Öğretmenler, sadece sınıfların değil, toplumların da rehberi olmalıdır. Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası eleştirilse de, Kıbrıs Türk halkının onurlu mücadelesinde önemli bir örgütlenmedir. Öğretmenler gününü kutlarken örgütlerimizi eleştirmek kadar sahip çıkmanın da bir görev olduğunu unutmamalıyız.
Yusuf Kanlı
Her halkın tarihinde dönüm noktaları vardır; kimileri savaş meydanlarında, kimileri ise sivil direnişlerle şekillenir. Küçücük bir ada olan Kıbrıs’ta, 1963-1974 yılları arasında Türk toplumunun sergilediği direniş, yalnızca bu toprakların değil, dünyanın dört bir yanındaki ezilmiş halklar için bir örnek teşkil eder. Ancak, tarihsel direnişin bu parlak sayfalarının ardından gelen süreçte, Kıbrıs Türk halkının kendi ayakları üzerinde durabilme mücadelesi, Anavatan Türkiye ile ilişkisinde sürekli olarak karmaşık bir denklem yaratmıştır. Bu denklemin merkezinde ise “çok seven ananın” evladını bir türlü ergin bir birey olarak görememesi meselesi bulunmaktadır. Ne yazık ki bu dinamik, zamanla Kıbrıs Türk halkının kendi kimliğini, örgütlenme hakkını ve özerkliğini ifade etme çabalarının önünde bir engel oluşturmuştur.
Milli politika ve özgür irade eksikliği
Kıbrıs Türk halkı, 1974 Barış Harekatı sonrası çok daha farklı bir gerçeklik ile karşı karşıya kaldı. Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak gerçekleştirdiği müdahale, Kıbrıs Türklerinin varlığını korumak ve adada iki kesimli bir çözüm için zemin hazırlamak adına tarihsel bir adım olmuştu. Ancak 1974’ten sonra, Kıbrıs Türk toplumunun içsel dinamikleri yerine, Türkiye’nin müdahalelerinin şekillendirdiği bir yapı oluşmaya başladı. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bu toplum, sürekli olarak Ankara’nın “ali menfaatleri” bahanesiyle karar alma süreçlerinde dış müdahalelere maruz kaldı.
Kıbrıs Türklerinin kendi kaderini tayin etme hakkı, Türkiye ile kurulan ilişkinin doğası gereği hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız olamadı. Bu durumun belki de en net şekilde ortaya çıktığı örneklerden biri, 1973 yılında Lefkoşa’da Zafer Sineması’nda gerçekleşen olaydır. O dönemde, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) önemli unsurlarından biri olan Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS), genel kurulunda kendi iç yapısını yeniden düzenlemeye çalışıyordu. Ancak, Ankara’nın müdahalesiyle bu süreç, sendikanın özerkliğini hedef alan bir mücadeleye dönüştü. Türkiye, öğretmenler sendikasında kendi arzularına göre bir yapılanma yaratmaya çalışarak, toplumsal örgütlenme ve karar alma süreçlerine doğrudan müdahil oldu.
Bu olay, bugün bile güncel siyaset sahnesinde yaşananlarla benzerlik göstermesi açısından dikkat çekicidir. Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) iç dinamiklerinde yaşanan sıkıntılar, Ankara’nın sürekli olarak müdahil olduğu hükümet değişiklikleri ve parti başkanlığı süreçleri, Kıbrıs Türk toplumunun hâlâ “ergen” olarak görülmesinin bir yansımasıdır. Ancak 1973’te KTÖS’ün gösterdiği direniş, “Anavatana saygılıyız ama kararlarımız bize aittir” diyerek bağımsızlık değilse bile özerklik iradesi sergilemesi açısından önemli bir örnek teşkil eder. Bugün bu direniş ruhunun eksikliği, Kıbrıs Türk toplumunun siyasi ve ekonomik bağımsızlık arayışını daha da karmaşık bir hale getirmektedir.
KTÖS, yalnızca bir meslek örgütü değil, aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumunun tarihsel direnişinde önemli bir rol oynayan bir sivil toplum kuruluşudur. Tarih boyunca, gerek öğretmenlerin gerekse sendikanın aldığı pozisyonlar farklı çevrelerde eleştiriler doğurmuş ve tartışma yaratmıştır. Ancak, her türlü eleştiriye rağmen KTÖS, Kıbrıs Türk toplumunun kendi öz örgütü olarak, toplumun bir aynası olmuştur. Bugün geniş kesimlerde, hatta bu satırların yazarında bile zaman zaman hoşnutsuzluk yaratacak şekilde bir duruş sergileyebilmektedir. Ancak şu da bir gerçektir ki, KTÖS bizim kuruluşumuzdur. Eleştirilerimizi dile getirsek de, bu örgüte sahip çıkma ve onun bağımsızlık mücadelesindeki tarihsel önemini teslim etme sorumluluğumuz vardır.
