Esad rejiminin çöküşü ve Suriye’de beliren otorite boşluğu, Türkiye için mülteci yükünün artması, yeni göç dalgaları riski ve Suriye’nin yeniden imar sürecindeki maliyetler gibi devasa zorlukları gündeme getirirken; ABD ile ilişkilerden AB üyelik hedeflerine, Kıbrıs’tan Doğu Akdeniz gerilimlerine kadar birçok cephede 2024’ün mirası çözüm bekleyen sorunlar 2025’e damgasını vuracak.
Yusuf Kanlı
2024 yılı, Türkiye’nin dış politika gündeminin yoğun olduğu, fırsatlar ve zorlukların bir arada şekillendiği bir dönem olarak tarihe geçti. ABD ile ilişkilerden Avrupa Birliği ile durağanlaşan sürece, Yunanistan’la gerilimi düşürme çabalarından Suriye ve Rusya gibi kritik aktörlerle ilişkilere kadar birçok alanda Türkiye’nin pozisyonu yeniden şekillendi. Ancak bu gündem, 2025 için büyük ölçüde çözümsüzlüklerin gölgesinde yeni riskler ve fırsatlar barındırıyor.
ABD ile ilişkiler: Karmaşık ortaklık
2024’te Türkiye-ABD ilişkileri, jeopolitik bağlamda gelişme gösterse de sorunlu alanlar baki kaldı. İsveç’in NATO üyeliğine onay verilmesi ve Türkiye’nin F-16 modernizasyon taleplerinin karşılanması, yüzeyde bir yumuşama sağladı. Ancak Washington’un Yunanistan’a F-35 uçakları satma kararı ve Suriye’deki YPG/SDG’ye desteği, ilişkilerdeki temel sorunları çözmekten uzak bir tablo ortaya koydu.
2025 perspektifi
2025’te ABD ile ilişkilerde şu gelişmeler öne çıkabilir:
1. Suriye ve YPG/SDG: Esad rejiminin çöküşüyle birlikte Suriye’de yeni bir statüko arayışı başladı. Türkiye, bölgedeki YPG/SDG varlığını sona erdirmek isterken, ABD’nin bu gruba desteği, iki ülke arasında temel bir gerilim kaynağı olmaya devam edecek. Trump yönetiminin bu konuda nasıl bir pozisyon alacağı kritik olacak. Ancak Trump’ın önceki dönemindeki pragmatik yaklaşımı, Türkiye’ye bir pazarlık fırsatı sunabilir.
2. CAATSA Yaptırımları, F 35 ve S-400 Krizi: Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemi gibi F 35 programından Türkiye’nin çıkarılması, ABD ile ilişkilerde hâlâ çözülmeyi bekleyen en önemli sorunlar. Ankara’nın yaratıcı bir formülle bu sıkıntıları aşmaya çalışması bekleniyor, ancak bu çözüm Türkiye’nin hem NATO içinde hem de Rusya ile ilişkilerinde dengeleri zorlayabilir.
3. Ekonomik ve Savunma İş Birliği: Türkiye’nin savunma sanayiindeki atılımları, ABD ile yeni iş birliği fırsatları yaratabilir. Ancak bu süreç, Washington’un Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine karşı tutumuna bağlı olacaktır.
Suriye: Yeni statüko ve ekonomik yük
Esad rejiminin çöküşü, Suriye’de uzun süredir devam eden statükoyu sona erdirirken, bu değişim Türkiye için hem fırsatlar hem de büyük riskler doğurmuştur. Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki varlığını güçlendirmek ve güvenli bölgeler oluşturarak mültecilerin dönüşünü hızlandırmak için çaba sarf etmektedir. Ancak, bölgedeki istikrarsızlık ve ABD’nin YPG’ye desteği gibi faktörler, bu hedefin önündeki en büyük engellerdir. Bu durum, Türkiye’nin bölgesel politikalarına olduğu kadar iç ve ekonomik dinamiklerine de derin etkiler yapmaktadır.
Mülteci krizi: Giderek artan yük
Sadece kayıtlı Suriyeli mültecilerin sayısı 4 milyondan fazlayken, Türkiye’nin toplam mülteci yükü, düzensiz göçmenler ve kayıt dışı nüfus da dahil edildiğinde 10 milyona yaklaşmıştır. Bu rakam, Türkiye’yi dünyada en fazla mülteci barındıran ülke konumuna getirirken, sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan ağır bir yük oluşturmaktadır.
