Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde liderlik arayışı, yalnızca Cumhurbaşkanı Tatar’ın performansına değil, sağ siyasetteki liderlik boşluğuna ve Türkiye’nin adadaki stratejilerine işaret ediyor.
Yusuf Kanlı
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) siyasetinde fırtınalı günler yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın liderlik performansı ve yaklaşan seçimler, yalnızca adadaki siyasi dengeleri değil, Türkiye ile ilişkilerin geleceğini de derinden etkiliyor. Tatar’ın liderliği, Ulusal Birlik Partisi’ndeki (UBP) krizler, merkez sağda aday arayışları ve Kıbrıs sorununa yönelik uluslararası dinamikler, birbirinden bağımsız gibi görünse de aynı politikanın farklı cephelerini oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın siyasi geçmişine bakıldığında, maliye bakanlığı dönemindeki başarıları ve ekonomist kimliğiyle adını duyurduğunu söylemek mümkün. Başbakanlık sürecinde de koalisyon zorluklarına rağmen dengeli bir liderlik sergilediği kabul edilebilir. Ancak Cumhurbaşkanlığı koltuğundaki performansı, adeta bu başarıların gölgesinde kaldı. Anketlere yansıyan memnuniyetsizlik oranları, Tatar’ın liderliğinin geniş bir kesim tarafından sorgulandığını ortaya koyuyor.
Tatar’ın en büyük açmazı, Türkiye’ye yönelik “tam biat” politikası oldu. Ankara’nın belirlediği “iki devletli çözüm” stratejisini hararetle savunması, onu Türkiye’nin vazgeçilmez bir müttefiki gibi gösterirken, KKTC halkı içinde “Ankara’nın memuru” algısını güçlendirdi. Bu durum, sadece Tatar’ın imajına değil, KKTC’nin uluslararası alandaki pozisyonuna da zarar verdi. Dahası, Ankara’nın, adadaki başarısızlıkların sorumluluğunu Tatar’a yüklediği iddiaları, Cumhurbaşkanı’nın liderlik konumunu daha da zayıflatıyor.
UBP’de kayıp dönem
UBP, KKTC siyasetinde merkez sağın taşıyıcı gücü olmuştur. Ancak son yıllarda, partinin iç dinamiklerinde yaşanan krizler, bu güçlü görüntüyü yerle bir etti. Ankara’nın UBP’ye yönelik müdahaleleri ve parti içindeki liderlik zafiyetleri, UBP’yi adeta hareketsiz bir yapıya dönüştürdü. Meclis başkanlığı seçiminde yaşanan skandallar ve parti içi çekişmeler, bu durumun en somut göstergeleri arasında.
Ankara’nın UBP içindeki krizlere müdahil olduğu iddiaları, hem parti içinde hem de kamuoyunda ciddi rahatsızlıklar yaratıyor. Parti üyelerinin yüzde 35’inin Tatar’ın yeniden aday olması durumunda oy vermeyeceğini ifade ettiği anketler, değişim ihtiyacını bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu kriz, yalnızca UBP’nin liderlik sorunu olarak görülmemeli; adadaki sağ siyasetin genel bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğu aşikâr.
Merkez sağda aday arayışları
Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ın son anketlerde öne çıkması, sağ seçmeni yeni aday arayışlarına yönlendirdi. Hasan Hastürer’in “seçim dengelerini değiştirebilecek bir aday” vurgusu, merkez sağın içinde bulunduğu boşluğu ve bu boşluğun doldurulması için atılan adımları gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin bu süreçteki rolü ise dikkat çekici. AKP çevrelerinden gelen bilgilere göre, KKTC’de sağ siyaseti yeniden şekillendirecek bir adayın belirlenmesi, Ankara’nın stratejik öncelikleri arasında. Bu adayın, sadece sağ tabanı değil, solun bir kesimini de kapsayacak bir profile sahip olması gerektiği belirtiliyor. Bu durum, KKTC’deki siyasi rekabetin ne kadar derinleştiğini ve yeni bir liderin ortaya çıkmasının yalnızca yerel dinamiklerle sınırlı olmadığını gösteriyor.
İki devletli çözüm ve strateji arayışları
Tatar’ın liderliğindeki en büyük kriz alanlarından biri de Kıbrıs sorununa yaklaşımı oldu. “İki devletli çözüm” fikrini Ankara’nın çizgisinden bile daha sert bir şekilde savunan Tatar, bu duruşuyla BM ve uluslararası toplumda geniş bir destek bulamadı. Kıbrıs Rum tarafının sert muhalefeti, bu önerinin masada kalıcı bir çözüm yaratma ihtimalini neredeyse sıfırladı.
Mevcut politikaların tıkanmışlığı, yeni bir strateji arayışını zorunlu kılıyor. Örneğin, “iki devletli konfederasyon” modeli, Türkiye’nin Kıbrıs’taki etkinliğini koruyarak AB ile daha uyumlu bir çözüm sunabilir. Bunun yanı sıra, Türkiye’ye Kıbrıs ile sınırlı bir AB üyeliği hakları verilmesi talebi gibi yaratıcı fikirlerin gündeme getirilmesi, çözüm sürecine yeni bir boyut katabilir. Ancak bu tür stratejik değişimler, yalnızca Kıbrıs Türk liderliğinin değil, Türkiye’nin de ciddi bir yeniden değerlendirme sürecine girmesini gerektiriyor.
KKTC’deki seçim atmosferi, yalnızca siyasi partiler arasında değil, halk arasında da yoğun tartışmaların konusu. Hasan Hastürer ve Serhat İncirli gibi yorumcuların, seçim dengelerini değiştirebilecek bir aday arayışına dikkat çekmesi, bu sürecin stratejik önemini vurguluyor. Türkiye’nin bu süreçte aktif bir rol oynayarak KKTC sağında yeni bir liderlik oluşturması, seçimin kaderini belirleyecek en önemli unsurlardan biri.
Krizlerin gölgesinde fırsatlar
KKTC siyasetinde yaşanan krizler, aynı zamanda büyük bir fırsatı da beraberinde getiriyor. Tatar’ın liderliğine yönelik eleştiriler, UBP’nin iç krizleri ve sağ siyasetin liderlik boşluğu, yalnızca sorunlar yaratmıyor; aynı zamanda adadaki siyaset yapma biçiminin yeniden şekillendirilmesi için bir alan açıyor.
Bugün KKTC, geçmişten farklı bir siyasi anlayışla geleceğini inşa etme fırsatına sahip. Aynı suda iki kez yüzmek mümkün olmayabilir, ancak daha güçlü bir liderlikle yeni bir nehir açmak her zaman mümkündür. KKTC’nin bu fırsatı değerlendirip değerlendiremeyeceği ise halkın tercihine, liderlerin vizyonuna ve Türkiye’nin bölgedeki stratejik yaklaşımına bağlı olacaktır.