Ne enteresandır insanoğlu sever ertelemeyi. İstese de istemese de bu bir içgüdü halini almıştır. Sonrası nedense güvenli gelir bünyeye oysaki ‘an’dan yoksun karar mekanizması körelme eğilimindedir.

Şems Hür

Sorumluluklar filesinin eve taşınması sürecinde, ne o filenin içi boşalır ne de varacağı eve yanaşılır. Yük artar ama yürüyüş bitmez. Hayatın içindeki sorumluluklar siz farketmeden hedefleriniz olmaya başlar. Bu hedeflerin sayısı o kadar artar ki isabetli hamle yapmanız zorlaşır ve kendi ‘olduğu kadar, olmadığı kader’ döngünüzü yaratmaya başlarsınız. 

Pek tabii, herşey dört dörtlük olmak zorunda değil, olduğu kadar da yeterlidir; ama her şey idare edecek düzeyde kalınca, gelişecek alanlarımızı atlama eğilimi göstermeye başlarız.

Gündelik rutinlerin alışkanlıklarımız, bu alışkanlıklarımız keyifsiz de olsa vazgeçilmezlerimiz halini almadan, amel defterine yeni notlar alabilme kudretini gösterebilmelidir beni âdem.

İnsanoğlunun da doğa gibi iklimleri vardır.

Hepimiz hem fiziksel hem duygusal olarak evriliriz.

Bu evrilme aşamasında, insan doğası da belli iklimlerden geçer. Hayatın matematiği kümülatiftir, bütünseldir. Parametreler yerine oturdukça gelişir, formül üretildikçe renklenir, paylaşıp kanıtlandıkça bütünleşir ve her eylem gibi hesaplanabildiği oranda sonuçlanır.

İlkbaharımız çocukluğumuz, yazımız gençliğimiz, sonbaharımız orta ve üzeri yaşlarımız, kışımız ise saçlarla beraber ağıran ömrümüz ve bedenimizdir. Hepsinin ortak kaygısı aynıdır. Bunun adı da “zamandır”.

Hani hepimizin ötelediği, ona bıraktığı, herşeyin ilacı, tüm umutların temeli, herşeyin sonucunun bağlandığı nokta, aslında sabitliği olmayan, paha biçilemeyecek, satın alınamayan ve durmaksızın ileriye giden yegane şey zaman.

Harcanabilecek en pahalı şey olmasına karşın, hunharca harcadığımız belki de en kıymetli öğe zaman.

Peki ne yapabiliriz? 

Bence iklimlerimizi uzatabilir, kendi zamanımızı olası en kaliteli düzeye taşıyabiliriz.

Kaliteden kastım markası değil, işlevi/konforu tabii ki, boş oturabilmenin de bir lütuf olduğunun idrak edilebildiği, ama fırsatların da geri tepilmediği bir iklim değişikliğinden bahsediyorum.

‘Hayattan ne istiyoruz?’ sorusunu önce kendimize, sonra sorumluluklarımız ‘temel’ine yönelttiğimiz bir süreçten bahsediyorum.

Olmazı değil, oldurabilmeyi başarabilmekten bahsediyorum.

Fikrin eyleme dönüşebilmesinden, düşüncenin hamleleşmesinden bahsediyorum.

Benim bugünü, aslında yarın gibi yaşamaktan ya da olanı olduğu gibi kabul etmek yerine, alternatif yaratabilmekten bahsediyorum. Dünün anlamının dün de kaldığı aslolanın “an” olduğu bir gerçekliğin kabülünden bahsediyorum.

İnsanın kendine iyi gelebildiğini unutmamasından bahsediyorum.

Bu bilinçle kendimize, geçirebileceğimiz en iyi günümüzü yaşatalım, bugünü milad kabul edelim ve sonraki her günümüz ilk günümüz gibi olsun. Aynı heyecan, aynı hoşgörü, aynı enerji, aynı umutlar, aynı coşku… Böylece geçen hiçbir gün bizi olumsuz etkilemeyeceği gibi, gelecek her yeni günün de bugünden farkı olmayacağı çünkü her günün güzel geçeceği duygusu içimizde yeşerecektir.

Zaman kaygısı olmadan yaşayabilmek büyük bir mükafat ve çok değerli bir hazine.

Ne güzel söylemiş Mevlana;

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla ögrendim...