Her ne kadar basılı gazete okumak eskisi kadar popüler olmasa da her ülkenin belli başlı popüler ve yıllanmış, deneyimli, güvenilir gazeteleri vardır insanların haberleri takip ettiği. Online portallar artık basılı gazetelerin yerini almış durumda.
Maalesef ülkemizde “24saatgazetesi” gibi güvenilir portal sayısı da az olduğu ve çoğu medya kuruluşu yanlı davrandığı için, objektif ve yeterli muhalif haber kaynağına ulaşmak zorlaşmış durumda. Belki çoğu ülkede de böyle. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde “The New Yok Times”, “LA Times”; İngiltere’de “The Morning Post”, “The Sun”, Almanya’da “Die Welt”, “Der Bild” ve Fransa’da “Le Figaro” ve “Le Monde” güvenilir ve köklü gazetelerdir. Bunlardan “Le Monde” 1944 yılında Hubert Beuve-Méry tarafından kurulmuş, Le Figaro ile birlikte Fransa'nın en önemli gazetelerinden birisi olmuştur. 2002 yılında ortalama günlük 400.000 adet basılmıştır. Liberal sol günlük bir gazetedir ve yaklaşık %53’ü kurucuları ve çalışanlarına aittir. Prof. Dr. Emre Kongar’ın dediği gibi “dedikten sonra” (bu kısa genel kültür bilgisinden sonra), benim bugün bahsedeceğim “Le Monde” o “Le Monde” değil. Benim bahsedeceği “Le-Monde” Ankara’da bir cafe-restoran. Özellikle de Ankara Or-an Kuzu Effect alışveriş merkezindeki “Le Monde”dan bahsetmek istiyorum.
İlk “Le Monde” deneyimim, Arcadium alışveriş merkezindeki daha küçük ve diğer “Le Monde” lara göre kısıtlı menüye sahip, ki yine de menü çok geniş ve çok çeşitli opsiyonlar var, “Le Monde” idi. Arcadium şube işletme müdürü diğer şubeleri de olduğundan bahsedince evime daha yakın olan Or-an Kuzu Effect alışveriş merkezindeki “Le Monde” u denedim. İyi ki de denemişim, zira deneyince fena halde takıldım.
Alışveriş merkezinin ikinci katında, diğer restoran ve cafeler ile aynı katta yerleşmiş, daha liberal konumlu ve ferah, yarı açık bir yerleşime sahip. İçerisi ve sigara içilen dış, teras kısımları mevcut. Ben içeride oturuyorum hep haliyle. Peki mekanın özelliği ne ki burada yazmaya niyet ettim.
Öncelikle işletme müdürü Sıla ÇalıkHanım, eski usülde çalışarak, gayet mütevazi mizacı ile hemen her müşteri ile yakından ilgileniyor. Kapıda karşılıyor, menüden önerilerde bulunuyor, sürekli masanızı ziyaret ederek ek bir talebiniz olup olmadığını, beğendiğiniz, beğenmediğiniz yönlerini soruyor mekanın. Gayet objektif önerileri mekan hakkında, ki bu da çok değerli bence bir müşteri açısından. Garson arkadaşlar da çok ilgili ve güler yüzlü. Kahveyi benim gibi sınırsız içiyorsanız, demleme filtre kahve zaten “damacana” tarzı bir kupa ile verildiği için çok tatminkar ve diğer cafelerdeki minyatür kupa fiyatında olduğu için fiyat-performans oranı çok iyi. Yemeklere girecek olursak, işte oraya girdik mi hiç çıkamıyoruz. İnanılmaz geniş kahvaltı opsiyonu var. Sadece öyle yok Anadolu kahvaltısı, Erzincan tulumu, Yozgat domatesi (Yozgat domatesi ünlü mü bilmiyorum, attım şimdi) değil, çırpılmış yumurta ve yeşillikli çok farklı seçenekler, çeşit çeşit omletler ve tabi “Egg’s Benedict” var ki işte o benim favorim. O akan yumurtaya ekmeği bana bana yiyorsun Azizim demek geçiyor yerken içimden. Şaka bir yana hakikaten çok lezzetli ve kendimi Paris’de bir cafede kahvaltı ediyor gibi hissettim. Yine ekşi maya ekmek üstü benzer bir çeşit var, ki o da en az “Egg’s Benedict” kadar lezzetli. Fit ve sporcu seçenekleri de çok çeşitli. Hindi, tavuk ve somon ile yapılmış fit tabaklar, kase ve salata seçenekleri mevcut. Gayet büyük porsiyonlar ve yancı sebze, yeşillik ve mercimekli bulgur ile gayet ve gayet doyurucu. Tatlılara gelirsek işte orası da çıkmaz yol. Çünkü seçenek çok, lezzet çok iyi ve birçok unsuz vs. sağlıklı tatlı seçeneği de mevcut. Benim tatlı ile pek aram olmasa da elmalı turtaya asla hayır diyemem. “Le Monde” un elmalı turtası da bende iz bırakan turtalardan. Bir diğeri ise ameliyat ettiğim bir hastamın yaptığı turta. Bence o da “turtacı” falan açmalı zaten. Tabi bütün bu yemeklerin sorumlusu şef “Murat Yalçın” ve yardımcısı “Arda Odabaş” imiş. Murat bey izinde olduğu için, sadece Arda Şef ile tanışma fırsatım oldu. Kendisi de nezaket gösterdi ve kısa bir sohbet ettik. Oldukça genç bir şef ama belli ki çok tecrübeli, daha 24 yaşında hem de. Burada daha fazla övgü de yapmak istemiyorum, başka bir şube ya da mekan kapmasın adamları, hem evime yakın, hem çok beğendiğim bir mekan zira. Bir de fiyatlar muadili mekanlara göre çok çok uygun. Bunu da mekan sahipleri duyup arttırmaz umarım fiyatları.
Mekan da bahsettiğim gibi çok ferah. Ben genelde cafelerde saatlerce otururum tek başıma, kitap okurum, akademik yazı çizi işlerimle uğraşırım, okuduğunuz gibi çeşitli konularda yazılar yazarım vs vs. Kulağımda kulaklığım ya heavy metal, son zamanlarda daha çok death metal ya da klasik müzik. Saatin nasıl geçtiğini anlamam ve sıklıkla sevdiğim yerin müdavimi olurum. “Le Monde” da son favorim.
Bazı yazılarıma binayen, “ya sen gurme misin” yok “sen niye mekan tanıtıyorsun” vs diyenler olabilir. Ben yemek gurmesi olmasam da bu tarz mekanları belirleme açısından iyi bir gözlemciyim, müdavimim ve çok objektifim. O yüzden bu yazdıklarım reklam değil. Bu zaten sanırım dördüncü mekan yazım oldu. Güney Kore restoranı “Chi-Gong”, “Hana Coffe Roastery”, “Kıtır Piliç Çayyolu” ve bu yazının merkezindeki “Le Monde” Kuzu Effect. O yüzden sizden ricam kimse bu konuda bana b….k atmasın. Velhasıl ben sizlerle sevdiğim ve takdir ettiğim bir mekanı paylaşmak istedim, isteyen gidip tecrübe edebilir, edince de muhtemelen vazgeçemez. İstemeyen de etmez tabi. Dikkat edin ama yemek ve tatlıları fazla kaçırmayın, ikinci önerim de bu olur.
Bir ara da “Barleycorn Kitap Kulübü” toplantılarını yaptığımız “James Cook Cafe Pub”dan bahsedeceğim ama o anca yazı dizisi olur, tek yazıya pek sığacağını sanmam.