15 Aralık 2024 Pazar günü "Ankara'lı Turgut" olarak tanıdığımız, ses sanatçısı Turgut Karataş'ı kaybettik.

Ergin Erenoğlu

TRT'de bir süre Çok Sesli Müzikler Müdürlüğü yaptığımı da göz önüne alırsak, bu sanatçıya ilgimin sebebini sorgulayabilirsiniz;
"Eğer bir olay, olgu, insan, sanatçı ya da müzisyen; toplumun önemli bir bölümünün ilgi alanı içindeyse: gazetecinin de analiz etmesi gereken bir konu olmalıdır" diye düşünüyorum.
Ankara'lı Turgut bir müzik türünün öncülerinden biriydi.
Neydi bu müzik türü?
Arabesk değildi!
Ama Türk Halk Müziği de değildi..
Daha doğrusu Türk Halk Müziğinin ezgilerinin otantik formundan çıkarılarak, daha çok da elektro saz eşliğinde deforme edilmiş biçimiydi..
Özellikle akademik olarak bu işe kafa yoran müzik insanları bu tür müziklere sinir oluyordu, hatta nefretle söz ediyordu.
O yüzden, bu müzik türünün hangi kategoride değerlendirilmesi gerektiğini, bu işten gerçekten anlayan sanat akademisyenlerine bırakıyorum.
Ben bu müzik türüne biraz da mizahi olarak: "Lümpen Proletaryanın Müziği" diyordum.
Evet Türk Halk Müziğinin formu,  ritm ve armonileri deforme edilerek kullanılıyordu ama, asıl deforme edilen şarkıların sözleri, yani sizin anlayacağınız: katledilen TÜRKÇE'ydi..
Şarkıların sözlerindeki kelimeler lastik gibi çekilerek cinsel çağrışımlar yaratılıyordu.
Ama yine sözümün başına dönüyorum; Bu müzik toplumda oldukça önemli bir kesimi sarıp sarmalıyordu.
Kimdi bunlar?
Bu müziği talep eden kesimin belirgin bir takım toplumsal özellikleri, toplumun diğer kesimlerinden keskin bir çizgiyle ayrılıyordu.
Büyük kentlere taşradan gelerek kentin kenar mahallelerinde ikamet ediyorlardı.
Genel olarak yüksek bir eğitim ve kültür seviyesine sahip değildiler.
Genellikle fiziki güçlerini kullanarak çalışıyorlardı. Ya da el zanaatı erbabıydılar.
Oldukça duygusal ve vicdan sahibiydiler.
Elbette gelir seviyeleri düşük, ama bir o kadar da dürüsttüler.
Geleneksel ahlak anlayışına sahip olmakla birlikte çok da muhafazakar değildiler.
Kısaca bu müziği hayatlarının bir özeti olarak kabul ediyorlardı.
Bunu niye önemsiyorum biliyor musunuz?
Bu müzik toplumun iki önemli, iki büyük kesiminin birbirinden kopuşunun, gittikçe birbirinden ayrılmasının simgesiydi.
Kendisini daha entelektüel olarak tanımlayan, biraz da üst gelir seviyesine sahip diğer toplum katmanı;
Tarihte olduğu gibi: -eğer Türk Sanat Musikisi dinliyorsa- bunu formlarına, usullerine, ölçülerine göre söylemeye, dinlemeye özen gösteriyordu.
Ya da evrensel müzik türlerine; klasik batı müziğine, rock, caz vb. türlerine yöneliyordu.
Bu iki farklı toplum katmanı, birbirlerinin dinlediği müziği küçümseyici ifadelerle adlandırıyordu:
Entelektüel kesim şarkı ayırt etmeksizin "arabesk tayfası" ifadesi kullanırken, gariban kesim 'Ankaralı Turgut' üslubuyla "Mozart, zart zurt, biz anlamayız hemşerim" türünde nitelemeler kullanıyorlardı.
Hepimiz biliyoruz ki Müzik insanın ruhunu yüceltir, onu güzel duygularla donatır. tabiri caizse "insanı insan yapar!"
Bu edinimleri her iki taraf da kendi müzik türlerinde rahatça bulabiliyordu..
Duyguları hareketlenen genç bir oto sanayi ustası, bir mobilyacı çırağı; hayalindeki sevgilisinin yüzünü, ona hissettiği arzuları, bu şarkıların kelimelerinde adeta gözleriyle görür, kalbi yanar tutuşurdu.
Tıpkı Bedrich Smetana'nın "Vatanım"  adlı senfonik serenadını (Moldau Uvertürü) gurbette dinleyen bir Avrupalı'nın vatan hasretiyle yanıp tutuşması gibi.
Aslında yaşanan duygular birbirinin aynı ama birbirinden o kadar uzak ki...
Ha beyaz tenli, kırmızı dudaklı; bir kenar mahalle  düğününde elektro sazın ritmiyle, cilve dolu bakışlarıyla dans ederken tamirci çırağının gözlerine kilitlenen kenar mahalle dilberi Ayten,
Ha da bir balo salonunda Shosthakovich'in iki Numaralı valsiyle hüzünlü bakışlarını Rus Yüzbaşının kalbine saplayan Anna Skladovska Karenina gibi...
Her nasıl bir müzik tür olursa olsun, toplumun önemli bir kısmının duygularına dokunabiliyorsa
ben onun üzerine düşünür, kendimce analizini yapmaya çalışırım.
Tabii ki eğer Türk Halk Müziği dinleyeceksem kendi tercihim; bunun en otantik biçimidir.
Hacı Taşan'dır, Muharrem Ertaş'tır (Neşet Ertaş'ın babası)
Mehmet Seske'dir, Özay Gönlüm'dür.. 
Bir tek sözleri gözlerimin dolmasına yeter de artar bile...
"Aşağıdan gelir gelinin göçü,
Gelin mi ettiler canımın içi..."
Ankaralı Turgut öldü...
Altmış bir yaşında...
21. yüzyıl  için oldukça kısa bir ömür...
Uykusuz, sigara, alkol kokusuyla yüklü gecelerin yıprattığı bir hayat...
Bir elektro sazın tellerine ustaca vurulan darbeler;
O darbelerden fırlayan okların kanattığı yürekler... 
Beş kuruşsuz bir final...
"Tek Ricam elimde kalan bir tek bu sazımın müzeye konması..."
Huzur içinde uyu Angaralı Turgut...