“Başarı” insanoğlunun çağlar boyunca peşinden koştuğu kavram; ancak bu kavramın tanımı, bireyin, hayata, topluma ve kendine olan bakış açısına göre sürekli değişir. (Kime göre, neye göre?)

Şems Hür

Kimileri için başarı, büyük servetler biriktirmek, kariyer basamaklarını hızla tırmanmak ya da toplumun gözünde bir yıldız gibi parlamaktır. Kimileri içinse, huzur dolu bir yaşam, anlamlı ilişkiler veya başkasının hayatında ‘bir fark yaratmak’ başarıyı temsil eder. Öyleyse başarı, dışsal övgü ve ödüllerden çok, içsel bir yolculuk mudur?

Başarı, hep önde ve yetişilmesi gereken bir olgu gibi algılanıyor, oysaki başarının “bir adım geriden geldiğini” unutmamak gerekiyor.

Nietzsche’nin “üst insan” kavramı, insanın kendi potansiyelini aşma ve kendini sürekli yeniden yaratma mücadelesini anlatır. Konuyu irdelediğimizde, bu mücadelenin bir varış noktası değil, bir süreç olduğunu anlarız.

Dolayısıyla başarı, aslında bireyin “olması gereken” ile “olduğu” arasında bir denge kurma çabası olarak başlar ve süreklilik arz ettikçe de alışkanlık halini alır.

Gerçekten de başarı, büyük bir hedefin tek bir hamlede gerçekleşmesi değil, küçük ve düzenli eylemlerin birikimidir. İnsanın günlük yaşamındaki küçük seçimleri, onun gelecekteki kimliğini şekillendirir.

Bir dağa tırmanan, dağın zirvesine bir anda ulaşamaz. Her adım, bir alışkanlığın ürünüdür. Sabır, planlama ve kararlılık, başarının temel taşlarıdır. Bu nedenle, büyük hedeflere ulaşmanın yolu, öncelikle küçük ve sürdürülebilir alışkanlıklar edinmekten geçer.

Örneğin, bir kitap yazmayı hayal eden bir kişi, günde yalnızca bir sayfa yazma alışkanlığı edinirse, bir yılın sonunda elinde 365 sayfalık bir eser olacaktır. Bu basit formül, büyük hedeflerin korkutuculuğunu azaltır ve onları ulaşılabilir kılar.

Düzenli çalışmak, plan yapmak, ertelemek yerine harekete geçmek gibi alışkanlıklar, başarıya giden yolu döşer. Beynimize “her gün biraz daha ilerleme” mesajını veririz. Bu sayede, büyük başarılar birikimli bir süreç olarak, doğal hale gelir.

Amma velakin, burada bir paradoks vardır. Başarı, alışkanlıkları geliştirmek, aynı zamanda bireyin özgürlüğünü sınırlamak, bir rutine bağlı kalmak, spontane yaşamın cazibesini yitirmek, anlamına gelebilir mi? Burada denge önemlidir. Alışkanlıklar,  rehberlikten ziyade, bireyin ruhunu zincirleyen bir prangaya dönüşmemelidir.

Başarı, çoğu zaman bir araçtan ziyade, bir amaç hâline gelmiştir. İnsanlar, “başarılı olmak” için yaşamlarını tasarlarken, aslında hayatın özünden uzaklaşıyor olabilirler. 

Başarıyı, sadece maddi bir kavram olarak görmek yerine; insanın benliğinde kendini bulması ve geliştirmesi, geçmişteki başarısızlıklarına takılmadan, her yeni güne taze bir başlangıç yapması, başarma alışkanlığının “öz disiplin temelinin” atılmasını sağlayacaktır. 

Yenilenme, doğanın kanununda olduğu gibi, başarı temelinin de bölünmez parçasıdır. Bu bağlamda, başarı, ne yaptığımızın değil, nasıl yaptığımızın bir sonucudur.

Kendi potansiyelimizi keşfetmek, bu potansiyeli geliştirmek ve bunu çevremizdekilerle paylaşmak… İşte gerçek başarı belki de buradadır. Bir ağacın gölgesinde oturup, huzurla nefes almak; aynı zamanda, o ağacı büyüten tohumlar gibi, alışkanlıklarımızı bilinçle seçmek, ilk adım olabilir.

Başarma alışkanlığını inşa etmek mümkündür. Hedef, biz erteledikçe, erişilemez bir hal alabilir, göz korkutucu anlamda büyür; maalesef elde edebilme veya yakalama aşamasında ise küçülür; özetle zorlaşır.

Oysaki hedefi küçük, ölçülebilir adımlara ayırarak ilerleyebilir, her minik muvaffakiyette, motivasyonumuzu artırabiliriz. 

Sabahları kalkıp içtiğimiz su gibi, 10 dakika da olsa, hedeflerimize dair bir hamle yapmak, bunu bir disiplin haline getirmek ve ilham beklemek yerine, harekete geçmek, başarının kapılarını aralayacağı gibi, bunu sürdürülebilir bir alışkanlık haline getirmemizi de sağlayacaktır. Pek tabii atalarımızın ‘sebat’ı cebimizde olmak zorundadır, zira bu süreç hemen sonuç vermez, ama sizi hedefinize yaklaştırır.

Başarma alışkanlığı da aslında zihinsel bir dönüşümle başlar.

Nevi şahsımıza münhasır da olsa sürekli gelişim, öğrenme ve değer katma yolunu seçtiğimizde, büyük bir hedefe ulaşmanın ötesinde; bu yolculukta kim olduğumuz, nasıl davrandığımız ve ne öğrendiğimiz de bize bambaşka değerler katacaktır.

Her gün atılan küçük adımlar, sadece beşeri hayatımızda değil, iç dünyamızda da büyük değişimlere yol açar. 

Mevlana’nın dediği gibi: “Ne arıyorsan, sen O’sun”

Bu yüzden, sizce de başarı alışkanlığını geliştirmek, aslında kendimizi bulma alışkanlığını geliştirmek anlamına gelmez mi? 

Belki de en büyük başarı, bu yolculuğun kendisinden keyif almayı öğrenmektir.