KTÖS, geçmişten günümüze özellikle Türkiye’deki sağ hükümetler tarafından “Rum yanlısı” olmakla suçlanmış, Kıbrıs’taki sağ yapılanmalar tarafından ise toplumun genel çıkarlarına aykırı pozisyonlar almakla eleştirilmiştir. Bu suçlamaların, çoğu zaman KTÖS’ün Türkiye’nin müdahaleci tutumuna karşı gösterdiği direnişten kaynaklandığını anlamak önemlidir. Benzer davranışları Rum yönetiminin tavırlarına karşı da göstermesi beklenir, elbette ancak KTÖS’ün özerklik mücadelesi, aslında Kıbrıs Türk toplumunun kendi kaderini tayin etme ve kararlarını kendi iradesiyle alma çabalarına örnek olacak mahiyettedir.
Kıbrıs’ta sivil toplumun rolü
Bugün Kıbrıs sorununda gelinen noktada, milli politika eksikliği ve toplumsal irade yetersizliği, Kıbrıs Türk toplumunun en temel sorunlarından biridir. Türkiye’nin garantörlüğü, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliği açısından vazgeçilmez bir unsur olarak değerlendirilse de, bu garantörlük ilişkisi zaman zaman Kıbrıs Türk toplumunun özerkliğini zayıflatan bir yapıya dönüşmüştür. KTÖS gibi özellikle sol siyasi çizgideki örgütler, bu süreçte eleştirileri ve uyarılarıyla toplumun demokratikleşme ve bağımsızlaşma çabalarının önemli unsurlarıdır. Ancak bu tür örgütlerin zaman zaman kendi toplumları içerisinde de eleştirilmesi elbette ki kaçınılmazdır.
KTÖS’e yönelik eleştiriler, esasen onun aldığı bazı politik duruşlarla ilgilidir. Ancak bu eleştiriler, örgütün varlığını ve önemini gölgelememelidir. KTÖS’ün tarihsel rolü, Kıbrıs Türk toplumunun sivil bir kimlik inşa etme sürecinde kritik bir yer tutmaktadır. Toplumun geniş kesimlerinde hoşnutsuzluk yaratsa da, KTÖS’ün toplumun onurlu var olma mücadelesindeki simgesel değerine sahip çıkmak, bu örgütün eleştirilerden arındırılması değil, eleştirilerle daha iyiye ulaşmasının teşvik edilmesidir.
KTÖS’ün pozisyonu, yalnızca bir sendikal mücadele değil, aynı zamanda bir kimlik ve bağımsızlık örneğidir. Türkiye’nin sürekli olarak bu yapıya müdahale etmesi, KTÖS’ün hem iç dinamiklerinde hem de kamuoyundaki algısında zorluklar yaratmıştır. Ancak, eleştiriler ne kadar haklı olursa olsun, KTÖS’ün Kıbrıs Türk toplumu için taşıdığı değeri yadsımak mümkün değildir. Türkiye’nin müdahaleleriyle sınanmış bir geçmiş, KTÖS’ün mücadelesini daha da anlamlı kılmaktadır.
Elbette ki KTÖS’ün aldığı pozisyonlar, bazen rahatsız edici olabilir; geniş kesimlerde, hatta bu yazarı dahi zaman zaman eleştiriye sevk edebilir. Ancak bu eleştirilerin temel amacı, KTÖS’ün işlevini daha da güçlendirmek ve Kıbrıs Türk toplumunun kalkınma mücadelesine katkı sunmak olmalıdır. Kıbrıs Türk halkının geleceği için, KTÖS gibi kurumların hem eleştirilere açık hem de sahiplenilen bir yapı olarak varlığını sürdürmesi hayati önem taşımaktadır. Bu sahiplenme, eleştiri ile yok sayma arasındaki farkı anlamaktan ve örgütün tarihsel önemine saygı duymaktan geçmektedir. Bu nedenle, KTÖS’e yönelik eleştirilerimiz haklı da olsa, bu örgütün Kıbrıs Türk halkının mücadelesindeki yerini unutmadan hareket etmek, hem toplumsal bir sorumluluktur.