Mustafa Kemal, Erkan-ı Harp Akademisi'nden 1905’te yüzbaşı rütbesiyle ve 5. sırada mezun olduktan sonra, arkadaşlarıyla ülkenin kurtulması için yaptığı çalışmalar sırasında, jurnalci bir subay arkadaşının ihbarı üzerine Ali Fuat’la birlikte tutuklanır...
Ali Fuat (Cebesoy)’un paşa olan babasının yardımıyla tahliye edilirler ama Ali Fuat, Beyrut’a, Mustafa Kemal de Şam’daki Beşinci Ordu’ya sürgün olarak gönderilir. Hayatı Cephelerde geçen, İstanbul-Başkentten uzak tutulmaya çalışılan Mustafa Kemal, 27 Eylül 1911 tarihinde, Erkan-ı Harp Dairesinin 5.Şubesindeki sadece 18 gün geçirdiği görevinden Trablusgarp’ı işgal eden İtalyanlara karşı savaşmak için Trablus’a gönderilmesini talep eder. Kolağası Mustafa Kemal, Tanin gazetesinin “Şerif” adlı muhabiri kimliğiyle Bingazi’ye intikal eder. Trablusgarp dönüşünde bu sefer de Gelibolu Bolayır Kolordusuna harekat Şube Md. Olarak atanır.
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi; Birinci Dünya Savaşı bitmiştir. Yenilen Osmanlı Ateşkes istemiştir. Midilli Adası’nın Mondros Koyunda, Truva Savaşını Kazanan Yunanlı Komutanın adı verilen, İngiliz HMS Agamemnon zırhlısında imzalanan şartları ağır olan mütareke metnine İtilaf Devletleri adına İngiltere’nin Akdeniz Filosu Kumandanı Amiral Calthorpe, Osmanlı Devleti adına ise Bahriye Nazırı Rauf Bey imza atmıştır.
Mütareke şartları, özetle;
Çanakkale ve Karadeniz Boğazları ve çevresi müttefikler tarafından işgal edilecektir,
Tüm ordu derhal terhis edilecek ve silahlarına el konulacaktır,
Türk Donanması teslim edilecek, gemilerin silahları sökülecektir,
Müttefikler, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir,
Osmanlı Devleti Batum ve Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir. Hicaz, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır.
Nitekim İtilaf devletleri Mondros Mütarekesinin ilgili maddesinden hareketle, ülkeyi işgal etmeye başlamışlardır. Filistin Cephe Komutanı Mustafa Kemal Paşa, işgallere karşı çıkması ve direnç göstermesi nedeniyle Padişah tarafından İstanbul’a çağrılmıştır. Tarihin garip cilvesi, işgal kuvvetlerinin gemileri ve askerlerinin geldiği 13 Kasım 1918 günü, onları ülkemizden kovacak Mustafa Kemal Paşa da Haydarpaşa Tren istasyonuna varmış ve Kartal römorkörüyle Haydarpaşa’dan karşıya geçerken “geldikleri gibi giderler” sözünü söylemiştir.
21 Aralık 1918; Sultan Vahdettin Mondros Mütarekesi şartlarına itiraz eden ve barış antlaşması için her türlü muhalefeti yapan Meclis-i Mebusan'ı feshetmiştir.
15 Mayıs 1919: İzmir Yunanlar tarafından işgal edilmiştir.
19 Mayıs 1919: Meclisi fesheden, Mustafa Kemal gibi mücadeleci kişileri, barış antlaşması yapılırken, yanında istemeyen Padişah, Mustafa Kemal Paşa’nın isteklerini kabul ederek, onu 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’da görevlendirir. 19 Mayıs 1919, Kurtuluş’tan, Kuruluşuna giden meşakkatli ve kutlu yolun ilk adımıdır.
28 Mayıs 1919 Havza Genelgesi:
Yunan’ın İzmir işgali karşısında bütün ülke ayağa kalkmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Havza’da bir bildiri hazırlayarak, Başkent dahil bütün illerin valilerine ve cemiyetlere gönderir. Özetle
“Millet uyandırılmalı ve harekete geçirilmelidir. Bu amaçla işgallere karşı mitingler yapılmalı, İstanbul hükûmetinin uyarılmalı, yabancı ülke temsilcilerine protesto telgrafları çekilmeli, düşman işgallerine karşı kurulmuş olan millî cemiyetlerin ortak bir amaç etrafından birleştirilmeli, millî irade hâkim kılınmalı ve İstanbul’un Anadolu’ya hâkim olmak yerine tabi olması sağlanmalıdır.” şeklindedir.
22 Haziran 1919 Amasya Tamimi:
Amasya Tamimini, 9. Ordu Müfettişi sıfatı ile imzalayan Mustafa Kemal Paşa, özetle; Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul hükûmeti sorumluluğunu yerine getirememektedir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Anadolu'nun her bakımdan en güvenilir yeri olan Sivas'ta hemen millî bir kongre toplanacaktır. Doğu illeri adına 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır.
09 Temmuz 1919; Mustafa Kemal Paşa’nın İstifası
Mustafa Kemal Paşa’nın yayınladığı, Havza Bildirisi ve Amasya Tamimi Padişah ve İşgal Kuvvetleri tarafından kabul edilebilir değildir. Bu nedenle Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya geri dönmesi talimatı çeker. Ancak Mustafa Kemal bu çağrıya cevap vermez. Bunun üzerine Vükelâ Meclisi (Bakanlar Kurulu) İngilizlerin baskısıyla, Mustafa Kemal Paşa’nın görevinin sona erdiği ve İstanbul’a dönmesi gerektiği yönünde karar alır. Mustafa Kemal Paşa’nın bu emri dinlememesi üzerine “hiçbir resmi sıfatının kalmadığına” ilişkin bu emirin, tüm vilayetlere gönderilmesi için Dahiliye, kendisine bildirilmesi için de Harbiye Nezareti görevlendirilir. Bu görevi yerine getirmek istemeyen Harbiye Nazır’ı Şevket Turgut Paşa ve Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey istifa eder. Yeni Harbiye Nazırı, 5 Temmuz 1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya resmi görevine son verildiğini ve Padişah adına İstanbul’a dönmesini iletir. Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa 08 Temmuz 1919 gecesi Harbiye Nezareti’ne ve Padişah’a gönderdiği istifasında “Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, ….…sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak çalışmak üzere çok sevdiğim askerlik mesleğimden ve görevimden istifa ettiğimi arz ve ilan eylerim.” sözleriyle bildirmiştir. Bunun üzerine Sultan Vahdettin tarafından idam ve yakalama fermanı çıkarılır.
23 Temmuz-07 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi
Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’in yanına gelerek “Ben ve Kolordum emrinizdedir” demesi, Kurtuluş’un en önemli kilometre taşlarından birisidir.
Bu arada bölgedeki İngiliz komutan Rawlinson, “Hükûmetim bu kongrenin toplanmasına müsaade edemez.” deyince Mustafa Kemal daha da net bir ifade ile “Ne hükûmetinizden ne de sizden müsaade istemedik ki, böyle bir müsaadenin verilip verilmeyeceği bahis mevzuu olsun, Kongre muhakkak belirtilen tarihte toplanacaktır. Millet buna karar vermiştir” demiştir.
14 Gün süren Erzurum Kongresi’nin kararları özetle aşağıdadır.
- Vatan bir bütündür bölünemez.
- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, millet hep birlikte direnecektir.
