Bundan tam 51 yıl önce 25 Aralık 1973 günü İsmet İnönü vefat etmişti. O, İsmet Paşa idi. O yıl üniversitenin ikinci sınıfına gidiyordum. Aramızda 70 yaş vardı ve ben onu yalnızca bir kez görmüştüm.
Şener Mete
Ulus’ta Rüzgârlı sokaktaki hem CHP’nin hem Ulus Gazetesi’nin bulunduğu binaya giriyordu ve o an, yıllarca tek kare fotoğraf gibi hafızamda kaldı. Üzerinde çok şık siyah bir takım elbise ve fötr şapkası vardı. Ama artık veda günüydü ve kaybetmiştik. Yapılan cenaze programına göre iki gün sonra TBMM tören salonunda cenaze bir katafalka konulacak ve gece mecliste kalacaktı… Katafalkta 4 kişi olacaktı: asker, polis, öğrenci ve meclis temsilcileri. O, her şeyden önce bir askerdi. Kurtuluş Savaşı’ndaki cephelerde top tüfek seslerinin şiddetinden kulak zarı hasar gördüğünden, kulaklık takmak zorunda kalmıştı. Ama bazı kendini bilmezler ona, ‘sağır İsmet’ lâkabını yakıştırmaktan utanmamıştı.
O gün biz okulun kantininde otururken Ekonomi hocamız Doç. Dr. Dündar Sağlam geldi, kapının önünden yüksek sesle: “Arkadaşlar. İsmet Paşa’yı kaybettik. Cenaze töreninin bir bölümü Meclis’te yapılacak. Orada müteveffanın başında üniversite öğrencileri 15 dakika ihtiram nöbeti tutacak. Katılmayı isteyen varsa isimlerini bana bildirsin” dedi. Kantindeki arkadaşlardan birkaçıyla birlikte ben de katılmayı istedim ve kendimi yazdırdım.
1884 doğumlu İsmet Paşa’nın bir adı da Mustafa idi. Bunu, Nazmi Kal’ın onunla yaptığı televizyon röportajında öğrenmiştim. Yani hem Hz. Muhammed’in hem de Atatürk’ün adaşı sayılırdı. Babası Bitlisli, annesi İzmirli idi. İzmir’de doğmuş ama bütün öğrenimini Sivas’ta yapmıştı. Onunla ilgili en güzel yazıları da Mete Akyol’un kaleminden Milliyet’te okumuştum. 1901’de girdiği Mühendishane-i Berri Humayun’dan 1903 yılında topçu teğmeni olarak birincilikle mezun olmuştu. İyi derecede Fransızca, Almanca ve İngilizce biliyordu. Bütün gece Meclis binasına ilk kez girerek orada nöbet tutacağımı düşündüm.
Ertesi günü yani 26 Aralık’ta TBMM’de Giriş Salonunda kurulan katafalkta, İsmet Paşa’nın başında nöbet sıramın gelmesi için saat 15.00’e kadar bekledim. Öylesine kalabalıktı. İki general, iki Harp Okulu öğrencisi, iki gençlik temsilcisi, iki polis memuru ilk saygı nöbetini tutmak için katafalkın etrafında yerlerini aldıktan sonra başta ailesi olmak üzere binlerce kişi katafalkın önünde saygı duruşunda bulunarak geçti. Saygı duruşunda bulunanlar arasında eski ve yeni Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, komutanlar, milletvekilleri, valiler, yabancı ülkelerden gelenler, diplomatik misyon, öğretim üyeleri, öğrenciler, vatandaşlar gibi her kesimden insan vardı. Hem onları izliyor hem de İsmet Paşa’yı düşünüyordum. Edirne’de Kurmay Yüzbaşı olarak kıtaya katılmış, 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyetinde çalışmıştı. Sıra bana gelince, katafalkın arka sağ tarafında bir arkadaşımla birlikte bana yer gösterdiler. 15 dakika ayakta durduk ve yine onu düşündük. 1916 yılında, Diyarbakır’ın Palu ilçesinde Mustafa Kemal ile birlikte aynı karargâhta çalışmaya başladı. Bu, her ikisi için de bir dönüm noktası oldu. Saygı nöbetimiz bittikten sonra yeni gelenlere nöbeti devrettik.
Yıllar sonra okuduğum bir kitapta, Hans Guhr adlı bir Alman komutan onu, “Almancaya tamamen hâkim, kısa boylu, ufak tefek, maalesef ağır işiten bir Türk olan Kurmay Başkanı. Büyük bir askeri bilgiye ve her alanda geniş bir kültüre sahip kişi” olduğunu yazıyordu. Filistin’de birlikte savaştılar.
O gün, ilk kez bu kadar üst düzey kişiyi görüyordum. Bu nöbeti tuttuktan sonra 27 Aralık’taki cenazeye katılmamak olmazdı. Hava soğuk olmasına rağmen Kızılay’dan Maltepe Camii’ne kadar bir insan seli vardı. O kalabalıkta camiye yaklaşabilmek çok zordu. Arada bir de top sesleri geliyordu. Bunun bir saygı atışı olduğunu sonradan öğrendim. Kurtuluş Savaşı’nda 1. ve 2. İnönü savaşlarını kazandı. “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz” dedi Atatürk. Batı Cephesi komutanıydı. Mudanya Mütarekesi’ni ve Lozan Barış Antlaşmasını imzaladı.
Demirtepe’ye yaklaştığımda, uzaktan top arabasını görüyordum. Daha sonra İnönü’nün cenazesi camiden alınarak Anıtkabir’e götürüldü. O kalabalığa karışamadım ve törenin kalan bölümünü televizyondan izledim. Yaşadığım hayatın, gençlikte kalmış unutulmaz anılarından biridir bu. Osmanlı’nın dış borçlarının %42,6’sı Atatürk döneminde ödenmişti. Kalan borçların tamamı İsmet Paşa döneminde ödendi. Biz onlara borcumuzu ödeyebildik mi?
Yıllar sonra TRT’de kıdemli spiker Hayat Akar’a sordum: “Hayat abi, İsmet Paşa’nın cenazesinde spiker yayını anlatırken fark ettim. “İsmet Paşa’nın tabutu” derken sürekli a sesini uzatıp taabutu dedi. Bu doğru mudur?” Hayat bey cevap verdi: “Evladım, sen ben ölürüz tabuta gireriz amma İsmet Paşa gibiler ölürse taabuta girer.”
Ertesi gün bir gazetede yayımlanan, Anıtkabir’de yıllar önce onun, Atatürk’e fötr şapkasıyla selam verirken çekilmiş fotoğrafı, en etkili mesaj idi.