Burada, ‘24 Saat’ Gazetesinde yazı yazmaya karar verdiğimde eşim:
“Bak Ergin, senden rica ediyorum, siyasi eleştiri falan yazma!
Avuç avuç ilaç kullanıyorsun.. Evden bir gün ayrılacak durumda değilsin. Doktor asla gerginlik yaşamaman konusunda uyardı..”
“Saçmalama! Daha önce yazdığım gazetede siyaset yazdım mı? (Bir süre Anayurt Gazetesinde köşe yazıları yazmıştım.)
Bana gelinceye kadar siyaset yazacak yüz tane adam var.. Televizyonda elli kanaldan siyaset fışkırıyor zaten..
Anlamadığım konuda niye yazayım ki?”
(Anlamamakla alakası yok tabii.. Seçilen bir milletvekilinin, daha seçildiği gün hangi partiye transfer olacağını size söyleyebilirim. Yakın çevreme de sorabilirsiniz…)
Sanat yazarım, kültür yazarım, toplumu yazarım, felsefe yazarım, aşkı, ölümü yazarım…
Bana konu mu yok…
Bu düşüncelerle oturdum,  başlığımı attım ve başladım yazmaya:
“AŞKLARIN BİTTİĞİ BİR YER Mİ VAR?”
 “İlişkiler… Çok önemli.. Nasıl başlıyor, nasıl bitiyor? Nerelerde hata yapıyoruz?
Hadi gelin bir aşkın anatomisini çıkaralım;”
Bu arada televizyonum açık ve bir son dakika haberi:
“Bolu Kartalkaya’da ölü sayısı 10’a yükseldi..”
Havamdan çıkmamaya çalışarak ısrarla yazmaya devam ettim:
“Canlıların hayatını yönlendiren dört temel iç güdü vardır..
Bunları en güçlüden en zayıfa doğru sıralayalım:
Annelik, bir canlıyı tetikleyen en güçlü içgüdüdür.
Sonra susuzluk gelir. Sonra açlık, ve en sonunda da cinsel içgüdü..
Duygularımızı da çoğu kez bu içgüdüler şekillendirip yönlendirir.”
Televizyonda başka bir haber:
“Sivas’ta bir otelde de patlama meydana geldi, Kayak öğretmenleri yaralandı, yüzleri ve vücutları yanan yaralılar ambulans helikopterle hastaneye kaldırıldı…”
“Ergin! Bitir şu yazını Allahaşkına…
Ne yazıyordum ben? Hah! Tamam aşkın kimyasından bahsedip oradan duygulara atlayacaktım..
“Aşkın kaynağı aslında bu temel içgüdülerle ve hormonlarımızla yakından ilgilidir..”
Ve bu kimya duygularımıza güçlü bir biçimde yön verir…
Bu arada Televizyondan bir haber daha:
“Zafer Partisi Başkanı Profesör Ümit Özdağ yaptığı bir konuşma nedeniyle gözaltına alındı!”
Ne? Hem de bir parti başkanı! Ne oluyor yahu?”
Ben yazımı bitirmeye çalıştıkça Televizyon haber bombalamaya devam ediyor…
Ergin! Ne olur bulaşma bunlara! Şu yazını bitir, oturup rahat rahat izlersin.
İşin kötüsü merakımdan televizyonu da kapatamıyorum.. Bu defa hiç yazamam!
Suya dalmış bir dalgıcın nefesini tutması gibi, yazacaklarımı güç bela zihnimde tutarak, kendimle bir yazma disiplini savaşına giriyorum:
“Aşk duygularımızın bir ürünüdür ama ‘akıl’ denen şeytan oracıkta beklemektedir.
Duygularınız, sevgilinizin pürüzsüz, olağanüstü resmini çizer zihninize;
Oysa aklınız ve mantığınız bu aşkın kusurlarını tek tek sıralamakla meşguldür.
Böylece aklınızla duygularınız arasındaki savaş başlar!
Önceleri bu savaşın güçlü tarafı duygulardır…..”
Televizyon bir ‘son dakika’ haberi girdi:
“Partisini değiştiren falanca milletvekili “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” dedi.”
“Vay be” dedim içimden.. Nasıl bir vatan sevgisidir bu.. Vatanı için kendisini feda edebiliyor…
Aman bana ne be! ben yazıma döneyim:
“Aklınızın uyarıları, görüp duyduklarınız ve yaşadıklarınızdan sonra; başınızın üzerindeki pembe bulutların yerini siyah ve fırtınalı bir gökyüzü almaya başlar…”
Televizyon yayını durdurdu:
Sayın seyircilerimiz İçişleri Bakanımız ne yazık ki ölü sayısını 66 olarak açıkladı.
Kalktım bilgisayarın başından..
“Kes şu saçmalığı Ergin! Ne aşkı, ne duygusu? İnsanlar, çocuklar diri diri yanıyor orada! Kendine mi küfür ettireceksin?”
Ve düşünmeye başladım:
“Yangın merdiveninden kaçamamışlar mı? Yangın söndürme tüpü yok muymuş?
“Her yer kar zaten..  Yangın mı çıkacak? Bir şey olmaz!”
Tıpkı Rize’de dere yatağına ev yapanlar gibi.. “Bir şey olmaz!”
Sebzelerde aşırı kullanılan kimyasallar: “Bir şey olmaz!”
Kırmızı ışık ihlali, aşırı sürat, bakımsız otomobil… “Bir şey olmaz…”
Gözüm televizyona daldı; baktım yanan otelin arka tarafında kayak yapmaya devam eden vatandaşlar:
Sordum kendi kendime: “İNSANLIĞIN BİTTİĞİ BİR YER Mİ VAR?”