- Vatanın bağımsızlığı, Osmanlı Hükümeti tarafından sağlanamazsa, geçici bir hükümet kurulacaktır.
- Hristiyan azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu haklar ve ayrıcalıklar verilemez (Kapitülasyonlara ilk kez karşı geliniyor).
- Manda ve himaye kabul olunamaz. (Tam bağımsız Türkiye)
- Meclis-i Mebusan (Sultan Vahdettin’in feshettiği) derhal toplanmalı, hükümetin çalışmaları meclis denetimi altına girmelidir.
4-11 Eylül 1919- Sivas Kongresi
Büyük zorluklarla ve fedakârlıklarla, katılan herkesin ölümü göze alarak katıldığı Sivas Kongresi’nde, ülkenin kurtarılması ve tam bağımsızlık ön planda yer almıştır. Kararlar, millete ve bütün dünyaya bir beyanname ile yayınlanmış olup özetle aşağıdadır.
- Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 günü sınırlarımız içinde kalan ve çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesi toprakları birbirinden ayrılmaz ve hiçbir bahane ile bölünmez bir bütündür. (Misak-ı Milli Sınırları)
- Toplumunun bütünlüğü ve millî bağımsızlığımızın sağlanması, hilâfet ve saltanat makamının korunması için Kuva-yı Milliye ve irade-i milliye esas olacaktır.
- Osmanlı ülkesinin herhangi bir bölgesine karşı yapılacak saldırı ve işgale bilhassa vatanımız dâhilinde bağımsız Rum ve Ermeni devletleri kurulmasına karşı ..Millî Mücadele ..ve direniş gösterilecektir.
- ..Bütün gayrimüslim unsurların her türlü hakları tamamıyla korunduğundan, bu unsurlara siyasî hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez.
- Milletlerin kendi kaderlerini bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde, merkezî hükümetimizin de millî iradeye tâbi olması zaruridir. Keyfî ve şahsî kararlara milletçe uyulmadığı gibi dışarıda da itibar edilmediği anlaşılmıştır. Bu sebeple merkezî hükümetimizin hemen millî meclisi toplaması, millet ve memleketin geleceği hakkında alınacak bütün kararları meclis denetimine sunması zorunludur.
- Bütün millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir. Bu cemiyet her türlü particilik akımlarından ve şahsî ihtiraslardan arınacaktır.
28 Ocak 1920 Misak-ı Milli (Milli Yemin), Meclis-i Mebusan Kararı:
Sivas Kongresi'nin talepleri doğrultusunda, Padişah, Kasım 1919 ayında genel seçimlerin yenilenmesine karar verdi ve Anadolu'nun her ilinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin gösterdiği adaylar kazandı. Misak-ı Milli metni Ankara’da son halini aldı ve Heyet-i Temsiliye üyelerince imzalanan metin, Trabzon mebusu Hüsrev Sami Bey (Gerede) tarafından İstanbul'a götürüldü. Kurtuluş Savaşının siyasi bildirisi olan altı maddelik Misak-ı Milli kararı İstanbul’da toplanan son Meclis-i Mebusan tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliğiyle kabul edilmiş ve bütün dünyaya ilan edilmiştir. Bildiri, hazırlıkları başlamış Barış Antlaşmasında (Sevr) Türkiye'nin kabul edebileceği asgari şartları içermektedir.
16 Mart 1920 İstanbul'un Resmi Olarak İşgal Edilmesi;
Mondros Mütarekesi sonrası, Osmanlı başkenti, İstanbul, 13 Kasım 1918 işgal edildi ama idare ele alınmadı. Ancak, seçimlerin yapılması, Meclis-i Mebusan’ın toplanması, her yerde işgale karşı mitinglerin yapılması nedeniyle, 16 Mart 1920'deki resmi işgal ile idareye el konuldu. 16 Mart 1920 sabah 05.45 sularında İngiliz askerleri Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine bağlı karargâh birliği karakolunu basıp beş eri öldürdü, onlarca askeri yaraladı. Meclisi basarak milletvekillerini tutukladılar. Meclis kapatıldı. Harbiye Nazırı Cemal Paşa'nın evi basıldı. Telgrafçı Hamdi Bey, İngilizlerin işgalini Ankara'ya Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. Mustafa Kemal Paşa tüm İtilaf Devletleri başkentlerine çektiği protesto telgrafında, “işgalin tarihi mesuliyetinin kendilerine ait olacağını” belirtmiştir.
23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisinin kurulması
Osmanlı Meclis-i Mebusan-ı hiçbir zaman düzenli çalışamamıştır. Padişahlar bir bahaneyle Meclisi tatil etmiştir. Meşrutiyeti ilan edeceğim diye iktidara gelen ama ilk İş Sadrazam ve Aydınlanmanın öncüsü Sadrazam Mithat Paşayı sürgüne gönderen ve 1877-78 Rus harbini bahane ederek meclisi kapatan II. Abdülhamit. Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Meclis’teki muhalif düşüncelere karşı duramayan ve Meclisi feshederek tüm gücü eline alan Padişah Vahdettin’in aksine, Mustafa Kemal Paşa, düşman işgaline uğramış ülkeyi Kurtuluşa götürmek için tek adamlığı kabul etmemiştir. İlk iş olarak İstanbul’dan kaçabilen tüm mebusların en kısa zamanda Ankara intikal etmelerini istemiş ve seçilen milletvekilleriyle 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisini (TBMM) kurmuştur.
Meclis’in yapısı çok karışık, dinciler var, Osmanlıcılar var, Hilafetçiler var, İngiliz, ABD Mandası isteyenler var, İngiliz ve ABD Ajanı milletvekilleri var. Herkes kendini Sadrazam, Başvekil, hatta ülke lideri görüyor, benim neyim eksik diyor, muhalefet var. Bu arada Ruslarla anlaşıp, Kafkasya’da bir Türk Devleti kurup onun başına geçebilir miyim diyen var. Milli Direnişe karşı, Yunan veya İngiliz’ler iyidir, Kuvvacılar haindir diyenler var; Ellerinden gelse, Mustafa Kemal’i öldürmek veya Meclisten atmak isteyenler var. Zaten Mustafa Kemal hakkında idam kararı ve şeyhülislam fetvası var. Öldürdün mü, cennetliksin. Ordunun % 50’si asker kaçağı, genç kaçaklar, ellerinde silahlar köy basıyor, eşkıyalık yapıyor, İstanbul basını var. İstanbul’da İngiliz Muhipleri (sevenleri) Cemiyetine üye olanlar var. Neden üye oluyorlar, bazıları İstanbul’da sokağa çıktı mı İngiliz Muhipleri Cemiyeti üye kartı sayesinde, İngiliz Devriyeler tarafından durdurulmuyor, sorgulanmıyor, üstü başı aranmıyor, sadece bunun için gidip İngiliz Kulübüne üye olanlar var. İstanbul’da hayatlarını yaşıyorlar, sanki Kurtuluş Savaşı yok. Sanki Anadolu’da savaşanlar, şehit olanlar TÜRK değil.
