Dışişleri Bakanlığı’nın 2025 bütçesini sunarken Fidan öyle bir tablo çizdi ki, sanki Türkiye dış politikada bir süper güç olarak tüm dünyaya yön veriyor. “360 derece dış politika anlayışıyla her kıtada ayak izimiz var” dediğinde, kafamızda gurur dolu bir imaj belirdi. Ancak bu ayak izleri ne kadar derin ve iz bırakıcı, orası biraz belirsiz. Zira dönüp dolaşıp hep başladığımız yere geldiğimiz izlenimini vermiyor mu?
Yusuf Kanlı
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşma, Türkiye’nin dış politika vizyonunu anlatmak için bir fırsattı. Ancak konuşma ilerledikçe, bu vizyonun ne kadar net olduğu konusunda ciddi soru işaretleri doğdu. Bakan Fidan, “kadim coğrafyamızın ve köklü devlet geleneğimizin mirası” gibi edebi ifadelerle başlayan konuşmasını “Belirsizlikler Çağında Kararlı ve Güçlü Türk Dış Politikası” başlığıyla sunarken, göz ardı edilen meseleler, diplomatik stratejimizin gerçekliğini sorgulatır nitelikteydi.
360 derece dış politika anlayışıyla “her kıtada ayak izi” bırakıldığını söyleyen Fidan, bu ayak izlerinin derinliğini ve etkisini açıklamak yerine, büyük laflarla yetinmeyi tercih etti. Ancak bu ayak izlerinin gerçekte ne kadar kalıcı olduğu, meseleler daha yakından incelendiğinde belirsizleşiyor. İsrail-Gazze krizinden ABD ile ilişkilerimize, Rusya ile savrulan stratejimizden S-400 ve F-35 karmaşasına kadar, değerli arkadaşım Yıldız Yazıcıoğlu’nun gönderdiği konuşma metninde gördüğüm es geçilen noktalar, bu büyük söylemin altını doldurmanın kolay olmadığını gösteriyor.
ABD ve Türkiye: “Stratejik” işbirliği mi, çıkarların çarpışması mı?
ABD ile ilişkilerimiz, konuşmanın en kritik eksikliklerinden biriydi. Sayın Bakan, “PKK/YPG’ye verilen destek stratejik bir hatadır” dedi ama Washington’un bu politikayı neden sürdürdüğüne dair hiçbir değerlendirme yapmadı. F-35 programından çıkarılmamız ve S-400 meselesi ise tamamen sessizlikle geçiştirildi. Oysa Türkiye’nin savunma sanayisinde en büyük tartışma konularından biri hâlâ bu. “F-16 tedarik talebimizi sonuçlandırdık” açıklaması kulağa hoş geliyor, ancak bunun S-400 yaptırımlarını tamamen kaldırmaya yetmeyeceği açık. Fidan, bu konuda açık bir yol haritası sunmadı.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik tutumu, özellikle PKK/YPG konusundaki işbirliği ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetleriyle gerilime neden oluyor. Ancak konuşmada bu gerilimler, yalnızca genel ifadelerle geçiştirildi. Oysa bu meseleler, Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu ve müttefiklik ilişkilerini doğrudan etkiliyor. Eğer “kararlı bir dış politika” izleniyorsa, bu konuların net bir şekilde ele alınması gerekmez miydi? Son dönemde emareleri görünmekte olan yeni Kürt açılımının Kuzey Irak’takine benzer bir “hamilik” durumunu kuzey Suriye’de de kurabileceği endişesi kimsede yok mu?
İsrail-Gazze Krizi: Büyük sözler, küçük etkiler
Filistin meselesi, konuşmanın en uzun bölümlerinden birini oluşturdu. “Gazze’ye en fazla insani yardım gönderen ülkeyiz” ve “İki devletli çözümden başka yol yok” gibi ifadeler sıkça tekrarlandı. Ancak bu çabaların İsrail üzerinde ne kadar baskı oluşturduğu sorgulanabilir. Fidan, “Mayıs ayında İsrail’le ihracat ve ithalat işlemlerini durdurduk” dedi ama ticaret hacmimizdeki artışı açıklamadı. Gazze’ye insani yardım göndermek elbette önemli, ancak bu yardımların diplomatik bir baskıya dönüşmediği aşikâr.
