Hepimiz içimizde bir kıvılcım taşırız. Bu kıvılcım, bazen ilham gibi sessiz bir huzura ışık olurken, bazen de kontrolsüz bir ateş gibi etrafımızı sarar. Öfke, bu kıvılcımın en güçlü tezahürüdür; hem yakıcı hem de dönüştürücü. Ama asıl soru şudur: Bu ateşi söndürmek mi gerekir, yoksa ona şekil vermek mi?

Şems Hür

Öfke, bazen bir saman alevi, bazen de bir yanardağ gibidir. Yeri gelir uzun süre sessiz kalır, baskılar biriktikçe patlayabilir veya beklenmedik zamanlarda küçük lavlar saçarak çevresini şekillendirebilir. Bir diğer yandan öfke aslında insani bir tepki, genellikle derinlerde yatan başka duyguların bir maskesi gibidir. Her birimizin içinde dalgalanan yoğun bir enerji var (kırgınlık, hayal kırıklığı, korku vb.). Bazen bir haksızlık karşısında kendini gösteren, bazen ise küçük bir yanlış anlamanın büyüttüğü bu duygular, doğru yönetilmediğinde son derece yıkıcı olabilir. 

Öfke, bir sınır ihlal edildiğinde, bir beklenti karşılanmadığında ya da bir tehdit algılandığında bizi savunmaya geçiren, kendimizi koruma ihtiyacı hissettiren bir alarm mekanizması olarak düşünülebilir. Ancak mesele bu alarmı nasıl ele aldığımızda gizlidir.

Öfke, aynı zamanda bir değişim arzusunun göstergesi olabilir. Önem verdiğiniz bir konuda duyduğunuz öfke, sizi harekete geçmeye teşvik edebilir. Ancak bu enerjiyi yapıcı bir şekilde kullanmak önemlidir. Örneğin başarma ve kazanma isteği sizi belli noktalara taşır, tam finalize olacakken; birileri sizden önce davranabilir, hakkınızı yiyebilir ya da iradeniz dışında sizi yanlış yönlendirip sonuçtan uzaklaştırabilir. İşte buna benzer zamanlarda, farklı bakış açışı geliştirmemizde öncü nitelik taşıyabilir.

Belki de ilk adım, öfkenin bize ait olduğunu fark ederek, doğru bir şekilde yönlendirilirse, hayatımızda anlamlı değişimlerin tetikleyicisi olabileceğini kabul etmektir.

Ani tepkilerimizle, herhangi bir tartışmada sesimizi yükseltmek, karşımızdaki insanı anlamaktan çok onu uzaklaştırır. Bastırılmış öfkemizi kontrol edemediğimizde ise ilişkilerimizi ve çevremizi yıpratırırız. İçimizdeki öfkenin ne zaman, neden ve nasıl ortaya çıktığını fark etmek, hemen tepki vermek yerine, birkaç saniye durup, derin nefes almak ve öfkemizi sürekli bastırmak yerine, uygun bir dille ifade etmek, biriken duyguları dönüştürmek için harika birer yoldur.

Bunların yanısıra gündelik hayatımızda spor yapmak, yazı yazmak ya da bir hobi edinmek gibi basit eylemler bize beklentilerimizin üzerinde katkı sağlamakla meşhurdur.

Bazı duygular bizi yıkar, bazıları ise yeniden inşa eder. Öfke, kontrol edildiğinde bir kıvılcımdan koca bir meşaleye dönüşebilir; yolunuzu aydınlatır, gücünüzü hatırlatır. Ama kontrolsüz kaldığında, yalnızca kül bırakır.

Vesilesi çok olur öfkenin, ancak doğru yönlendirildiğinde, hem bireysel hem de toplumsal değişimlere öncülük eder. Öfkeyi dönüştürmek, aslında kendimizi dönüştürmektir.

Büyük sanatçılar, yazarlar, düşünürler bile öfkelerinden ilham almışlardır. Örneğin Victor Hugo’nun kalemi, toplumsal adaletsizliğe duyduğu öfkeyi, edebiyatın çok önemli eserleri haline dönüştürmüştür. 

Dolayısıyla kelimelerin kalemi bulduğu bir anda öfke, anlam kazanır. Bir kağıda hislerinizi dökmek, onları daha iyi anlamanızı sağlayabilir.

“Hangi öfke, hangi kin, hangi kötülük; sabır, sevgi ve iyilikle yenilmez ki?” diye sorar ve bize öfkenin bir yıkım değil, bir arınma fırsatı olduğunu hatırlatır Mevlânâ.

Elbette, öfke kontrolü, bir günde kazanılacak bir beceri değil, sabır ve pratik gerektiren bir süreçtir. Kendimizi anlama yolculuğunda öfkemiz, bize bir şeyler anlatmak için çalınan bir kapıdır. Önemli olan, o kapıyı sakince açıp, içerideki mesajı doğru anlamaktır. Belki de o kapının ardında, kendimizi daha iyi tanımamızı sağlayacak bir hikâye saklıdır.