10 Ağustos 1920 İstanbul Hükümetinin Sevr Barış Antlaşmasını İmzalaması
02 Aralık 1920 Doğu ve Kafkas Cephesi ve Gümrü Antlaşması
Kazım Karabekir Paşa, Doğu Cephesi Komutanlığı’na atanmıştır. 13 Eylül’de sınırı geçerek Soğanlı Dağlarının önemli kısımlarını işgal etmiştir. 28 Eylül sabahı başlayan harekât büyük bir hızla ilk hedefi olan Sarıkamış ele geçirilmiş, Ermeni ordusu üç saat içinde bozguna uğratılmış ve Kars geri alınmıştır. Ermenilerin Türk tarafının ateşkes şartlarını kabul etmesinden sonra Gümrü’de Kâzım Karabekir başkanlığındaki Türk heyeti ile Hatisyan başkanlığındaki Ermeni heyeti arasında barış müzakereleri başlamış ve Ermeni heyeti, Sevr Anlaşması’ndaki imzalarını geri çektiklerini kabul etmişler ve 2-3 Aralık 1920 gecesi Gümrü Barış Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma TBMM Hükümeti’nin uluslararası alandaki ilk siyasî antlaşması olması açısından büyük ehemmiyet arz etmektedir. Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa ileri harekâtla, Ardahan ve Artvin’i geri aldıktan sonra Ahıska, Batum ve Ahılkelek bölgesini de ele geçirmiştir. Ancak 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması kapsamında, Batum ve çevresi ile Ahıska ve Ahılkelek’ten de geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bundan sonra Doğu Cephesindeki askeri birlikler, silah ve cephane Batı Cephesi’ne gönderilmiştir.
09 Şubat 1921 Güneydoğu Cephesi, Antep Kuşatması, İzmir ve İstanbul’un işgalinden sonra, Fransızlar Kilis´i ve Antep´i işgal etti. İşgale direnen Antep halkının, Fransızlara karşı verdiği direniş 10 ay sürmüş, ancak sonunda 09 Şubat 1921 tarihinde şehir tamamen Fransızların kontrolüne geçmiştir. (Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 6 Şubat 1921 tarihli toplantısında Antep´e "Gazi" unvanını vermiştir.)
06-11 Ocak 1921 I. İNÖNÜ Muharebesi
Yunanlar, İzmir işgalinden sonra, ileri harekâta devamla Ağustos 1920'ye kadar Ayvalık- Soma-Akhisar-Aydın hattını, Balıkesir'i, Bursa’yı, Uşak bölgesini ele geçirdi. Yunan Hükûmetinin Anadolu'da bir ileri harekâta girişmesi Ankara Hükümetini siyasi anlamda zorlamaktaydı. Batı Anadolu'daki Türk kuvvetlerinin esas unsurları Çerkez Ethem kuvvetleri ile mücadele ediyordu. Karar verilmişti, Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı olan harekât geçici olarak durdurulacak, Aktarabilecek diğer birliklerle birlikte Batı Cephesi'ne kaydırılacaktır. Güney Cephesi'nde, Çerkez Ethem kuvvetleriyle uğraşmakta olan kıt'alar derhal Afyon ve Dumlupınar mevzilerine dönecekler ve Yunan ileri harekâtı bu mevzilerde savunulacaktı. 06 Ocak’ta başlayan Yunana taarruzu karşısında, başarılı bir savunma uygulayan ordumuz, Yunan kuvvetlerini İnönü’de durdurmuştur. Bu, TBMM'nin kurmuş olduğu düzenli ordunun cephedeki ilk başarısıdır.
Sonuçları;
-Bu zafer, yeni Türk devletinin iç durumunu kuvvetlendirmiş ve dıştaki itibarını arttırmıştır.
-Birinci İnönü Muharebesinden sonra Teşkilat-ı Esasiye (İlk Anayasa) 20 Ocak 1921 tarihinde ilan edilmiştir.
- İtilaf devletlerinin Yunanistan'a güveni azalmış ve yeni durumu görüşmek Sevr Antlaşmasında bazı değişiklikler yapmak üzere Londra'da bir konferansın yapılmasına karar verdiler. Ancak yalnızca Osmanlı Hükûmetini davet ettiler. Mustafa Kemal'in de Londra Konferansı'na katılabileceğini ya da bir temsilci yollayabileceğini Osmanlı Hükûmeti'ne bildirdiler. Ancak TBMM bu teklifi kabul etmedi ve çağrılmadığı bir konferansa, katılamayacağını bildirdi. Bunun üzerine İtilaf Devletleri, İtalya'nın aracılığı ile TBMM'yi resmen Londra Konferansı'na çağırdı. Konferans 23 Şubat 1921 Londra'da açıldı. İtilaf Devletleri, her türlü görüşmeyi TBMM heyetiyle yaparak, Sevr Antlaşması'nda küçük değişiklikler yapmayı teklif ettiler. TBMM delegeleri, Misak-ı Milli sınırları haricinde hiçbir teklifi kabul etmeyeceklerini bildirince, konferans sonuç alınamadan dağıldı. Londra Konferansı, İtilaf Devletleri'nin TBMM'yi tanımaları açısından diplomatik bir başarıdır.
- TBMM’de Mehmet Akif (Ersoy)’in yazdığı İstiklâl Marşı, Milli Marş olarak kabul edilmiştir. (12 Mart 1921). Artık Ulusal Direniş bir devlet olma yolunda önemli adımları sırasıyla yerine getirmektedir.
-Sovyet Rusya ile Moskova Antlaşması Millî Mücadele sürerken TBMM Hükümeti ile Rusya Hükümeti arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma ile doğu sınırlarımız belirlenmiş, Çarlık Rusya'sına verilmiş olan kapitülasyonlar kaldırılmış ve Sevr hükümsüz ilan edilmiştir.
23-31 Mart 1921 İkinci İnönü Muharebesi, Birinci İnönü Muharebesinde Ankara’ya kadar gelmek isteyen Yunan Ordusu Türk kuvvetlerinin güçlenmesine imkân vermemek maksadıyla ileri harekâta geçmiştir. Ancak püskürtülen Yunan birlikleri Afyon şehri batısına kadar geri çekildiler. Geri çekilen Yunan ordusuna Türk süvarileri tarafından Yenişehir ovasında bir darbe daha indirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa İnönü’ye çektiği telgrafta "Siz orada yalnız düşmanı değil milletin makus talihini de yendiniz. İşgal altındaki topraklarımızla beraber bütün vatan, zaferinizi kutluyor" diye yazmıştır.
10-24 Temmuz 1921 Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Yunanlar, İtilaf Kuvvetlerinin baskıları ve sağladıkları silahlarla 10 Temmuz’da tekrar saldırdılar, daha yaralar bile iyileşmemişti. Üstün silah gücüyle Yunanlar Kütahya ve Eskişehir’i ele geçirince cephe kritik bir duruma düşmüştür. Cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa, ordunun, Yunanlarla arasında mesafe bırakılarak Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmesini emretmiştir.
Sonuçları:
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri galibi Yunanlar, İngilizlerin de teşvikiyle vakit geçirmeden Sakarya ötesine taarruz için hazırlık içindeydiler. Yunan Kralı Konstantin 23 Temmuz 1921’de Kütahya’ya gelerek, Yunan Savaş Divanı’na başkanlık etmiştir.
Geri çekilme ve Yunan ilerlemesi üzerine, Meclis’te "ordu nereye gidiyor" söylemleriyle Mustafa Kemal Paşaya karşı muhalefet sertleşmiştir. Mustafa Kemal'e ordunun başına geçmesi gerektiğini söyleyen Muhalefet, ordunun zaten yenildiğini ve Mustafa Kemal'in olası yenilgilerle yıldızının tamamen söneceğine inanıyordu. Diğer bir grup ise durumun vahameti karşısından, gerçekten, zaferin tek çıkış noktasının Mustafa Kemal'in başkumandanlığı olduğunu öne sürüyordu.
