Ülke gündemindeki Siber Güvenlik Kanunu taslağı, kişisel mahremiyeti ve basın özgürlüğünü korumak yerine, temel hak ve özgürlükleri tehdit eden düzenlemeler içeriyor. Güvenlik kisvesi altında yurttaşların ve gazetecilerin haklarına yönelik yeni bir baskı mekanizması inşa ediliyor.

Siber güvenlik, dijital çağın en önemli konularından biri. Ancak Türkiye’de bu kavram, hakların budanması ve özgürlüklerin bastırılması için bir bahaneye dönüşmüş durumda. Meclis’e sunulan Siber Güvenlik Yasası teklifi tam da bu anlayışın bir ürünü. Görünüşte dijital tehditlerle mücadeleyi hedeflediği iddia edilen yasa, aslında vatandaşların mahremiyetini ortadan kaldırırken, ifade ve basın özgürlüğüne doğrudan darbe vurmayı amaçlıyor.

Teklifin “veri sızıntısı olmadığı halde halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla içerik oluşturma” suçunu tanımlaması, bu niyetin en net göstergelerinden biri. Yasa, eleştirel gazeteciliği ve kamu yararına yapılan haberleri bile “korku ve panik yaratma” bahanesiyle cezalandırmanın yolunu açıyor. Üstelik kime göre korku, kime göre panik? Bu soruların yanıtı, hukukun üstünlüğünden ziyade siyasi iradenin insafına bırakılmış durumda. İsteyen yetkili, “Bu haber panik yarattı” diyerek, bir gazeteciyi ya da sosyal medya kullanıcısını yıllarca hapisle cezalandırabilir. Hukukun öngörülebilirliği mi dediniz? Merak etmeyin, o da artık “görünüşte” var.

Sınırsız yetkilerle donatılmış bir başkanlık

Teklif, yalnızca ifade özgürlüğünü hedef almakla kalmıyor; kişisel mahremiyeti de topyekûn ortadan kaldıracak düzenlemeler içeriyor. Siber Güvenlik Başkanlığı’na verilen denetimsiz yetkiler, bu durumu daha da vahim hale getiriyor. Başkanlık, hakim onayı olmadan arama yapabilecek, dijital materyallere el koyabilecek ve her türden veriye sınırsız erişim sağlayabilecek. Üstelik bu yetkiler, herhangi bir denetim mekanizmasına tabi değil.

Bu durum, Türkiye’de milyonlarca vatandaşın kişisel verilerinin keyfi bir şekilde kullanılabileceği ve ihlal edilebileceği anlamına geliyor. İktidarın belirlediği bürokratların inisiyatifine bırakılan bu yetkilerle, herkes potansiyel bir suçlu muamelesi görecek. Bir sabah kapınız çalınırsa ve bir yetkili “Dijital materyallerinizi incelemeye geldik” derse şaşırmayın; çünkü mahremiyet artık bir lüks.

Son günlerde yaşadığımız acı deneyimler bir tarafa, geçmişte yaşanan büyük veri sızıntıları hâlâ hafızalarımızda. Kişisel bilgilerin nasıl 100 TL’ye el altından satıldığını, milyonlarca yurttaşın verilerinin çarşaf çarşaf yayıldığını hepimiz gördük. O dönem önlem alamayan yetkililer, şimdi bu yasa ile veri sızıntılarını engelleyeceğini iddia ediyor. Ancak mesele, verileri korumak değil; onları kontrol etmek.

Gazeteciler ve yurttaşlar için yeni tehditler

Siber Güvenlik Yasası, gazetecilik mesleği için büyük bir tehdit oluşturuyor. Araştırmacı gazetecilik, kamu yararına yapılan haberler ve toplumu bilgilendirme faaliyetleri bu yasa ile daha da zorlaşacak. Gazeteciler, haber kaynaklarını koruma haklarını yitirecek; elde ettikleri belgeler ve iletişim kayıtları Siber Güvenlik Başkanlığı’nın keyfi erişimine açık hale gelecek. Bu durum, yalnızca gazetecilerin değil, kamuoyunun doğru bilgiye erişim hakkının da ihlal edilmesi anlamına geliyor.

Üstelik teklif, sadece gazetecileri değil, sosyal medya kullanıcılarını da hedef alıyor. Yaptığınız bir paylaşım, bir eleştiri ya da bir haber, bir yetkilinin yorumu doğrultusunda “korku yaratma” bahanesiyle sizi cezaevine gönderebilir. 2022 yılında çıkarılan Sansür Yasası’nın ardından açılan soruşturmaların sayısı binleri bulmuşken, bu yeni yasa ile vatandaşların üzerindeki baskı daha da artacak.

Teklifin savunucuları, “Ama biz düzenlemeler yaptık, hakim onayı şartını kaldırmadık” diyebilir. Ancak bu düzenlemelerin, denetimsizlik sorununu çözmekten çok uzak olduğu açık. Hakim onayı olmaksızın arama ve el koyma yetkisinin yalnızca Cumhuriyet savcısının yazılı talimatıyla yapılacak olması, bir güvence sağlamıyor. Adil yargılamanın ve bağımsız yargının olmadığı veya çok ciddi sorgulandığı bir sistemde, bu düzenleme yalnızca sembolik bir değişiklikten ibaret.

