Liderler masaya otururken, ABD’nin askeri hamleleri ve adadaki silahlanma yarışı barış umutlarını baltalıyor. Kıbrıs sorununa çözüm hayali bir ütopya mı, yoksa iki toplum için hâlâ bir ortak gelecek mümkün mü?
Kıbrıs’ta siyasetin seyir defterine yeni bir sayfa açılıyor; açılan bu sayfanın içerik itibariyle eski bir hikâyenin tekrarı mı, yoksa yeni bir masalın başlangıcı mı olduğuna ise taraflar karar verecek. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Rum lider Nikos Hristodulidis, BM temsilcisi Colin Stewart’ın ara bölgedeki konutunda bir araya gelecek. Gündem mi? Geçiş kapıları, seyahat kolaylıkları ve Lefkoşa’daki ikinci bir araçlı geçiş kapısı… Evet, doğru duydunuz; 2025 yılındayız ve hâlâ geçiş kapılarını konuşuyoruz. Mars’a koloni kurma planları yapılırken, biz hâlâ bu küçük Akdeniz adasında insanlar nasıl karşıdan karşıya geçecek diye tartışıyoruz.
Bu yazı Pazar günü kaleme alındığından liderlerin Pazartesi günkü buluşmasının sonucunu yazabilmek maalesef mümkün değil. Ancak fazla ümitli bir sonuç beklenmemesi gerektiğini peşinen kabul edersek hayal kırıklığını da engelleriz.
Geçiş kapılarında büyük siyaset arayışı
Kıbrıs Türk tarafı, Lefkoşa’daki trafik sıkışıklığını rahatlatmak için Haspolat’ta yeni bir geçiş kapısı açmayı öneriyor. Rum tarafı ise “Bizim de önerimiz var,” diyerek farklı yerlerde ama sadece Rum halkının ulaşım sorunlarını rahatlatma amaçlı kapılar açılmasını istiyor. Mesele bu kadar basit olsa ne âlâ. Ama elbette bu, sadece bir “kapı açma” meselesi değil. Her kapı, iki toplum arasında kimin daha fazla söz sahibi olduğunu ve kimin çözüm önerilerinin masada daha güçlü şekilde yer bulacağını gösteren birer sembol hâline gelmiş durumda.
Haspolat’taki öneriyi neden kabul etmiyorlar? Çünkü o kapı, Türk tarafının “hakimiyet” sembolü olarak görülüyor. Rumların önerdiği kapılar mı? Onlar da aynı mantıkla “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin egemenliğini pekiştirecek birer siyasi simge.
Sonuç: İki toplum lideri, bir masa etrafında saatlerce konuşacak ama kimse gerçek meseleyi dile getirmeyecek. Çünkü geçiş kapıları, aslında buzdağının sadece görünen yüzü.
Cenevre'ye davet: Bir hayal mi, bir tuzak mı?
Mart ayında BM, iki lideri Cenevre’de bir araya getirmeyi planlıyor. Taraflara davet mektupları gitti. Sözde hedef, federasyon temelli bir çözüm. Ama bu noktada sormamız gereken sorular var: BM neden hâlâ federasyon ısrarında? BM Genel Sekreteri’nin daha yaratıcı bir çözüm modeli sunmasını beklemek saflık mı olur? Annan Planı’ndan sonra geçen yıllar boyunca, federasyon temelli çözüm umudunun bir hayalden ibaret olduğu defalarca kanıtlanmadı mı?
Rum liderliği, federasyon fikrini masada tutarak yalnızca zaman kazanıyor. Gerçek hedefleri, adanın tamamını bir “Kıbrıs Cumhuriyeti” çatısı altında birleştirmek. Bu sırada, Kıbrıs Türk tarafı “iki devletli çözüm” önerisini tekrarlıyor. Ama gerçekçi olmak gerekirse, ne federasyon ne de iki devletli çözüm yakın gelecekte gerçekleşecek gibi duruyor.
Kim daha büyük tehdit?
Bu arada, Kıbrıs’taki siyasi atmosfer, silahlanma yarışıyla daha da karmaşık hâle geliyor. Rum lider Hristodulidis, ABD ile askeri anlaşmalar imzalayarak adayı bir üs hâline getirme yolunda hızla ilerliyor. Amerika, “savunma” adı altında Rumlara silah satıyor, eğitim veriyor ve ekipman sağlıyor. Rum tarafı, bu hamlelerin “barış ve güvenlik” için olduğunu savunsa da, aslında Ortadoğu’dan Akdeniz’e yayılan bir kriz senaryosunun başlangıcını yazıyor olabilirler.