4 Ağustos 1921’de yapılan gizli oturumda Mustafa Kemal görevi "Türkiye Büyük Millet Meclisinin haiz olduğu salâhiyeti, filen kullanabilmek” şartıyla kabul edebileceğini söylemiştir. İki gün süren tartışmalar sonucunda, Meclis, başkumandanlık görevini "Başkumandan; ordunun maddî ve manevî kuvvetini azamî surette artırma ve sevk-i idaresini güçlendirmek hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna müteallik salâhiyetini Meclis namına filen kullanmaya mezundur." şeklinde Mustafa Kemal Paşa'ya tevcih etmiştir. Böylece Mustafa Kemal'in her emri kanun niteliğine bürünmüştür.
07-8 Ağustos 1921 Tekâlif-i Milliye Emirleri:
Kurtuluş Savaşı’nın en kritik ve bunalımlı günleri yaşanıyordu. TBMM’deki heyecanlı görüşmeler birbirini izliyor, Meclis’in Kayseri’ye taşınması tartışmaları yapılıyordu. Türk ordusunun savaş gücü azalmıştı. Topyekûn bir ölüm-kalım savaşına hazırlanmak gereği ortaya çıkmıştı. Türk ordusunun Kütahya-Eskişehir Savaşları’nda yenilmesinin esas nedeni, pek çok olanaktan yoksun olarak savaşmak zorunda kalmasıydı. Ordunun ihtiyaçları karşılandığı takdirde, Yunan ordusu Anadolu’da yok edilebilirdi. Vakit azdı. Mustafa Kemal Paşa “Tekâlif-i Milliye (Ulusal Yükümlülükler) Emirlerini yayınladı ve tüm ülkeyi seferber ederek Türk milletinin Topyekûn Savaş’ını başlattı.
On ayrı yükümlülüğü kapsayan Tekâlif-i Milliye Emirleri ve uygulamaları şunlardır:
1. Her kazada birer “Tekâlif-i Milliye Komisyonu” kurulacak ve komisyon üyelerine ücret ödenmeyecektir. Görevlerini ihmal eden komisyon üyeleri, vatana ihanet suçundan cezalandırılacaktır.
2. Ülkede her aile, birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Komisyon’na teslim edecektir. Yoksul bir aile yükümlülüğünü yerine getiremez ise, zengin bir ailenin bu giyim eşyalarını vermeleri komisyon tarafından sağlanacaktır.
3. Tüccarın ve halkın elinde bulunan çamaşırlık bez, Amerikan patiska, pamuk, yıkanmış veya yıkanmamış yün ve tiftik, .. her cins kışlık ve yazlık kumaş, …kösele, … çarık, potin, demir kundura çivisi, kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal mıh, yem torbası, yular, belleme, kolon, kaşağı, …. urgan stoklarından %40’na, parası daha sonra ödenmek üzere el konulacaktır.
4. Eldeki buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur, nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay ve mum stoklarından %40’na, parası daha sonra ödenmek üzere el konulacaktır.
5. Ordu ihtiyacı için alınan taşıma araçlarının yanı sıra, halkın elinde kalan taşıma araçları ile ayda bir defa, yüz kilometrelik bir uzaklığa, parasız askerî taşıma yapılması zorunludur.
6. Ordunun giyecek ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el konulacaktır.
7. Halkın elinde bulunan, savaşta işe yarayacak bütün silah ve cephane üç gün içinde Tekâlif-i Milliye Komisyonlarına teslim edilecektir.
8. Benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, ….., otomobil ve kamyon lastiği, solüsyon, buji, soğuk tutkal, telefon makinesi, kablo, pil, tel, …… stoklarının %40’na, parası sonra ödenmek üzere ordu adına el konulacaktır.
9. Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, arabacı ustaları ve imalâthaneleri savunma sanayine yönlendirilecektir.
10. Halkın elinde bulunan yaylı araba, at ve öküz arabalarıyla, kağnı arabalarının, bütün donanım ve hayvanlarıyla birlikte ve binek ve top çekebilecek n hayvanlar, katır ve yük hayvanları, deve ve eşeklerin %20’sine, ordu adına el konulacaktır. (Tekâlif-i Milliye Komisyonları tarafından parası sonradan ödenmek üzere alınan mal ve malzemenin toplam tutarı olan 6.003.663 TL, hatta Osmanlının I. Dünya Savaşından halka olan 10.527.217 TL borcunun da tamamı Cumhuriyet Döneminde ödenmiştir.)
22 Ağustos - 13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi;
Sakarya Meydan Savaşı23 Ağustos 1921 sabahı Yunan Ordusu'nun Türk savunma mevzilerine saldırısıyla başladı. Savaş yaklaşık 100 km'lik bir cephede yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz. Onun için küçük birlik …. durabildiği ilk noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Birlikler bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur." emrini vererek bu savaşın “Ya istiklal ya ölüm” kadar önem taşıdığını ortaya koymuştur. İlk aşamada savunmada kalan ve düşmanı yıpratan Türk Ordusu, Yunan kuvvetlerinin savunma için tertiplenmesine imkân vermeden 10 Eylül'de genel karşı taarruza geçmiştir. 13 Eylül'e kadar süren Türk taarruzu sonucunda Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon hattına kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Çekilen Yunan ordusunu takip amacıyla süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile harekâta devam edildi ve 20 Eylül'de Sivrihisar, 22 Eylül'de Aziziye ve 24 Eylül'de Bolvadin ve Çay düşman işgalinden kurtarılmıştır. Savaş, 22 gün ve 22 gece sürerek, Ankara'nın 50 km kadar yakınına yaklaşan Yunan ordusu eski mevzilerine kadar geri atılmıştır.
Sonuçları;
- Mustafa Kemal’e TBMM tarafından çıkarmış olduğu üniforması Müşir (Mareşal) rütbesiyle geri verilmiş ve Gazi unvanı tevcih edilmiştir.
- Sakarya Savaşı'nın kazanılmasıyla, Türk milletinin savaşın kazanılacağına olan inancı yerine gelmiştir.
- Uluslararası toplumun (özellikle İngiltere'nin) TBMM güçlerine bakışı değişmiş ve Yunanistan, arkasındaki İngiltere desteğini kaybetmiştir.
- İtalyanlar Antalya bölgesinde işgal ettiği bölgelerden çekilmiştir.
- Fransız Hükûmeti Türk-Fransız Cephesi'ndeki faaliyetleri durdurmuştur. 20 Ekim 1921 tarihinde Türk-Fransız Ankara Antlaşması yapılmış ve Güneydoğu cephesi emniyete alınmıştır. 25 Aralık 1921´de son Fransız askeri Gaziantep´ten ayrılmıştır. İtilaf Devletlerinden Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması, Sevr Antlaşmasının geçersiz olduğunu ve TBMM hükümetinin zımnen tanınması bakımından çok önemlidir.
