich’deki toplantıya davet edilmiyordu.
Bakan Fidan, AB ve Türkiye arasındaki bu temasda, “İki başlığı detaylı biçimde ele alma imkanı bulduk. Birincisi, Türkiye-AB ilişkilerini kurumsal olarak nasıl ileri götürebileceğimiz meselesi. İkincisi, küresel ve bölgesel konularda Türkiye ve AB arasında nasıl bir iş birliği geliştirilebilir” dedi.
Fidan'ın, "AB üyeliği, Türkiye için stratejik bir hedef” demesi önemli bir açıklamadır. Merhum Başbakanımız Mesut Yılmaz'ın yıllar önce Türkiye'nin önüne koyduğu AB vizyonunun çok geç de olsa AKP iktidarı tarafından sahiplenilmesinin altını çizmek gerekir.
Zira Fidan'ın da belirttiği gibi, “Avrupa Birliği de aynı şekilde müspet bir yaklaşım sergilerse, bu herkesin menfaatine olacaktır.”
Brüksel’den yapılan davet, 'AB’nin diyalog arayışı' olarak değerlendirilebilir. Bu diyaloğa Türkiye'nin de şiddetle ihtiyacı var. Çünkü kopukluk ne Türkiye'ye ne de AB'ye fayda sağlamıyor. Kanaatime göre iki taraf da dünyanın geçmekte olduğu çalkantılı dönemde birbirine muhtaç. Her iki taraf da hatalarından ders alırsa sağlıklı bir dönem başlayabilir. Mesela; AB'nin Türkiye'nin tam üyelik talebini objektif bir bakış açısıyla değerlendirerek kabul etmesi, Avrupa tarafının düzeltmesi gereken kusuru. Bizim ise, hukuk ve insan hakları alanlarındaki zaaflarımızı ortadan kaldırmamız gerekiyor.
Türkiye ve AB arasında başlayan yeni balayının mutlu sonuçlanmasını temenni ediyorum.
Yine Mesut Bey'le bitirelim. Türkiye'nin sosyal yapısını ne güzel özetlemişti:
"Türkiye sadece fiziki ve coğrafi olarak değil sosyal yapı olarak da deprem fayları üzerinde olan bir ülke. Bizim sadece altımızdan geçmiyor deprem fayları, üstümüzden de bizi ayıran etnik, mezhepsel, yaşam tarzı, kültürel farklar gibi çok fazla fay geçiyor. Bana göre Türkiye'de siyasetçinin öncelikli görevi bu faylara rağmen Türkiye'yi bir arada tutmak olmalı. Ama bizim dışımızdaki hiçbir siyasi partinin bu farklılıkları gidermek için çaba harcadığına hiç emin değilim..."
NOT: 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. Atatürk ve silah arkadaşlarını rahmet ve minnetle anıyorum