Geri dönüşler ve istikrarsızlık riski
• Geri dönüşlerin sınırlı olması: Esad rejiminin çökmesi sonrası Suriye’de hızlı bir istikrar sağlanması bekleniyordu. Ancak, Suriye’deki otorite boşluğu, güvenlik tehdidi ve ekonomik koşullar, mültecilerin geri dönüşüne yönelik umutları azaltmaktadır. Türkiye’nin çabalarına rağmen, geniş çaplı geri dönüşlerin gerçekleşmesi olasılığı düşüktür.
• Yeni göç dalgası riski: Suriye’de istikrarın sağlanamaması durumunda, çatışmaların ve kaosun yeniden tırmanması, Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası riski yaratabilir. Bu durum, zaten ekonomik zorluklarla boğuşan Türkiye için yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Ekonomik ve sosyal etkiler
• İşgücü piyasası: Mültecilerin büyük bir kısmı kayıt dışı çalışmakta, bu da yerel işgücü üzerinde baskı yaratmaktadır. Özellikle düşük gelirli işçiler, mültecilerle rekabet etmek zorunda kalmaktadır.
• Toplumsal gerilim: Mülteciler, yerel halk arasında artan bir hoşnutsuzluğun hedefi haline gelmiştir. Bu durum, hem toplumsal uyumu hem de siyasi istikrarı tehdit eden bir faktör haline gelmiştir.
• Konut ve altyapı baskısı: Türkiye’nin mülteci yoğunluğu yüksek bölgelerinde konut fiyatları ve kiralar hızla artarken, altyapı sistemleri de yoğun nüfus yükünü karşılamakta zorlanmaktadır.
Yeniden imar ve Türkiye’nin rolü
Suriye’nin yeniden inşası, Türkiye için hem bir fırsat hem de büyük bir ekonomik risk taşımaktadır. Türkiye, müteahhitlik sektörünü devreye sokarak Suriye’nin yeniden yapılanmasında lider bir rol oynamayı hedeflemektedir. Ancak bu süreç, ciddi maliyetler ve siyasi riskler içermektedir.
Ekonomik maliyetler ve fon eksikliği
• Kaynak eksikliği: Yeniden imar süreci, altyapı projeleri, konut inşası, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yeniden oluşturulmasını gerektirmektedir. Türkiye’nin mevcut ekonomik zorlukları göz önüne alındığında, bu maliyetlerin karşılanması için uluslararası fon ve destek gereklidir. Ancak, bu fonların sağlanması konusunda hem siyasi hem de diplomatik zorluklar bulunmaktadır.
• Uluslararası iş birliği: Türkiye, uluslararası kuruluşlar ve bölgesel aktörlerle iş birliğine giderek yeniden inşa sürecinde finansal destek arayışına girmektedir. Ancak, ABD ve AB gibi büyük aktörlerin bu sürece dahil olma konusundaki isteksizliği, Türkiye’nin tek başına bu yükü omuzlama riskini artırmaktadır.
Siyasi ve jeopolitik riskler
• Bölgesel rekabet: Suriye’nin yeniden inşa sürecine Türkiye’nin liderlik etmesi, İran ve Rusya gibi aktörlerle rekabeti artırabilir. Bu durum, yeniden yapılanma sürecinde siyasi gerilimlerin artmasına neden olabilir.
• Güvenlik sorunu: Yeniden yapılanma çabaları, Suriye’de güvenliğin sağlanmasıyla doğrudan bağlantılıdır. YPG/SDG’nin bölgedeki varlığı ve Suriye’nin kuzeyindeki istikrarsızlık, Türkiye’nin bu süreçteki rolünü zorlaştırabilir.
2025’e girerken Türkiye, Suriye konusunda zorlayıcı bir denklemle karşı karşıya kalacaktır. Bu süreçte üç ana senaryo öne çıkmaktadır:
1. Güvenli Bölgelerin Güçlendirilmesi:
Türkiye, sınır güvenliğini ve Suriye’nin kuzeyindeki etkisini artırarak güvenli bölgeler oluşturmaya devam edebilir. Bu strateji, hem mültecilerin dönüşünü teşvik etmek hem de Türkiye’ye yönelik yeni göç dalgalarını engellemek açısından kritik önem taşıyacaktır. Ancak bu bölgelerin güvenliğinin sağlanması ve ekonomik kalkınma projelerinin uygulanması, ciddi kaynak gerektirecektir.