02 Aralık 1922, Mustafa Kemal’i Engelleme Çalışmaları
Daha Kurtuluş’un başındayız. Mustafa Kemal’in, Milletvekili seçilememesi için Erzurum Mebusu Süleyman Necati ve Mersin Mebusu Salâhattin ve Canik Mebusu Emin Bey bir kanun teklifinde bulunmuştur. Bu kanun teklifi, “Büyük Millet Meclisi'ne milletvekili seçilebilmek için, Türkiye’nin bugünkü hudutları dâhilindeki il ve ilçelerin ahalisinden olmak veya buralarda en az beş sene ikamet etmiş olmak gereklidir”. Bu tasarı Üzerine Mustafa Kemal’in Mecliste yaptığı konuşma şu şekildedir. “Bu teklif bana karşı özel bir amaç güdüyor. Teklif edilen kanunda, TBMM’ne seçilebilmek için, ya Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerlerin halkından olmak ya da bu bölgelerden birinde en az beş yıl yerleşik olmak şart koşuluyor. Ne yazık ki doğduğum yer, bugünkü sınırlar dışındadır. Herhangi bir seçim bölgesinde beş yıl olsun oturup kalmış da değilim. Eğer düşmanlar amaçlarına ulaşmış olsalardı, Tanrı korusun, bu tasarıya imzasını koyan bayların memleketleri de sınır dışında kalabilirdi. Bundan başka, bu maddenin istediği koşul ..aralıksız beş yıl bir seçim bölgesinde otursaydım.. Arıburnu ve Anafartalar savaşlarını yapmamam gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturup kalsaydım, Bitlis’i ve Muş’u aldıktan sonra Diyarbakır’a doğru ilerleyen düşmanın karşısına çıkmamam, Bitlis ve Muş’u kurtarmamam gerekirdi. ….Tasarlıyordum ki yabancı düşmanlar canıma kıymak yoluyla bu yönden yararlı olmaktan beni alıkoymaya çabalayacaklardır. Ama hiçbir zaman aklımın köşesinden geçmezdi ki yüce mecliste bunlarla bir düşünen iki üç kişi olsun çıkabilecek! Bunun içindir ki şimdi ben anlamak istiyorum: Bu baylar seçim bölgeleri halkının duygularını ve dileklerini mi dile getiriyorlar? Peki, ulus bu baylarla aynı düşüncede midir? Benim yurttaşlık haklarımı elimden almak yetkisi bu baylara nereden verilmiştir? Bu kürsüden, yüksek kurulunuza ve bu bayların seçim bölgeleri halkına ve bütün ulusa soruyorum ve karşılık istiyorum.” Ve bu konuşma Anadolu’da duyulduktan sonra halk tarafından Millet Meclisine on binlerce protesto telgrafı çekilmiştir.
Büyük Taarruz Hazırlıkları:
Sakarya Savaşı sonrası, Meclis Gazi Mustafa Kemal’e “Kazandık neden duruyorsun ilerleyelim” diye baskı yapıyordu, Gazi Mustafa Kemal ise “hazırlıksız bir taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür” der ve “Gözüm Sakarya’da, kulağım İnebolu’da” diyerek hazırlıkların tamamlanmasını bekler. Hazırlıklar yapılırken, Gazi önemli bir vaktini Ilgın/Konya’daki süvari kolordusunda geçirir. Yunanı İzmir’den deniz dökmek için mevcut 500 Km yol, piyadeden daha hızlı süvarilerle yapılacaktır. Her şey planlanıyordu. 28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırılan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu ve bazı kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı ve komutanlarla taarruzun ayrıntıları tartışıldı. Taarruz hazırlıkları tamamlanmış ve Mustafa Kemal ve TBMM Hükümeti sekiz milyonluk ülkeden, onca firari ve kaçaklara rağmen, 208.000 kişilik modern bir ordu tesis etmişti. 26 Ağustos başlayacak Büyük Taarruz’un başarısı bütün dünyadan gizli tutulmasına da bağlıydı. Öyle ki yapılacak Büyük Taarruzu maskelemek için barış görüşmeleri yapmak için Fethi (Okyar) Bey Londra’ya gönderilmiş, ancak Lord Curzon tarafından kabul dahi edilmemiştir. Gazi Mustafa Kemal Ankara’dan ayrılmış, ancak tüm meclis ve görevliler, Ankara’daymış gibi davranacak bu kapsamda o günlerde çıkan gazetelerde gazi’nin Çankaya’da ileri gelenlere ve yabancı misyona çay partisi vereceği ilan edilmiştir. Büyük Taarruzdan bir gün önce, telgraf hatları kesilerek Anadolu'nun tüm dünya ile haberleşmesi kesilmiştir.
26 Ağustos- 09 Eylül 1922 Büyük Taarruz
Bu sefer ilk saldıran Yunan değildi. Kocatepe’de bulunan Gazi Mustafa Kemal saat 05.30'da toplara “ateş” emrini verdi ve taarruz başladı. 26 Ağustos Cumartesi günü başlayan Türk taarruzu hakkında hiç bir haber yok 27 Ağustos Afyon kurtarılıyor. 27 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Paşa'ya kuşattıkları Çiğiltepe’yi yarım saat sonra alacaklarını bildiren Miralay Reşat (Çiğiltepe) bu görevi başaramayınca hayatına son vermiştir.
Mustafa Kemal’e 26 Ağustos’ta harekâtın hedefini soran komutanlara cevap vermemişti. Türklerin taarruzunun kapsamını, hedefini, büyüklüğü hala fark edilememiştir. 30 Ağustos Çarşamba sabahı Afyon'da şiddetli çarpışmaların olduğu, Türklerin bir saldırıya geçmiş olabileceği, ancak halen doğrulanamadığı gibi haberler dünya ajanslarına düşmeye başlamıştı. Hâlbuki Türk Ordusu 30 Ağustos günü çok önemli hedefleri ele geçirmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos günü yazdığı emir şu şekildedir.
Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!
“TBMM Orduları, Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. ….. büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmalıdır. …..Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!”.
Anadolu’daki Yunan ordusunun Komutanı General Hacı Anestis Türk Taarruzunun başlamasından iki gün sonra, 28 Ağustos 1922’de, görevinden istifa ederek Atina’ya döner. Yerine General Trikupis getirilir. Ancak tarihin garip cilvesi, savaşta darmadağın olan ve esir edilen General Trikupis'e bu yeni görevi 02 Eylül’de esir olarak Uşak’ta getirildikleri başkomutanlık karargâhında Mustafa Kemal Paşa tarafından “Atina sizi Hacı Anestis’in yerine Yunan Ordusu başkumandanlığına atadı” şeklinde tebliğ edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşanın orduları, 26 Ağustos’ta başlattıkları taarruz sonucu İzmir’e olan 450 Km.den fazla yolu, dağ-bayır, günde 30 km den fazla ilerleyerek, 14 günde, 09 Eylül 1922’de Yunanları İzmir’de denize dökmesiyle sonuçlanan ve tüm dünyayı şaşkına çeviren yıldırım harekâtından sonra, dünyada, I. Dünya Savaşından sonraki en sıcak günler yaşanmaya başlanmıştır. Daha kurtarılacak Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Kocaeli, İstanbul ve Koca Trakya vardı. Türk Ordusu yönünü Çanakkale üzerinden kuzeye çevirdiğinde, başta İngilizler olmak üzere tüm dünya panik ve şaşkınlık yaşamaya başladı.
Şimdi ne olacaktı? Tarih tekrar yazılıyordu, tüm dünyanın gözleri Anadolu’ya ve Türk Boğazlarına çevrildi. İngilizler, İstanbul, Çanakkale ile Türk Boğazlarını vermek istemediler. Bu kriz tarihe Çanakkale (Chanak) krizi (bkz. https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/canakkale-olayi/) olarak geçmiş ve Mustafa Kemal Paşanın uyguladığı eşsiz askeri-politik stratejiyle dünya tarihinde önemli değişikliklere neden olmuştur.