Demokrasi ve özgürlükler için tehlikeli bir gidişat

Bu kanun teklifi yalnızca kişisel mahremiyeti ve basın özgürlüğünü tehdit etmekle kalmıyor; Türkiye’nin demokratik değerlerini de zedeliyor. Hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve öngörülebilirlik ilkeleri, bu düzenlemelerle birlikte tamamen göz ardı ediliyor. Taslağın bu haliyle yasalaşması Türkiye’yi daha otoriter bir rejime bir adım daha yaklaştıracaktır.

Medyanın büyük bir bölümünün kontrol altına alındığı bir ortamda, kalan az sayıdaki bağımsız medya kuruluşu ve gazeteci, belli ki bu yasa ile tamamen susturulmak isteniyor. Eleştirel seslerin susturulması, yalnızca basın özgürlüğüne değil, halkın haber alma hakkına da doğrudan bir darbedir. Toplumun bilgiye erişim hakkı olmadan, demokrasiden söz etmek mümkün değildir.

Özgürlüklerin tabutuna çakılan bir çivi

Siber güvenlik, elbette her ülke için hayati bir meseledir. Ancak tarih, bize tekerrür etme alışkanlığı olan bir öğretmen gibi ders vermeye devam ediyor. Özellikle, yakın geçmişinde Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpasların karanlık gölgesinde boğulmuş bir toplum için, güvenlik adı altında özgürlüklerin darağacına gönderilmesi, asla kabul edilemez bir durumdur. 

Bu teklif, güvenliği sağlama bahanesiyle hakları ve özgürlükleri tehdit eden ciddi tehdit olarak karşımızda duruyor. Görünüşte dijital tehditlere karşı bir kalkan sunmayı vaat ediyor, ama gerçekte o kalkan, demokrasinin kalbine doğrultulmuş keskin bir bıçak. Bu bıçakla ifade özgürlüğü, mahremiyet hakkı ve halkın doğru bilgiye erişim imkânı birer birer doğranmaya hazırlanıyor.

Bir toplumun demokrasisi, onun özgürlük damarlarında dolaşan kanda saklıdır. Eğer bu tasarı yasalaşırsa, o kanın pıhtılaşmasına ve özgürlüklerin damarlarımızda kurumasına tanıklık edeceğiz. Yakın tarihimizde gördüğümüz kumpaslar, hukukun siyasete oyuncak edildiği bir düzenin nelere yol açabileceğini fazlasıyla gösterdi. Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda, güvenlik kisvesi altında insanların hayatları nasıl karartıldıysa, bu yasa da aynı zihniyetin bir ürünü olarak, toplumun tamamını potansiyel bir suçlu ilan etmeye hazırlanıyor.

Demokratik bir toplum, özgürlüğün çatısına, hukukun direkleriyle tutunur. Ancak bu yasa, o direkleri yıkmayı ve yerine korkunun duvarlarını örmeyi vaat ediyor. Hukukun üstünlüğü, birey hakları ve ifade özgürlüğü gibi temel ilkeler, bu taslakla birlikte kumdan bir kale gibi dalgaların altında kalacak.

Güvenlik ve istikrar, elbette önemli hedeflerdir. Ama özgürlükler yok edilerek kazanılan güvenlik, dikenli tellerle çevrilmiş bir hapishaneden başka bir şey değildir. Fiziki ya da siber tehditlere karşı alınacak önlemler, bireysel özgürlükleri hiçe sayarak değil, tam aksine onları koruyarak geliştirilmelidir. Ancak burada karşımıza çıkan, güvenliği değil, baskıyı artırmayı hedefleyen bir anlayıştır.

Bu teklife hayır 

Bu yasa teklifine, özgürlük ve demokrasiye inanan herkesin dur demesi gerekiyor. Yarın bir kez daha “Aldatıldık, affedin” dememek için, bugün bu teklife hayır denmelidir. Tüm demokratik toplum kuruluşları, siyasi partiler ve basın örgütleri, bu taslağın geri çekilmesini ve daha özgürlükçü bir anlayışla yeniden ele alınmasını talep etmelidir. Kamuoyunu bu tehlikeye karşı bilinçlendirmek, demokrasiyi savunan herkesin görevidir.

Eğer bu tasarı yasalaşırsa, yalnızca gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları değil, hepimiz ağır bir baskının gölgesinde yaşamaya mahkûm olacağız. Ancak unutulmamalıdır ki özgürlük bir kez kaybedildiğinde, onu geri kazanmak için bir neslin fedakârlığı gerekebilir. Gelin, bu fedakârlığı gelecek nesillere bırakmayalım. Bu yasa tasarısını durduralım ve demokrasinin temel direklerini korumak için hep birlikte mücadele edelim.

Unutmayalım, özgürlükleri feda ederek kazanılacak güvenlik, aslında güvenlik değil, gönüllü bir tutsaklık olacaktır.