2. Uluslararası Fonların Mobilize Edilmesi:
Türkiye, Suriye’nin yeniden inşasında lider bir rol üstlenmek için uluslararası destek arayışını hızlandırabilir. Özellikle AB ve Körfez ülkeleri gibi aktörlerin mali katkılar sağlama konusunda ikna edilmesi, Türkiye’nin üzerindeki mali yükü hafifletebilir.
3. İç Politika ve Sosyal Uyumu Sağlama:
Türkiye, mültecilerle ilgili toplumsal gerilimleri azaltmak ve entegrasyonu teşvik etmek için kapsamlı bir politika geliştirmelidir. Ancak ekonomik ve finansal krizin pençesindeki Türkiye’de bu süreçte mülteci karşıtı popülizmin ve ekonomik zorlukların artması, hükümetin bu konuda hareket alanını daraltabilir.
Büyük fırsatlar ve büyük riskler
Suriye’deki yönetim değişikliği, Türkiye için hem fırsatlar hem de büyük riskler barındırmaktadır. Yeniden inşa sürecinde lider bir rol oynamak, Türkiye’nin bölgesel gücünü pekiştirebilir. Ancak mültecilerin dönüşündeki belirsizlikler, yeni göç dalgalarının riski ve ekonomik maliyetler, Türkiye’nin mevcut zorluklarını artırabilir.
2025, Türkiye’nin Suriye politikasında dengeli, yaratıcı ve sonuç odaklı bir yaklaşım geliştirmesini zorunlu kılacaktır. Aksi takdirde, mülteci yükü ve yeniden yapılanma maliyetleri, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal dokusunda onarılması zor yaralar açabilir.
Avrupa Birliği ile ilişkiler: Tam üyelik güzel bir hayaldi
Türkiye-AB ilişkileri, 2024’te büyük ölçüde durağan bir tablo çizdi. Bir zamanlar tam üyelik hedefiyle başlayan süreç, bugün vize kuyrukları ve ekonomik iş birliğine indirgenmiş durumda. AB ülkelerinde yükselen popülist ve aşırı sağ eğilimler, Türkiye’nin üyelik hedefini daha da uzak bir ihtimal haline getirdi.
2024’te neler oldu?
1. Vize Sorunu: AB ile Türkiye arasında vize serbestisi hedefinden uzaklaşıldı. Türk vatandaşları, Schengen vizeleri için uzun bekleme süreleri ve yüksek reddedilme oranlarıyla karşı karşıya kaldı. Bu durum, Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki en somut sorunlardan biri haline geldi.
2. Gümrük Birliği’nin Güncellenmesi: Ekonomik ilişkilerde Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gündemde kalmaya devam etti ancak somut bir ilerleme sağlanamadı. AB, Türkiye’nin demokratik reformlara dönmesini şart koşarken, Türkiye ekonomik avantajlar elde etmek istiyor.
3. Göç Yönetimi: Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’yi göç yönetiminde AB’nin vazgeçilmez bir ortağı haline getirdi. Ancak AB’nin Türkiye’ye bu konuda sağladığı destek sınırlı kaldı.
2025 beklentileri
2025’te Türkiye-AB ilişkilerinde belirleyici olacak faktörler şunlardır:
1. Göç ve Yeniden İmar: Esad rejiminin çökmesiyle birlikte AB, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü ve Suriye’nin yeniden inşasında Türkiye ile iş birliği yapmaya çalışabilir. Ancak bu süreçte Türkiye’nin beklentileriyle AB’nin sınırlı desteği arasında bir uçurum bulunuyor.
2. Enerji İş Birliği: Türkiye, Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri ve Avrupa’nın enerji arz güvenliği için önemli bir partner olmaya devam edecek. Ancak Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaşanan gerilimler, bu iş birliğini zorlaştırabilir.
3. Demokrasi ve İnsan Hakları: AB, Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü konularındaki eksiklerini eleştirmeye devam edecek. Bu durum, ilişkilerin derinleşmesini sınırlayan bir unsur olmaya devam edecek.