9 Eylül 1922’de, Yunanistan’da askeri darbe olmuştur. Kral I. Kostantin tahtı oğlu II. Georgios’a bırakarak ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Küçük Asya hezimetinin suçlularını yargı önüne çıkarılmış ve duruşmalar sonucu, 28 Kasım 1922'de aralarında Başkomutan General Hacı Anestis, Başbakan Dimitros Gunaris, Dışişleri Bakanı Georgios Baltatzis, Eski Başbakan, İçişleri Bakanı Nikolaos Stratos, MSB Nikolaos Theotokis ve Maliye Bakanı Petros Protopapadakis idama mahkûm edilmiş ve aynı gün kurşuna dizilerek infaz edilmiştir.
Yunanı denize döken binlerce Türk süvarisi, piyade bölükleriyle birlikte Çanakkale, Bursa ve İzmit istikametine yöneldiler. 11 Eylül’de Bursa kurtarılmıştı.
15 Eylül’de, Mustafa Kemal Paşa’nın, Daily Mail Gazetesinde de yayınlanan, “Taleplerimiz Kurtuluş savaşımızda kazandığımız bu zaferden sonra değişmemiştir. Biz Küçük Asya’yı (Anadolu’yu), Meriç nehrine kadar Trakya’yı ve başkentimiz İstanbul’a sahip olacağız. Aksi halde ordumla İstanbul üzerine yürümek zorunda kalacağım ki bu sadece birkaç günlük bir harekâttır. Ben, bu toprakları, yapılacak görüşmelerle elde etmeyi tercih ederim. Ancak, takdir edersiniz ki, bunun için sonsuza kadar bekleyemem” şeklindeki talepleri İtilaf Devletlerine bildirilmiştir.
15 Eylül günü İngiliz kabinesi Boğazların ve İstanbul’un silahla savunularak elde tutulmasına karar vermiştir. Başbakan Lord Curzon, “eğer Türk Boğazları, İstanbul ve Çanakkale’yi kaybedersek. I.Dünya Savaşındaki kazanımlarımızı, saygınlığımızı kaybederiz ki kabul edilebilir değildir” şeklinde açıklama yapmıştır.
Birleşik Krallık dominyonları Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Hindistan’dan, ilave olarak Sırbistan ve Romanya’dan Çanakkale’nin Türklere karşı savunulması için asker göndermelerini ve Kraliçenin ordularını desteklemelerini talep etmiştir. Ancak, bu kabul görmemiştir..
Yunan’a karşı Son Kurşun 17 Eylül günü Bandırma’da atılmış ve Bandırma düşman işgalinden kurtulmuştur. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs’ta Bandırma Vapuruyla başlayan kurtuluş mücadelesi, Bandırma’da Ayyıldız Tepe’de düşmana atılan son kurşun ile sona ermiştir. Bu çatışmada şehit olan 80 Mehmetçiğimiz ve komutanları Yarbay Hüseyin Vecihi bey, Binbaşı Süleyman Bey, Ayyıldız Tepe’deki “Son Kurşun Anıtı” şehitliğinde yatmaktadırlar.
İngilizlere olumsuz cevap veren kolonilerinin yanısıra, çatışmaya karşı olan Fransız ve İtalyanların 18 Eylül’de askerlerini Gelibolu tarafına çekmesiyle İngilizler, Türk ordusu karşısında tek başlarına kalmışlardır.
İngilizlerin en büyük korkusu askerlerine karşı, İstanbul’da organize edilecek bir halk hareketiydi. Öldürülecek her bir İngiliz askerinin hesabını verememekten korkuyorlardı.
Bu arada, özellikle İstanbul’a sızdırılan sivil kıyafetli subaylarla İstanbul’da bir direniş örgütünün yapılandırılması planlanmıştı. İstanbul’a geçen Mustafa Kemal’in Askerlerinden bazıları işgal kuvvetlerine yakalanmışlar, sorulara “evet biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz, memleketimize geldik” şeklinde cevap vermişlerdir. Yani İngiltere için Çanakkale Olayı’nın yanısıra “İstanbul Olayı” da hazırlanmakta idi. Bu subaylar ve yerel kuvvetler, Lozan Antlaşması imzalanıncaya kadar “Geçit Teşkilatı-GT” olarak yeraltı direniş gücünü oluşturmuşlardır.
Fransa ve İtalya’nın desteğini alamayan İngiltere, Çanakkale ve İstanbul civarındaki tarafsız bölgeye girmemeleri şartıyla, Trakya’nın boşaltılmasını kabul etmiş ve karar aynı gün Türk tarafına bildirilmiştir. Ancak, Mustafa Kemal Paşa bu öneriye yanıt vermediği gibi Çanakkale yönündeki ilerleyişi, bir kolordu ile takviye etti. Bu ilerleyiş üzerine İngiliz General Harington, Mustafa Kemal Paşa’ya “Tarafsız Bölge’ye giriyorsunuz, durun” notası verince, Mustafa Kemal Paşa “hangi tarafsız bölge, ben böyle bir tarafsız bölge tanımıyorum” cevabını vererek Türk Ordusunun ilerlemesini emretti.. İngilizlerin mütareke teklifini yaptığı bugün, dünyanın Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümetini resmen tanımış olduğu ve Sevr Antlaşmasını tarihin derinliklerine gömüldüğü gündür.
Kuzeye yönelen binlerce Türk süvarisi sözde tarafsız bölgenin içine girerek Ezine Bölgesine kadar ilerlemiştir. İngiliz Hükûmeti, “Çanakkale’nin boşaltılmasının, Britanya İmparatorluğu’nu, utanç verici duruma düşüreceği” gerekçesiyle, İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Harrington’a “Türkler tarafsız bölgeyi boşaltmadıkları takdirde, ateşle karşılık verilmesi” için kesin emir verdi. General ise böyle bir adımın, yeni ve sonunun nasıl olacağı belirsiz, bir savaş olacağını gördüğü için Hükümeti’nin emrini uygulamamıştır.
Bu olayların akışı içinde, 23 Eylül’de Paris’e koşan Lord Curzon ve müttefikleri arasında güçlükle görüş birliği sağlandı. Buna göre, tarafsız mıntıkaya girilmemesi ve ekalliyetlerin (azınlıkların) himaye edilmesi şartıyla, barış konferansında, Meriç’e kadar Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılması, Mudanya veya İzmit’te mütareke görüşmeleri yapılması ilkeleri benimsendi. Bu teklif Ankara hükümetine ulaştırıldı. Ama Mustafa Kemal Paşa’dan hala bir cevap yoktu.
Sovyet Rusya, 24 Eylül’de başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri’ne, bir nota gönderdi. “..Türk halkının Türk memleketlerinde, İstanbul ve boğazlarda tam egemenlik hakkının kabul edin. Türkiye’nin bütün topraklarında tam egemenliğe saygı gösterilmesini isteyen bu talebinin, gerçek barışı arayanların tarafından işitileceğini ümit etmektedir.”
Fransız diplomat Franclin Buoillon 28 Eylül’de İzmir’de Mustafa Kemal tarafından kabul edildi. Ateş kes görüşmelerinin Mudanya’da yapılmasını teklif etti.
