Tulumbacılar için şarkılar yapıldı, şiirler yazıldı, tarihi filmlerde o heybetli adamları süper kahramanlar gibi izledik. Hatta görmesek bile geçmiş zaman itfaiyecileri hep hayalimizde felaketlerin kahramanları olarak hafızalarımıza kazındı.

Kim bu tulumbacılar? Hayatımıza nasıl girdiler ve tarihimizde nasıl izler bıraktılar?  ‘’ Şimdi durup dururken bu nereden çıktı’’ dediğinizi duyar gibiyim. Önce tulumbacıları kısaca bir hatırlayalım. 

Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeniçeri Ocağı’na bağlı olarak, Dergah-ı Ali Tulumbacı Ocağı adıyla 1720 yılında kurulmuş olan bir itfaiye teşkilatıdır.  Aslında tulumbacı kabadayı kimselere denirdi. Güçlü kuvvetli, yardımsever, her felakete koşanların ön adıydı. 

Yüzlerce yıl önce kurulan tulumbacı ocakları ne felaketler ne yangınlar geçirdi. Felaketin yaşandığı bölgede en yetkililer, vali, dönemin belediye başkanı bile tulumba tutarak felaketlerin karşısında tek yürek olduğunu göstermişler. Hatta İstanbul’da yaşanan büyük yangınlarda Sadrazam Damad İbrahim Paşa bile felaketin yaşandığı yere giderek çok kez tulumba basmış, acılı halkın yanında çabalarına ortak olmuştur. 

Bu kısa hatırlatmadan sonra günümüze ışınlanırsak, maden faciaları, depremler, sel felaketleri, yangınlar, kazalar, terör saldırıları ve sayamayacağım şekilde ölümler yaşanıyor. Hatta birkaç hafta önceki yazımda, ne kadar da ucuz ölüyoruz bu ülkede diye sizinle dertleşmiştim. Maalesef önceki gün yaşanan otel yangını ve kaybolan canlar bir kez daha bizi haklı çıkardı. Ucuz, insan hayatı ucuz…

Ekonomik ve sosyal statüsü ne olursa olsun kimsenin can güvenliği yok. Kural yok, denetim yok, hukuk yok, yok oğlu yok… 

Teknoloji var, eğitim var, bilgi var, ekonomi var. Bunları insan hayatı için kullanmak var mı? Koca bir yok.    

İnsan hayatını korumak, daha güzel, daha güvenli yaşamasını sağlamak için her türlü materyalin olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ama ne yok biliyor musunuz? İşte o gönüllü tulumbacılarımız yok. Yürekleriyle yangınları söndüren o kahramanları saygıyla yad ediyorum.