“Devletin güvenliği” ve “stratejik menfaatler” gerekçesiyle önerilen yeni yasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal esaslarını ve demokratik yapısını zayıflatma tehlikesi içeriyor. Bu düzenleme, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanan Türkiye’nin temel karakterini etkisiz hale getirebilir ve halkın iradesini, ifade özgürlüğünü tehdit eden ciddi riskler barındırıyor.

Yusuf Kanlı

Türkiye Cumhuriyeti’nin 101. yıl dönümünü kutladığımız bugünlerde, Anayasa’nın ilk üç maddesi ile garanti altına alınmış “demokratik, sosyal bir hukuk devleti” ilkesi ciddi tehdit altındadır. Bu üç madde, anayasal düzenin temel taşlarını oluşturur ve Anayasa’ya göre değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Ancak 18 Ekim’de Meclis’e sunulan “Noterlik Kanunu ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” ile Türkiye’nin bu temel nitelikleri doğrudan hedef alınmaktadır. Torba yasanın 16. maddesi, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti kimliğini zayıflatacak ve ifade özgürlüğü gibi vazgeçilmez hakları yok edebilecek niteliktedir.

Teklifte, “etki casusluğu” olarak adlandırılan yeni bir suç tanımı yapılmıştır. Bu düzenlemede “devletin güvenliği” ve “siyasal yararlar” gibi soyut kavramlar öne sürülerek, vatandaşların anayasal haklarının ve demokratik denetim görevlerinin önüne set çekilmek istenmektedir. Özellikle “siyasal yarar” kavramının net bir hukuki tanımı bulunmamaktadır; bu ise iktidarın çıkarlarını “devlet menfaati” adı altında koruma amacı güden bir kalkan haline getirilmektedir. Böylelikle, iktidarın eleştiriden uzak tutulması için yeni bir engel yaratılmış olmaktadır.
 
Anayasal ilkeler tehdit altında
 
Anayasa’nın ilk üç maddesi ile güvence altına alınan “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” tanımı, bu yeni yasa teklifi ile ciddi bir risk altına girmektedir. Önerilen düzenleme, devletin “siyasal yararları” bahanesiyle halk egemenliğine dayalı demokratik yapının zayıflamasına yol açabilir. Anayasa Mahkemesi’nin önceki kararlarında da vurguladığı gibi, hukuki güvenlik ve kanunların belirginliği ilkesi, demokratik toplumlar için vazgeçilmezdir. Bu ilkeler, vatandaşların devlet karşısında güvende hissetmelerini ve haklarını koruma altına almalarını sağlar.

Ancak yasa teklifi, devletin güvenliği ve siyasal yararlar gibi muğlak ifadelerle bireylerin özgürlük alanını daraltmakta, devletin halk iradesine dayalı yönetim ilkesini sarsmaktadır. “Devletin güvenliği” başlığı altında gizlenen siyasal yarar kavramı, aslında mevcut iktidarın siyasi çıkarlarını koruma amacını taşımaktadır. Bu ise anayasal düzenin temelini oluşturan demokratik hukuk devleti ilkesine ters düşen ve halk iradesine dayalı yönetim anlayışına karşı bir hamledir.
 
Suç ve cezada belirginlik ilkesine aykırılık
 
Teklif edilen bu düzenleme, hukukun en temel ilkelerinden biri olan suçta ve cezada belirginlik ilkesine aykırıdır. Anayasa Mahkemesi, suçların ve cezaların kanunda açıkça tanımlanmış olması gerektiğini birçok kez ifade etmiştir. Ancak yasa teklifinde yer alan “devletin güvenliği” ve “stratejik çıkarlar” gibi soyut ifadeler, bireylerin hangi eylemlerinin suç sayılabileceğini önceden tahmin etmelerini zorlaştırmaktadır.

Bu belirsizlik, keyfi uygulamalara alan açmakta ve hukuk devleti ilkesini ciddi şekilde zedelemektedir. Suçların ve cezaların bu kadar belirsiz tanımlarla düzenlenmesi, vatandaşların devlete duyduğu güveni sarsarken, ifade özgürlüğünü ve haber alma hakkını da baskı altına alacaktır. Bireyler, herhangi bir davranışlarının bu belirsiz gerekçelerle suç sayılabileceğinden endişe ederek, kamu yararına bilgi edinmekten ve paylaşmaktan çekinebilir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “caydırıcı etki” olarak tanımladığı bir risk yaratmaktadır.
 
