Zemherinin ortasındayız..
Bırakın çiçeği, meyveyi, sebzeyi; soğuktan kafamızı bile dışarı çıkartamıyoruz.
Dün sıkı sıkı giyindim, sarındım sarmalandım,
Pazara gittim..
Allahın ıspanağı! demeti 35 lira.. Kilo 60’a geliyor.
Biber çeşitleri 100 TL ve üzeri.
Pek severim; Cennet Hurması, namı diğer Trabzon Hurması 100TL.
Kestane, ceviz 250’den başlıyor…
Gelgelelim domates 15 Lira!
Evet yanlış duymadınız, Domates çeşitleri 10 - 20 TL arası değişiyor…
“Allah Allah” dedim kendi kendime, “bu kış ortasında nasıl oluyor bu iş?”
Cevap, pişkin pişkin sırıtan, yüzsüz bir satıcıdan geldi:
“Kültürlü, okumuş bunlaaar! Avrupa görmüş domates bunlaaaar!”
Konu anlaşılmıştır;
Ölçmeden, biçmeden kontrolsüzce kullanılan kimyasallar, tarım zehirleri, Sebze Meyve ithal edilen ülkelerde ölçülüyor, sağlık için tehlikeli, kanserojen bulunuyor, kapıdan geri çevriliyor…
Nereye? : Ankara Pazarlarına…
Satıcı insanların gözüne baka baka, sırıta sırıta “Ben size zehir satıyorum, çünkü siz buna layıksınız” demeye getiriyor…
Hadi satıcı laubalilikte, umursamazlıkta tavan yapmış,
Peki, ona orada onun satılmasına izin verilmesine ne demeli?
Nerede Belediye zabıtası? İl sağlık komitesi? Tarım Bakanlığı? Sağlık Bakanlığı..
Hani imha ediliyordu?
Tüm bunları geçtim; Eyy vatandaş! Sen neredesin sen? Aklın nerede?
En az 15 tane domates tezgahı var, hepsinin de başı arı kovanı gibi..
Sevgili halkımız yazın hasret kaldığı domatesi beşer onar kilo poşetlere doldurma yarışına girmiş…
Bunu düşmanım yemeyecek! Ben yiyeceğim, çocuğum yiyecek, vücutta yavaş yavaş birikecek. Öldürmek için üretilmiş ‘pestisit’ denilen bu zehir; karaciğerimizi iflas ettirecek, beyin hücrelerimizi öldürecek, kanser hücrelerini çoğaltacak..
“Yok! Biz Türk’üz! Bize bir şey olmaz!”
Hastanelerde Onkoloji bölümünün önündeki kuyruklar öyle demiyor ama!
“Canım beş kilo domatesten ne olur? Herkes yiyor…”
İyi öyleyse.. Afiyet olsun!
……………………..
Birkaç aydır reklamlarda yeni bir kavramla karşılaştık: “Yemek Kiti”
Poşetlerin içinde sulandırıp ısıtılınca o yemeğin kokusunu, tadını veren kitler.
İçinde patates, ya da her ne malzeme ise onun konsantresi, öğütülmüş hali var;
Tabii gıda boyası ve yemek aroması veren tatlandırıcılar eklenmiş,
İçine su koyunca şişiyor, tavada biraz ısıt, koy tabağa ye!
Paketlenmiş bir gıda maddesinin raf ömrü ne kadardır?
Bu süreyi uzatmak için de bol bol koruyucular ekleniyor.
Oluşması muhtemel bakterilere ölüm kusan bu koruyucular; aynı işi sizin vücudunuzdaki faydalı bakterilere de dokulara da yapıyor…
Anneciğimin yazın kaynatıp tepsilerde güneşe serdiği mis kokulu salçalar, İpe dizip kuruttuğu biberler, patlıcanlar,
Kalaylanmış tencerelerden havaya yayılan mis gibi yemek kokuları…
“E ama hayat hızlandı, İnsanların yemek yapmaya vakti mi var?”
Peki öyleyse buyurun zehir yiyin! Afiyet olsun!
Bu işte bir gariplik yok mu?
Daha iyi yaşamak için çalışıyorsunuz, ama ödülünüz zehir!
…………………..
İki tarafımda da çok değer verdiğim, iyi komşularım var.
Gelgelelim bazen sipariş ettikleri yemekler yanlışlıkla benim kapıma geliyor.
Getiren çocuğa diyorum ki:
“Bak şeker kardeşim, biz asla dışarıya yemek siparişi vermeyiz! Kıymalı pide yiyeceksek bile, gider pidecide sıcak sıcak yeriz. Bu sol taraftaki komşunun siparişi..”
“Vallahi en iyisini yapıyorsunuz abi..”
“Yemek“ bir beslenme biçimi değil yalnızca..
Aileyi bir araya getiren bir sıcaklık, bir masada buluşma, dedikodu yapmak, sorunları konuşmak.
Yemeği yapana iltifat, ona teşekkür etmek, daha da önemlisi; ne yediğini bilmek…
Diyebilirsiniz ki “bu eski kafa, Dünya değişti..”
Hayır! Birlikte pişirmek, kotarmak, kendi emeğin olan bir lezzeti güle oynaya yemek… Bunlar değişmedi!
Ya da en azından ben biraz daha direneceğim…
Buyurun kimyasal yemeye
Ergin Erenoğlu
Yorumlar