Gazi Mustafa Kemal her türlü askerî tedbiri aldıktan sonra, Doğu Trakya’nın Meriç’e kadar, İzmit dahil Anadolu topraklarının Türkiye’ye bırakılması şartıyla, Mudanya’da mütareke görüşmelerine başlanmasını 29 Eylül’de kabul etti ve ordunun boğazlar yönündeki harekâtını durdurdu. Avrupa başkentleri derin bir nefes almıştı.
Mudanya Konferansı 03 Ekim günü, İtilâf devletlerinin komutanları; General Harington (İngiliz), General Charpy (Fransız), General Monbelli (İtalyan) ve Türkiye’yi de temsilen İsmet Paşanın katılımı ile yapıldı. Toplantıya, Mudanya açıklarında gemide bekleyen, Yunan temsilcisi katılmadı. Trakya’nın 15 gün içinde boşaltılması talebimizde anlaşma sağlanamayınca, 5 Ekimde konferans görüşmeleri kesildi. Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa, geçici olarak geri çekilen, ordulara 06 Ekim günü tekrar ilerleme emrini verdi. Savaş kapıdaydı. Ancak İtilaf Devletleri direnemedi ve “Trakya’nın ivedilikle boşaltılacağını” kabul ettiklerini Türk tarafına bildirdiler ve görüşmeler yeniden başladı.
Mudanya Ateşkes mütarekesi, İtilaf Devleri ile Türkiye arasından, 11 Ekim sabah saat 06.00’da imzalandı. Yunanistan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde müttefiklere teslim etmeği, İtilaf Devletleri de en geç 30 gün içinde İstanbul ve Çanakkale’nin idaresini TBMM hükümetine devretmeyi kabul ediyorlardı.
İstanbul Valisi olarak atanan Refet Paşa 19 Ekim’de 8.000 kişilik Jandarma Birlikleriyle İstanbul’a girmiş ve idareyi teslim almıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın soğukkanlı ve riski iyi hesap eden diplomasisi karşısında, Lloyd George’un çatışma çıkarmaya yönelik politikası iflas etmiş ve İngiliz Başbakanı, Türk askerlerinin İstanbul’a girdiği gün, 19 Ekim’de istifa etmek zorunda kalmıştır.
Doğu Trakya 29 Kasım1922 günü Yunanlar tarafından boşaltılmış ve yeni bir savaş macerasına atılmadan teslim alınmıştır.
Mudanya Mütarekesinin mürekkebi kurumadan İtilaf Kuvvetleri TBMM Hükümeti’ne Lozan'da Barış Antlaşması yapılmasını teklif ettiler. Çünkü her an İstanbul ve Çanakkale’de çıkabilecek bir halk ayaklanmasından ve Mustafa Kemal’den korkuyorlardı. Bu nedenle, Lozan görüşmeleri sürecinde Birleşik Krallık içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı İstanbul'a; aynı süreçte ABD’de 13 yeni savaş gemisini Türkiye sularına göndermiştir.
01 Kasım 1922 Saltanatın Kaldırılması, birçok milletvekillerinin itirazına rağmen, Saltanat kaldırılmış. Vahdettin, 17 Kasım günü İngiliz HMS Malaya zırhlısıyla ülkeden ayrılmıştır.
Lozan’da Barış Sağlanamadı
Lozan’da 20 Kasım 1922 günü, başlayan Konferans 2.5 ay süren görüşmelerden sonra 4 Şubat 1923 günü dağılıyor. Yabancı delegeler, başta Lord Curzon olmak üzere kapitülasyonların kaldırılmasına kesin kararlı İsmet İnönü’ye, “Türkiye'nin refahı, yabancıların yaptığı ticarete dayanır. Ben, yabancılardan çok, Türkiye'nin refahını düşünüyorum. Türkiye, ekonomik bakımdan bağımsız bir ülke değildir, dış yardımsız yaşayamazsınız... Sizi yalnızlıktan kurtarmak için kapitülasyon istiyoruz, kapitülasyonlar olmazsa, yabancılara garanti vermezse, borç para bulamazsınız,..” dedikten sonra, Fransa, İtalya ve ABD'yi de safına alan, Lord Curzon, 4 Şubat 1923 gününe kadar, ya kabul edersiniz ya da barış olmaz tehdidinde bulunuyor.
Ekonomik bağımsızlık için yeniden savaşmayı göze alan Mustafa Kemal ATATÜRK, “İtilâf Devletlerinin barış taslağını kabul olanağı yoktur. 3 Şubat 1923’de karşı taslak sunun ve barışın bizim taslağımız çerçevesinde yapılacağını ilân edin, kabul etmezlerse Ankara'ya dönün” direktifini verir. İsmet İnönü Türkiye’ye döner. Barışın yapılması ihtimali azalmıştır. Zorlu bir yol bizi beklemektedir. Ordunun hazırlıklara başlamasını emreden Mustafa Kemal Paşa itilaf devletlerinin ekonomik baskılarına karşı, Yunan İşgaline inat ve Kurtuluş Savaşının adeta simgesi olan, İzmir’de bir İktisat Kongresinin toplanmasını ister. Amaç siyasi ve ekonomik tam bağımsızlık kararlılığının, halkın da katılımıyla, İtilaf Devletlerine gösterilmesidir.
Onüç gün içinde, her ilçeden sekizer temsilcinin yer aldığı ve sanayici, tüccar, çiftçi ve işçi grubunu temsilen 1135 delegenin katıldığı kongrenin (17 Şubat 1923) açış konuşmasında Mustafa Kemal ATATÜRK, şöyle konuşur. “Arkadaşlar iktisadiyat; yaşamak için, mesut olmak için, insan olmak için ziraat, ticaret, emek demektir. Yeni devletimizin, bütün esasları iktisat programından çıkmalıdır. Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle eğitmeliyiz ki, onlar dünya ticareti, ziraatı ve sanatı ile bunların faaliyet sahalarında etkili olsunlar, faal olsunlar, uzman olsunlar. ….Bu kadar kıymetli ve tarihi kongrenizi açma şerefini bana bahşettiğinizden dolayı hassaten arz-ı teşekkür ederim.
Kongrede alınan 291 maddelik kararların özeti şöyledir. Hammaddesi yurt içinde yetişen sanayi dalları kurulmalı; küçük imalattan hızla fabrika üretimine geçilmeli; özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulmalı; devlet iktisadi alandaki yerini almalı ve özel sektörün gerçekleştiremediği yatırımlar devlet eliyle yapılmalı; ulaşımın önemi gözetilerek demiryolu inşaatı programa bağlanmalıdır.
Türkiye İktisat Kongresi'nde çiftçi grubunun ekonomik problemlerine ve çiftçinin eğitilmesine büyük önem verilmiştir. 1924 Silah Altına Alma Yasası ile ordunun askere alınan köylülere, askerlik hizmetleri sırasında tarım makinaları ve yeni yöntemleri öğretmeleri öngörülmüştür. Ayrıca iş erbabına amele değil, işçi denmesine ve onlara sendika hakkının tanınmasına, eğitimin bu kapsamda güçlendirilmesine karar verilmiştir.
İzmir İktisat Kongresi, İtilaf Devletlerinin Lozan’da ortaya koyduğu yanılsamalara bir tokat gibi cevap vermiş ve Kurtuluş Savaşında verdiğimiz mücadeleyi Ekonomik Bağımsızlık Savaşında da verebileceğimiz kararlılığını göstermiştir.
