Anlamak ve anlaşılmak… İnsanlığın varoluşundan bu yana en temel arayışlarından biri. Bu iki kavram, bireyin kendi varlığını fark etmesi ve bu varlığı başkalarına ifade etmesi arasında farklı bir iletişim köprüsü kurar. Ancak bu köprü, her zaman sağlam temellere oturmaz; bazen yıkılmaya yüz tutar, bazen ise hiç inşa edilemez. Peki, anlamak ve anlaşılmak neden bu kadar önemli birer ihtiyaçtır?

Bizler sosyal varlıklarız. Dolayısıyla farklı şekillerde de olsa iletişim kurabilme kabiliyetimiz, hayata dair sürekliliğimizi etkileyen başlıca unsur olarak öne çıkmaktadır. İnsanlar arasındaki farklılıklar, dilin sınırlamaları ya da duygusal bariyerler bu süreci zorlaştırabilir. Bu iletişimi kurabilmek adına, ne kadar çabalarsak çabalayalım, bazen ne anlayabiliriz, ne de anlaşılabiliriz.

İnsan, kendi varlığı kadar karmaşıktır. Bu sebeple, anlamanın ve anlaşılmanın her zaman mümkün olmadığını baştan kabul etmek önemlidir. 

Kalplerimiz, birbirine dokunmayı bekleyen gizli bahçelerle doludur. Ancak bu bahçelere ulaşmak, ince bir sanatı gerektirir. Bu sanat ‘Empati’dir.

Anlamak ve anlaşılmak arasında denge kurmanın yolu empatiden geçer. Empati, bir insanın kendi benliğini bir süreliğine kenara koyarak, karşısındakinin hissettiklerini hissetmeye çalışmasıdır. Ancak bu, bir rol yapma oyunu değil; gerçek bir çabadır. Bu çaba, anlamayı kolaylaştırırken anlaşılmayı da mümkün kılar.

Anlamak, anlatabilmek için dinlemeyi bilmek gerekir. 

Bir başkasını dinlemek, onun kelimelerinin ardındaki anlamı aramakla başlar. Duyguları, kelimelerin ötesinde anlayabilmek ise samimiyet gerektirir.

İnsanoğlu, duygularını çoğu zaman açıkça ifade edemez; bazen bir duraksamada, bazen de bir iç çekişte saklıdır mesajlar.

Sözlere dökülemeyen sessizliğe kulak verdiğimizde, gözlerde saklı bir hüznü ya da bir tebessümde gizlenen minneti fark edebilme mertebesi de bize kapılarını açar.

Empati, yalnızca bir başkasını anlamak da değildir; aynı zamanda o kişinin dünyasına misafir olmaktır. Bir misafirin hassasiyetiyle, o evin terliğini giyercesine, davet edilen dünyanın kurallarını ve duygularını kabul etmek… Hem kendimize hem de karşımızdakine sağlıklı sınırlar çerçevesinde yaklaşarak, anlamanın ve anlaşılmanın sürdürülebilir olmasını sağlar.

Empati, duyarlı bir bilinç gerektirir. Gayret içermedikçe hiçbir birey, tam anlamıyla bir başkasını kavrayamaz. Muhattabımızı layıkıyla hissetmek, onun gözleriyle bakabilmek ve onun kalp ritmine uyumlanabilmektir meselenin özü. “Sevgi, anlayış ve barış”, gönül toprağından bu şekilde filizlenir.

Karşınızdakinin enstrümanı olduğunuz gün renklenir hayat melodisi.

Yalnızca bir erdem ya da beceri değil, insan olmanın en temel ihtiyacıdır ‘Empati’. Emeğin, sevginin ve anlayışın olmadığı bir dünyada, bireyler yalnızca kendi yankılarında boğulurlar. Empatiyle bir başkasına ulaşmak, aslında kendi içimizdeki karanlığı aydınlatmaktır.

Yargılar, empatiyi engelleyen kalın duvarlardır. 

“Başkalarını yargılamaktan vazgeç. Çünkü onların içinde neler yaşadığını sen bilemezsin” der Mevlânâ. 

‘Ben’ duygusunu geriye bırakmak adına, kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyarken, şahsi yargılarımızı bir kenara bırakmalıyız. Ayrıca bunu, taklit noktasında bir erdemsizlik çukuruna düşürmeden; aksine başkalarının anlayabildiği dilden konuşabilme meziyeti olarak taçlandırabilmeliyiz.

Empati, bizi ‘ben’ olmaktan çıkarıp ‘biz’ yapar. Aynı gökkubbe altında, farklı yaşamlar süren insanlar olduğumuzu anlamamızı sağlar. 

Örneğin; Mandela, hayat felsefesini “Ubuntu” olarak ifade eder. Anlamı “senden dolayı varım” veya “ben senden dolayı benim” olan bu kelime dünyanın bir diğer ucunda, Güney Afrika’nın bağrından kopan, Zulu dilinde bir insanlık mottosudur.

Bu bağlamda empati, aynı duyguları paylaşmanın ve bir şekilde insanlığı yeniden hatırlamanın bir yoludur.

Herkes, kendi hikâyesini taşır. Empati, bu hikâyeyi anlamaya çalışmaktır. İnsanları değiştirmeye çalışmak yerine, onların olduğu gibi var olmalarına izin vermek, size verilen güven emanetine sahip çıkmaktır.

Ve Rumi ekler;

“Sen ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.”

Empati, yalnızca bireysel bir beceri değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. 

Günümüz dünyası, insanları birbirine bağladığını iddia ederken, aslında birbirinden uzaklaştırıyor. Her gün ekranlarda gördüğümüz hikâyeler, yüz yüze sohbetlerin sıcaklığını unutturuyor. 

Empati, bu yabancılaşma duvarlarını yıkmanın en güçlü aracı ve her gün yeniden öğrenilen bir derstir. Bir otobüste, yanınızdaki yolcunun yorgun yüzüne bakmak, komşunuzun sessiz bir şekilde ihtiyaç duyduğu yardımı fark etmek ya da bir arkadaşınızın gülüşünün ardında saklanan hüznü hissetmek… Bunlar empati sanatının küçük ama önemli adımlarıdır.

Hadi, bugün bir insanın gözlerine bakıp, onun hikâyesini dinleyelim. Belki o hikâyede kendi kayıp yanlarımızı buluruz. Çünkü empati, başkalarını anlamanın ötesinde, kendimizi de yeniden keşfetmektir.