KKTC ve Türkiye ise, doğal olarak, mütekabiliyet politikasından vazgeçmiyor. Rum tarafının her askeri hamlesine bir karşılık verileceği kesin. Bu bağlamda, Geçitkale’nin insansız hava aracı üssü olarak kullanılmaya başlanması bir tesadüf değil. Türkiye’nin, kuzeyde bir deniz üssü kurma planları da yakında masaya gelebilir.
Peki ya bu silahlanma yarışı kime yarar? Kesinlikle barışa değil. Aksine, Kıbrıs’ı bir savaş bölgesine çevirme riski taşıyor. Rum tarafının ABD’ye yanaşma stratejisi adadaki iki toplumu bir araya getirmek yerine daha da uzaklaştırıyor.
ABD kurtarıcı mı, provokatör mü?
Rum liderliğinin ABD ile yaptığı anlaşmalar, Kıbrıs’ı Ortadoğu’daki bir ABD üssü hâline getirme potansiyeline sahip. Bu durum ABD’nin bölgedeki çıkarları ve özellikle İsrail politikası açısından anlamlı elbette ancak ada halklarının sorunlarını gidermede, hele barış için, bir katkısı olabilir mi? Uluslararası askeri malzeme satışlarından fazla savunma malzemesi teminine kadar birçok başlıkta imzalanan bu anlaşmalar, barış ve güvenlik vaat etmekten çok uzak.
Rum liderliği, Türkiye’yi bir tehdit olarak göstererek ABD’ye yanaşıyor. Ancak bu politika, adanın güvenliğini artırmak yerine, yeni krizlere zemin hazırlıyor. Çünkü ABD’nin askeri varlığı, yalnızca Kıbrıs Türklerini değil, aynı zamanda Rum halkını da risk altına sokuyor. ABD’nin Ortadoğu politikalarındaki başarısızlıkları göz önüne alındığında, Kıbrıs’taki bu hamlelerin de benzer bir felakete yol açması olası.
Masada iki farklı dünya
İki lider arasındaki görüşmelere dönersek, tablo oldukça net: Masada bir araya gelen iki lider, aslında farklı dünyaların temsilcileri. Hristodulidis, Kıbrıslı Türkleri adanın eşit halkı olarak görmekten uzak bir politika izliyor. Tatar ise, iki devletli çözüm dışında bir seçenek olmadığını savunuyor.
Ancak, Hristodulidis’in “kurtarıcı” rolüyle ABD’ye yanaşması, adadaki çözüm umutlarını tamamen ortadan kaldırıyor. ABD’nin silahları ve askerleri, Kıbrıs’ın barış sürecine katkı sunmayacak; aksine, iki toplumu daha da uzaklaştıracak.
Rum toplumunda da liderlerinin maceracı bu yaklaşımını ciddi eleştiriler var.
Statüko mu, çözüm mü?
Nihayette, Kıbrıs’taki mevcut durum, statükonun uzun yıllar daha devam edeceğini gösteriyor. Federasyon temelli bir çözüm, Rum liderliğinin politikasındaki ısrar nedeniyle artık bir hayalden ibaret. İki devletli çözüm ise uluslararası toplum tarafından kabul görmüyor.
Bu şartlar altında, iki toplumun liderleri masaya otursa da, gerçek bir çözümden uzak olduklarını söylemek gerekiyor. Kıbrıs’taki sorunların çözümü, ancak tarafların karşılıklı anlayış ve işbirliği ile hareket etmesiyle mümkün olabilir. Ancak, mevcut şartlarda bu da pek mümkün görünmüyor. Mümkün olan bütünlüklü çözüm yerine parça çözümler, ya da diplomasideki adıyla “incremental” yaklaşım, ancak onun için de vizyon, siyasi istek ve kararlılık gerekiyor.
Günün sonunda Ankara ve Atina ikna edilerek adadaki iki halkın federasyon ile iki devlet uç noktalarından uzaklaştırılarak iki devletli bir konfederasyona ikna edilmeleri mümklün olabilir mi? Şimdilik olası görünmese de adadaki iki halkın anavatanları arasında içeriksel olarak pek fazla ilerleme olmasa da ilerlemekte olan “olumlu gündem” temaslarının böyle bir ümit geöisinin yelkenlerini şişirmeye başladığını da biraz zorlamayla görebilmek mümkün.
Kıbrıs, yeniden bir dönüm noktasında. Ancak bu sefer, dönülen köşe, bir çıkmaz sokak olabilir. Silahlanma yarışı, uluslararası aktörlerin müdahaleleri ve iki liderin farklı dünyaları temsil etmesi, çözüm umutlarını gölgeliyor. Bu durumda, halkların barış içinde bir arada yaşayabileceği bir gelecek, yalnızca bir ütopya olarak kalacak gibi görünüyor.
Ve belki de Kıbrıs’ın en büyük paradoksu burada yatıyor: Barış için konuşanlar, savaş için silahlanmaya devam ediyor.