Mesajı alan İtilaf Devletleri, Sovyetler Birliğinin barış sağlanamaz ve savaş olursa Türkiye’nin yanında yer alacağını da bildirmesiyle, 23 Nisan 1923’de barış görüşmelerine tekrar başlamayı talep ettiler.
Sonuçta Türkiye’nin tam bağımsızlığını tanıyan Lozan Kuruluş Antlaşması, 28. Maddesinde yer alan “Bağıtlı Yüksek Taraflar, her biri kendi yönünden, Türkiye’de Kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığını kabul ettiklerini bildirirler” kısa ve net ifadesiyle imzalanıyor. İzmir İktisat Kongresi, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı ve kapitülasyonların kaldırılması gerektiğine dair bir manifestodur.
24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması
Türk Kurtuluş Savaşı’nın akıllara durgunluk veren bir başarı ile bitmesi, dünya üzerindeki emperyalist hesapları altüst etmiştir. Mücadelemiz öyle haklı ve geçerli nedenlere dayanılarak yürütülmüştür ki, başlangıçta buna karşı olan güçler, sonunda davamızın tartışma konusu edilemeyecek kadar yerinde olduğunu anlamışlardır. Askerî zaferlerden sonra mücadele bütünüyle diplomasi alanına taşınmış ve Lozan Barış Antlaşması ile yeni Türkiye Devleti tüm dünya tarafından kabul edilmiştir.
06 Ekim 1923, İşgal Kuvvetleri “Geldikleri gibi Gittiler”
Lozan’ın imzalanmasını müteakip, İngiliz, Fransız ve İtalyan işgal güçleri, 13 Kasım 1918’de geldikleri, 16 Mart 1920’de Meclisi Mebusan-ı da dağıtarak resmen işgal ettikleri İstanbul’dan 5 yıl sonra ayrılıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 tarihinde “Geldikleri gibi giderler” demişti ve dediğini yaptı. İşgal Kuvvetleri İstanbul’dan ayrılma törenine Türk Birliğini de davet etti, ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa, “hayır katılmayacağız - geldikleri gibi gidecekler” diyerek daveti geri çevirdi.
13 Ekim 1923 Ankara’nın Başkent Olması
İsmet Paşa ve 14 arkadaşının “Yeni Devletin Başkentinin Ankara olması” konusunda Meclise verdiği önerge, 13 Ekim1923’te oybirliğiyle kabul edilmiştir.
29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in İlanı
Latince Respublica sözcüğünden Fransızca’ya Republique, İngilizce’ye Republic olarak geçen cumhuriyet sözcüğü; dilimize Arapça halk, ahali anlamındaki cumhur sözcüğünden alınmıştır.. Cumhuriyet halk yönetimidir. Egemenliğin halka/ulusa ait olmasıdır. Bu nedenle yasa karşısında eşit olan bireylerin devlet yönetimine eşit olarak katılma hakları vardır. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da bulunduğu sırada Mazhar Müfit Beye, “zaferden sonra hükümet şekli(nin) cumhuriyet olacağını” söylemiştir. Ancak bu düşüncesini millî bir sır olarak saklamıştır. Anadolu’da Millî mücadele örgütlenirken İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck’in The Times gazetesinde Sivas Kongresi’nden “Sivas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye söz ettiği görülmektedir.
Saltanat 01 Kasım 1922’de kaldırıldıktan sonra, TBMM adı konmamış bir cumhuriyetti. Lozan barış görüşmelerinin kesilmiş olduğu dönemde 01 Nisan 1923’te yenilenen TBMM seçimlerinde, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adayları çoğunlukla kazanmıştır. Lozan Antlaşması onaylanmış, Ankara, Başkent yapılmış, Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu 9 Eylül 1923’te Halk Partisine dönüştürülmüş, sıra rejimin adının konmasına gelmişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 27 Eylül 1923’te Neue Frei Prese’ye verdiği demeçte; yürürlükteki anayasaya göre Türkiye’deki sistemin cumhuriyet olduğunu söylemişti. Yabancı basın Cumhuriyetin kurulacağını büyük puntolarla ilk sayfalarına taşıyordu.
O günlerde, en büyük sorun, Meclis’in Bakanları tek tek oylayarak seçmesi nedeniyle yaşanan hükümet kriziydi. Mecliste birkaç bakan adayında yapılan itirazlar sonucu hükümet kurulamıyordu.
Mustafa Kemal Paşa Hükümet üyelerini Çankaya’da toplayarak istifa etmelerini ve, Muhalefetin gücünü sınayabilmek için, yeni sunulacak hükümet listesinde yeniden yer alsalar bile görevi kabul etmemelerini istedi. Muhalefet yeni bir hükümet için büyük bir çaba içine girdi. Ancak hükümeti kuramadılar. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim akşamı, Halit Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Kâzım Paşa (Özalp) İsmet Paşa, Fethi Bey, Rize Milletvekili Fuat Bey, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Beyi Çankaya’da çağırdı. Bu toplantıda Mustafa Kemal Paşa “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” diyerek bir süredir üzerinde çalıştığı Cumhuriyete geçme çalışmalarını aktardı. Herkesin onaylamasından sonra, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa Teşkilât-ı Esasiye kanununun bazı maddelerinde yapılacak değişikliklerle amaca ulaşmaya karar verdiler. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na yapmayı düşündükleri değişiklikler özetle aşağıdadır;
- Birinci maddeye, “Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.” cümlesi eklendi.
- Üçüncü madde, “ “Türkiye Cumhurbaşkanı TBMM Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. Görev süresi biten Cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir. Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır. Başvekil, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Başvekil diğer vekiller, tarafından Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra, tümünü Cumhurbaşkanı Meclisin onayına sunar.”
Bu çalışma üzerine, ertesi gün, 29 Ekim 1923’te yine Hükümet tartışmaları yapılıyor ancak bir sonuç alınamıyordu. Parti meclisi sorunun çözümü için Mustafa Kemal Paşa’ya yetki verilmesini isteyen önergeyi kabul etti. Her şey planlıydı. Meclise çağırılan Mustafa Kemal Paşa “Hükümet sorununa bir çözüm bulunamadığını” belirterek, çözümüne yönelik yapacağı öneri için bir saat izin istedi. Daha sonra, yaptığı açıklamada, “hükümetin oluşturulamama nedeninin hükümet üyelerinin tek tek seçilmesinden kaynaklandığını, bunu giderebilmek için bir teklif hazırladığını” belirterek teklifi Meclis’e sundu. Uzun ve sert tartışmalardan sonra “Türkiye Devletinin Dini İslam’dır.” “Resmî dili Türkçedir” ibareleri eklenerek, katılanların (334 milletvekilinden sadece 158’i katılmıştır) oy birliği ile “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri arasında kabul edildi. Halk coşkuyla Cumhuriyetin ilanını kutlarken Başta Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa olmak üzere eski silah arkadaşları ve bazı Saltanat ve Hilafet yanlısı milletvekilleri, ya İstanbul’da Halife Abdülmecid’in yanında veya Meclis koridorlarında bulunuyorlardı.
Yedi düvelle mücadele ederek sağlanan Kurtuluş’tan sonra. Kuruluş 29 Ekim 1923’de başladı, hızını hiç kesmedi. 1923-1938 arasını iyi bilmezsek, Geleceği inşa edemeyiz.