"Kendini bil" sözü bir emirdir ve ilk kez Apollon Tapınağı'nın üzerine yazılmıştır. Bu sözü, tanrı Apollon'un söylediğine inanılırdı.
Sokrates der ki: “Sadece bilge ya da ölçülü bir kişi kendini bilir ve ne bilip ne bilmediğini ayırt edebilir... Başka hiç kimse bunu yapamaz.”
Kendini bilmek, Hinduizm’den Budizm’e, Antik Yunan'dan Hıristiyan mistisizmine, Yahudi Kabalasından İslam tasavvufuna kadar pek çok inançta yer alır.
Kendini bilmek demek yalnızca haddini hududunu bilmek midir? Evet, öyledir ama biraz öyledir. Sınırını bilmekten daha ötesidir kendini bilmek. Buna çok kısa olarak "farkında olmak" diyebiliriz. Ama neyin farkında olmak? Kendisinin... Öyleyse "özfarkındalık" demek daha açık ve daha doğrudur. Çünkü özfarkındalık, yalnız kendini değil başkalarının kendisini nasıl tanıdığını fark ettiren bir kapasite sağlar. Öyleyse kendini bilmek, kendini tanımakla başlar. Bunun için öncelikle kişinin kendisine eğilmesi gerekir. Fiziksel ve biyolojik olarak güçlü ve zayıf yanlarını idrak etmek, değiştirilemeyecek olanları kabullenmektir özfarkındalık. Beden olarak eklersek, zihinsel farkındalık da kendini bilmenin diğer koşuludur. Neyi ne kadar aklımızda tutabiliyoruz, hafıza gücümüz nedir, neleri çabuk unutuyor ve neleri çok sık hatırlıyoruz... Özfarkındalığın unsurudur bütün bunlar... Özfarkındalığımızın ne olduğunu aklımızda da tutabiliriz. Ancak bunu bir deftere kaydetmek, çok daha yararlıdır. Çünkü bazen kendimizin bazı yanlarını unutmamız da mümkündür. Unutmamanın tek çaresi, yazmaktır.
Yazımızın başında yer alan Sokrates der ki: "Bildiğim bir şey varsa hiçbir şey bilmemedir." Cümleyi gerçek anlamda alırsak, yanlış bir cümle olduğu kanısına varmamız son derece doğaldır. Çünkü her insan, az çok bir şeyler bilir. Evini, çevresini, okuyup yazmayı ve öğrendiklerinden bazılarını unutmamayı bilir. Dünyanın başından beri insanların üst üste koyduğu taşların oluşturduğu medeniyetin dayandığı ilmin ve bilimlerin tümünü düşündüğümüzde ise gerçekte hiçbirimizin bilim toplamı içinde, hiçbir şey bilmediğini söyleyebiliriz. Ancak hiçbir şeylerin toplamıdır bugün geldiğimiz nokta.
Bazıları kendini bilmenin manevi bilgilerle mümkün olabileceğini yazar. Kanıtlanmamış ve yalnızca inanca yani inanıp kabullenmeye dayalı olan bu bilgiler, adı üzerinde manevi bilgilerdir. Oysa insan, maddi bir varlıktır. Maddi varlık olmakla birlikte ruhsal bir güç de barındırır. Bu noktada "ruhunu bilmek" kavramı da önem taşır. Ruhiyat bilimi olan psikoloji, kişinin kendini bilmesinin ancak ruhunu okuyabilmesi temelini verir. Bazıları da kişinin kendini bilmesi için başkasının yardımına ihtiyaç duyacağını söyler. Oysa hiç kimse, bir başkasının özfarkındalığını çözebilecek bir kudrette değildir.
Yunus Emre, "İlim kendin bilmektir" diyor. En büyük sufilerden Mevlâna Celaleddin'i Rumi, Mesnevi'de; insanın kendini bilmesi ve tanımasının hayat boyu süren bir yolculuk olduğunu şöyle dile getiriyor: "Kendini bilmek, insanın, varlık serencamında nasıl hareket edeceğinin bilgisidir ve hangi ilim ve hünere sahip olursa olsun her insan için zorunlu ve temel bir bilgidir." Cümledeki serencam sözü hem yaşanan bir olayı anlatır hem de insanın sonunu ifade eder. İnsan, kendi sonuna hazırlanıyorsa geçmişin bütün bilgilerini olabildiğince yüklenerek gitmelidir. 800'lü yılların Moğolistan'ındaki Köktürk yazıtlarından günümüz bilgisayarlarına kadar her şeyi öğrenmeye çalışarak kendi hazinesini doldurmalıdır. Yani kendisini eğitmelidir. Ancak kendine eğilen, keşfeden insan bunu yapabilir. Düşünme süreçlerimizdeki gizli ve açık yönleri görmek ve boşlukları doldurmak ise bilgiyle mümkün olabilir. İnsanın kendisiyle ne kadar yüzleşebilirse o kadarını yapabilmesi de bilgiyle mümkündür.
Göstergebilim, adı üzerinde göstergelerin iletişime olan etkilerini ve katkılarını ortaya koyan bir bilim koludur. Trafik ışıklarından, paranın üzerindeki değere, bir binanın üstünde yazan kısaltmadan kişinin başına taktığı şapkaya kadar her şey bir göstergedir. İşaretleri okumak, işaretlerin bize ne anlattığını çözmek ile kendini bilmek arasında yakın bir ilişki vardır. Bir Alp heykelinin adını doğru okumak bile kişiye katılan bir değerdir. Çünkü İsviçre'nin Alp Dağları'nın adı olan Alp sözündeki l sesi incedir. Yine çünkü batı dillerindeki L seslerinin pek çoğu incedir. Ana Türkçede ise bildiğimiz bol/sol/al söyleyişlerinde olduğu gibi L seslerinin çoğu kalındır. Kahraman/yiğit anlamındaki Türkçe Alp kelimesindeki A sesi de L sesi de kalındır. Alparslan diyorsanız, her iki l sesini de kalın okumalısınız ki sözünüze bir değer katasınız.
Yine Mevlâna’ya dönersek: "Âlim de bilgilerin yüz binlerce çeşidini bilir de zâlim herif, kendisini bilmez" demektedir. İnsan denilen varlık, dipsiz bir kuyu olduğuna göre, diyebiliriz ki herkes kendini bilmektedir ama biraz eksik bilmektedir. Çünkü tümünü öğrenmeye zamanı yetmez, bazen kendine de şaşar. Ömür aslında, bir yandan kendine katkı yapmakla bir yandan da kendini öğrenmekle geçer.