Sanat ve sanatçılar, hayatı renklendirir, güzelleştirir, insanı gülümsetir.
O yüzden de magazin programlarının vazgeçilmez malzemeleridir.
Hep şunu iddia ettim;
İnsanların hayatını vıcık vıcık etmeden,
“Kim kimle çıkıyor, kim kimden ayrılıyor” demeden,
Gereksiz birçok insanı,  gereksiz yere havaya sokmadan da magazin yapılabilir.
Saçlarına dolardan bigudi sarıp,
Seviyesiz zenginlik gösterileri yapıp,
Ahlaki değerleri hiçe sayıp;
Ne yazık ki toplumun seviyesini, kendi seviyelerine indiren bu insanlar sanatçı kategorisine sokuldular.
 Bu tuzağa düşmeden, gerçek sanatçıların ışıltılı dünyasına girip biraz gülümseyebiliriz.
Ben bugün size biraz bunu yapmaya çalışacağım..
Ünlü ritim Sanatçısı Hüseyin İleri, Aşağı Ayrancı’dan komşumdu.
Her sabah arabamla Ankara Radyosu’na giderken, Servis bekleyen Hüseyin abiyi de alırdım.
Ne yazık ki son zamanlarda Hüseyin abi, kendi sanatçı kimliğiyle değil de Mustafa Sandal’ın dedesi olarak tanınıyordu.
O yüzden Hüseyin abi’ye Mustafa Sandal’ı hiç sormazdım.
Ankara’nın buz gibi soğuğunda,  arabanın sıcacık havasına uyan  Hüseyin abi de ortamı hemen ısıtırdı..
Hergün Radyo’ya giderken aynı oyunu oynardık:
Ben Laurel olurdum, o Hardy; Sabah sohbetimizi Lorel ve Hardi olarak yapardık.
“Oh Stanley, soğuktan burnum dondu, ben bu donmuş parmaklarla dümbeleğe nasıl vuracağım şimdi?”
Hayat dolu, neşe dolu, o yaşına rağmen kıpır kıpır bir insandı..
Bir gün ciddi bir konuşma geçti aramızda:
“Stanley, sen TRT’ye gelmeden önce ne iş yapıyordun?”
“Psikoloji, Felsefe öğretmenliği yapıyordum Hüseyin abi..”
“Ulan Ergin bunu daha önce söyleseydin ya!.. Ben sana bir şey danışmak istiyorum..”
“Estağfurullah Hüseyin abi, bildiğim bir konuysa..”
“Ergin ben ölmekten çok korkuyorum. Sürekli ölümü düşünüyorum.. Nasıl kurtulabilirim bu duygudan?”
“Hüseyin abi bundan kurtulmanın çok basit ve kesin bir çözümü var..”
“Neymiş o?”
“Ölmek Hüseyin abi..”
“Bak Hüseyin abi; Sen de, ben de biliyoruz ki, hiçbir uçak sonsuza kadar havada kalmaz.
Ne kadar direnirse dirensin; benzini bitince tarlaya, dağa, taşa iner, ama yine de iner.
Uçağın ve yolcularının bir hedefi, bir amacı var; Gitmek istediği yere varmak.
Asıl önemli olan budur.
Sen çok şanslısın Hüseyin abi;
Çünkü sen hiç ölmeyeceksin..
Senin uçağın indiğinde, herkes,  darbukana okşarcasına indirdiğin parmak darbelerinden söz edecek.. 
Her şarkıyı anlatırken “Ritİm saz; Hüseyin İleri” diyecekler..
“Haklısın Stanley” dedi. 
Ben tekrar Stanley olduğuma göre, cevap Hüseyin abiyi tatmin etmişti demek ki.
Huzur içinde, nur içinde uyusun.
….
Özay Gönlüm…
Abim gibiydi.. 
İnsanlar onun bir çift sohbetini dinleyebilmek için işi gücü bırakırdı..
Bu hadiseyi de o nakletti:
Bir gün Ankara Radyosu’ndan bir uçak dolusu Sanatçı konserler vermek üzere Avustralya’ya uçuyordu.
Uçakta Özay Gönlüm,  Yaşar Özel, Kutlu Payaslı yan yana oturuyordu.
Bilenler bilirler,  ‘Common Wealth’ (İngiliz Uluslar Topluluğu) ülkelerine uçan uçaklarda, inişe birkaç saat kala bir anket formu dağıtırlar.
Bu formda  milliyetiniz, kimlik bilgileriniz, mesleğiniz, buna benzer şeyler sorulurdu.
Malum Kutlu Payaslı cin gibidir, eline düşen kolay kolay kurtulamaz..
Yaşar Özel de bir kelime İngilizce bilmiyor;
Yaşar Özel o davudi sesiyle:
“Ya Kutlu’cum burada ‘Name’, ‘Surname’ diye bir şeyler yazıyor, bu neyin namesi?”
Bak Yaşar’cım, sen boş ver şimdi nameyi, surnameyi, benim yazdıklarıma bak, aynısını kağıdına geçir.
Yalnız “Kutlu, Payaslı “ gördüğün yere kendi ismini yazacaksın…”
Kağıtta “Ocupation” (Mesleği) sorusuna Kutlu Payaslı ‘Singer’ (Sanatçı, Müzisyen) yazıyor.
“Ya Kutlu’cum bu singer nedir?”
“Vallahi anlamadım Yaşar.. Evdeki dikiş makinesinin markasını sormuşlar… 
Aman aynısını yazma!  Bizi komünist ülke sanırlar.. Sen de başka bir marka  yaz..”
Yaşar Özel de o kısma “Zetina” yazıyor…
Herhalde Avustralyalılar bu mesleği çok araştırmışlardır…
Kutlu abi yaşıyor, Allah uzun ömürler versin.
Özay Gönlüm’e, Yaşar Özel’e rahmet diliyorum.
Bakın kimsenin çamaşırlarını deşelemeden de magazin yapılabiliyormuş…