Halkın egemenliğinden devletin stratejik çıkarlarına kayış

Teklifte dikkat çeken bir diğer kaygı verici unsur ise, “devletin stratejik çıkarları doğrultusunda” ifadesidir. Bu tanımlama, halkın egemenliğinden uzaklaşılarak, devletin stratejik çıkarlarını ön plana almaya yönelik bir anlayışa kapı aralamaktadır. Ancak bu stratejik çıkarların ne şekilde tanımlanacağı açık değildir. Hangi durumların devletin stratejik çıkarları için tehdit oluşturduğu yargı organlarına geniş bir takdir yetkisi vererek, keyfi kararların önünü açabilir.

Bu belirsizlik ve tasarının yoruma açık olması özellikle gazetecileri doğrudan hedef alabilir. Kamu yararına bilgi aktarmak isteyen gazeteciler, yaptıkları haberlerin “devletin stratejik çıkarlarına aykırı” olarak değerlendirilmesinden korkarak kendilerini sansürlemek zorunda kalabilirler. Bu ise halkın bilgiye erişim hakkının ciddi şekilde engellenmesine yol açacaktır. İfade özgürlüğünün baskı altında tutulduğu bir toplumda demokrasinin temel direkleri zayıflayacak, halk egemenliğine dayalı yönetim anlayışı sarsılacaktır.
 
Demokrasiye müdahale ve kamu güveninde erozyon
 
Türkiye’nin demokratik hukuk devleti yapısını tehdit eden bu yasa düzenlemesi, halkın devletle kurduğu güven ilişkisinin de zarar görmesine yol açacaktır. Özellikle 6 Şubat depreminde, devlet kurumlarının yetersiz kaldığı durumlarda sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya üzerinden örgütlenen bireylerin yardımları öne çıkmıştı. Bu süreç, devlete duyulan güvenin sarsıldığını ve demokratik denetimin eksikliğini ortaya koymuştur. Ancak “etki casusluğu” gibi düzenlemeler, demokratik denetimi zayıflatarak kamu güveninin daha da azalmasına neden olacaktır.

Demokratik toplumlar, vatandaşların devlete duyduğu güven üzerine kurulu olarak işler. Ancak bu yasa ile devlet, halkın güvenini değil, iktidarın siyasi çıkarlarını koruma çabasında görünmektedir. Bu durum, vatandaşların devlete olan güveninin zedelenmesine yol açarak, demokrasinin temellerinin aşınmasına neden olacaktır.

Atatürk’ün “hürriyetçi siyasi demokrasi” tanımına göre Türkiye Cumhuriyeti, halkın iradesine dayanan bir yönetim ve özgürlükçü bir demokrasi üzerine inşa edilmelidir. Bu yasa teklifi, halkın egemenliğine dayalı bu yönetim anlayışına karşı bir müdahale niteliği taşımaktadır. Türkiye’nin hukuk devleti niteliğini koruyabilmesi için, bireylerin özgürlük alanlarını daraltan bu tür düzenlemelere karşı durulmalı; hukukun üstünlüğü, demokratik değerler ve anayasal haklar korunmalıdır.

Anayasal düzenin temelini oluşturan demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesi, böylesi düzenlemelerle işlevsiz hale getirilemez. Türkiye Cumhuriyeti, özgürlükçü bir demokrasiden uzaklaştırılmamalı; halk iradesine ve ifade özgürlüğüne dayalı bir yönetim anlayışıyla geleceğe taşınmalıdır.
 
Demokrasi ve Anayasa için güçlü bir savunma gereklidir
 
Çok kısa sürede, tüm uyarılara rağmen, yasalaşması öngörülen bu tasarı, anayasal düzene parlamenter çoğunluk eliyle yapılmış bir darbe niteliğindedir. Anayasa’nın ilk üç maddesinde güvence altına alınan demokratik hukuk devleti tanımı, bu yasa teklifi ile aşındırılmakta ve işlevsiz hale getirilmektedir. Türkiye, halk iradesine dayalı bir hukuk devleti olmaktan uzaklaştırılarak, siyasi çıkarlar doğrultusunda şekillendirilen bir yapıya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Bu yasa teklifi, Türkiye’nin demokratik temellerine doğrudan bir müdahaledir. Siyasi görüşü ne olursa olsun tüm siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar, demokratik hak ve özgürlüklerini savunmak adına hukukun üstünlüğüne ve anayasal düzene sahip çıkmalı ve bu yasa tasarısının geri çekilmesini talep etmelidir.