Ayrıca İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve Filistin halkına yönelik mezalimine karşı alınan önlemlerden bahsederken, Suriye ve İran’la örtülü işbirlikleri hakkında hiçbir bilgi verilmedi. İran’ın Gazze’deki direniş gruplarına sağladığı destek, Türkiye’nin Filistin davasında samimi bir arabulucu olma rolünü ne kadar etkiliyor? İsrail’le olan ilişkilerimizin bu kadar sert bir retorikle yönetilmesi, diğer diplomatik çıkarlarımızı nasıl etkiliyor? Bu sorular, konuşmanın boşluklarından biri olarak ortada kaldı.
Rusya ile ilişkiler: Savrulma mı, stratejik yakınlık mı?
Rusya ile ilişkilerde de benzer bir belirsizlik dikkat çekiyor. Fidan, Karadeniz Tahıl Koridoru ve Ukrayna savaşına dair Türkiye’nin girişimlerini överken, Moskova ile ilişkilerimizin nasıl bir dengeye oturduğuna dair net bir açıklama yapmadı. S-400 meselesi hâlâ masada dururken, Türkiye’nin Rusya’dan nasıl bir askeri ve siyasi destek beklediği meçhul. Ayrıca, “adil arabulucu” rolünden sıkça bahsedilmesine rağmen, bu rolün Rusya-Ukrayna savaşındaki etkisi tartışmalı.
Karadeniz Tahıl Koridoru’nun yeniden işler hale gelmesi, Türkiye için bir diplomatik başarı gibi sunuldu. Ancak bu koridorun Rusya’nın çıkarlarına uygun bir şekilde yeniden düzenlendiği iddiaları, Türkiye’nin tarafsız arabulucu kimliğini sorgulatıyor. Rusya ile yakınlaşma, Batı ittifakındaki yerimizi ne kadar zorluyor? Bu denge politikasının sürdürülebilirliği, konuşmada hiç ele alınmadı.
Fidan, savunma sanayisinin gelişiminden bahsederken, ABD ile yaşanan F-35 ve S-400 krizini tamamen atladı. Gerçekten, uçak düşürme gafını kapatmak için girdiğimiz S-400 çukurundan nasıl ve hangi maliyetle çıkılacağı konusunda ne yapıyoruz? Bilen var mı? ABD’nin S-400 alımı nedeniyle uyguladığı yaptırımlar ve F-35 programından çıkarılmamız, Türkiye’nin NATO içindeki pozisyonunu zorluyor. Ancak bu meseleler konuşmanın dışına itildi. Eğer “çok boyutlu ve kararlı bir dış politika” yürütülüyorsa, bu kadar kritik konuların es geçilmesi nasıl açıklanabilir?
Bakan ayrıca Kanada ve Norveç’in Türkiye’ye yönelik savunma sanayi kısıtlamalarını kaldırmasını önemli bir gelişme olarak sundu, ancak bu kısıtlamaların neden var olduğu ya da diğer ülkelerle yaşanan sorunların nasıl çözüleceği konusunda bir değerlendirme yapmadı.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın konuşması, dış politikamıza dair büyük sözler ve iddialı ifadelerle doluydu. Ancak bu ifadelerin altını dolduracak somut adımların eksikliği, konuşmanın etkisini azalttı. 360 derece dış politika anlayışı, dönüp dolaşıp aynı noktaya varan bir strateji gibi görünüyor. ABD ile ilişkilerde net bir strateji sunulmadı, İsrail-Gazze meselesinde diplomatik başarı yerine insani yardım vurgusu yapıldı, Rusya ile ilişkilerde ise savrulan bir politika izleniyor.
Türkiye, dış politikada güçlü bir oyuncu olmayı hak ediyor. Ancak bunun için büyük sözler yerine somut ve sonuç odaklı bir stratejiye ihtiyaç var. Dışişleri Bakanı Fidan’ın konuşması, bu stratejinin varlığı konusunda şüpheler uyandırıyor.