Adem’in Dili, 10 yıl kadar önce Türkçeye çevrilip yayınlanan bir kitap. Derek Bickerton’un yazdığı kitap, yumurta – tavuk ilişkisine benzer biçimde; insanın dili (lisanı) ve dilin de insanı yarattığı konusunda yer yer bilgilendirici bir düşünce akışı biçiminde yazılmış.
Şener Mete
Kitabın adındaki âdem sözü, Hz. Âdem’i değil, kelimenin insan anlamını belirtiyor. Kitap, dil becerilerinin gelişmesiyle insanın beyninin de geliştiğini, daha iyi düşündüğünü açıkladıktan sonra bazı dilbilimcilerin teorilerine çeşitli eleştiriler yöneltiyor.
Biraz sosyal bilimler hele dilbilimi okuyan herkes merak eder: acaba diller nasıl doğdu? Dünyanın ilk dili hangisiydi? Yine de herkes, milyonlarca yıl önce ilk insanların sadece haykırma, hapşırma, geğirme, horlama ve çığlık atma olarak bildiğimiz ilkel seslerle iletişim kurmaya başladıklarını düşünür. Derek Bickerton, dilin bir zorunluluktan dolayı kısa sürede cümle oluşturduğunu ifade eder. Ona göre, arkadaşına “dikkat et yılan var” demek zorunda olan insan ya da eşinin parçaladığı ete saldırmak üzere olan hayvanı gören kişiler, uyarı cümlelerini kalıp olarak yerleştirmişlerdir.
7 bin dilin konuşulduğu dünyada, yüz bin yıl içinde 5 bin dilin de unutulduğu ve artık yok olduğu belirtilmektedir. Binlerce dil tek bir kaynaktan mı türedi? Henüz din fikrinin oluşmadığı ilkel topluluklarda insanlar, tabiattaki sesleri taklit ederek, doğa olaylarına hâkim olmak ve kendilerini savunmak için büyü ve tapınma amaçlı olarak kullandıkları müziğin kalıplaşmış sözlerini kimden öğrendiler? Sözlerin yer aldığı ilk yazılı kaynakların 5.500 yıllık geçmişi bulunduğu ve Sümerlere ait olduğu bilindiğine göre, dünyanın başka yerlerindeki toplulukların konuşma dilleri ne zaman başlamıştı ve neye benziyordu?
Dinler gelmeden önce insanoğlu hep şunu merak etmiştir: acaba ilk insanların buldukları ilk kelime neydi? Ünlü Dilbilimcimiz Prof. Dr. Doğan Aksan şöyle yazmıştır: “Yunan tarihçisi Heredot, Tarihler eserinin ikinci cildinde Firavun I. Psamtik ile ilgili bir anekdottan bahsetmiştir. Mısır’a yolculuğu sırasında Heredot, Psamtik’in iki çocuk üzerinde deney yaparak dilin kökenini araştırdığını duymuştur. Söylenilenlere göre yeni doğmuş iki bebeği, onlara bakması için bir çobana teslim ederek, kimsenin onlarla konuşmasına izin vermemesini tembihlemiş, çocuklar büyüdüğünde ise konuştukları ilk kelimeleri tespit etmesini istemiştir. Firavuna göre, dışarıdan müdahale edilmediğinde çocukların söyleyeceği ilk kelimeler, tüm insanların dilinin kökenini belirleyecektir. Çoban bir gün çocuklardan birinin “bekos” diye bağırdığını duyar ve bunun Frigce olduğu sonucuna varır. Çünkü “bekos” kelimesi Frigce “ekmek” anlamına gelir. Bu şekilde, Friglerin Mısırlılardan ve öteki milletlerden daha eski olduğu ve Frigce’nin insanların orijinal dili olduğu sonucuna varırlar. Heredot dışında, günümüze ulaşan ve bu hikâyeyi doğrulayan başka bir kaynak yoktur.” Lâkin bu olay ilginçliği dolayısıyla dil araştırmalarıyla ilgili birçok kitapta yer almıştır. Hemen belirteyim ki Frigler, Anadolu’da Hititlerden sonra var olmuşlardır. Başkentleri ise Ankara’nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion idi. Bence Herodot, Frigce Yunancaya benzediği için kendi coğrafyasını kayırmıştır. Zira Friglere gelene kadar, bölgede onlarca medeniyet kurulmuştu.
1230’lu yıllarda Kutsal Roma İmparatoru 2. Frederic, Âdem ve Havva'ya Tanrının hangi dili verdiğini merak etti. Yeni doğmuş 50 yetim bebeği bir salona kapattı. Onlar için görevlendirdiği süt anneleri ve dadılara, çocukları emzirmelerini, yıkamalarını ve güzelce doyurmalarını ancak asla konuşmamalarını ve tek bir söz bile söylememelerini emretti. Tanrının Âdem’e öğrettiği dili konuşup konuşmayacaklarını böyle öğreneceğini söyledi. Ancak karşılarında el hareketi yapılmayan, gülümsenmeyen, en önemlisi konuşulmayan çocuklar, çok kısa sürede birer birer öldü. Çünkü o bebekler, istenmediklerini düşünmüşlerdi.
Prof. Aksan’ın Her Yönüyle Dil adlı kitabında İskoç kralı 4. Jack olarak geçen, ancak kaynaklarda adı 4. James olan kralın, dilsiz bir kadın ile iki bebeği kimsenin yaşamadığı Inchkeith adasına gönderdiği yazılmaktadır. Kralın amacı, çocukların “Tanrı’nın dili”ni konuşup konuşmayacaklarını öğrenmek idi. İskoçya’nın ilk tarih kitabını yazan Robert Lindsay, bu konuda şöyle yazmıştır: "Kral, Inchkeith'e dilsiz bir kadın yerleştirilmesini emretti ve ona iki küçük çocuk verdi ve beslenmeleri için gereken her şeyi, yiyecek, içecek, ateş, mum, giysi ve erkek veya kadının ihtiyaç duyacağı her türlü ihtiyaçları sağladı. Çocukların uygun yaşa geldiklerinde hangi dili konuşacaklarını keşfetmek istiyordu. Bazıları iyi İbranice konuştuklarını söylüyor, ancak ben kaynaklarımın söylediğinden fazlasını bilmiyorum.” Bu satırları yazan Robert Lindsay’in her duyduğuna inanacak kadar saf ve duyduğu her sözü yazan biri olduğu belirtilmektedir.
Babür imparatoru Ekber Şahın da benzeri bir deney yaptırdığı, 4 yaşına gelen çocukların konuşamadığı yazılmaktadır ama Babürlerde iki Ekber Şah vardır. Bu bakımdan kaynaklarda kesin bilgi olmadığından, yalnızca böyle bir söylenti olduğunu belirtmek istiyorum. Ancak tarih boyunca, dil yoksunluğu adı verilen bu tür deneyler hep yapılmıştır. Amaç, ilk insanın dilini keşfedebilmektir. Tüm kutsal kitaplara göre ise ilk insan, Âdem’dir. Âdem’in ilk insan olduğunu yazan ilk kutsal kitap olan Tevrat’ın Hiyeroglif değil Çivi Yazısıyla yazılmış olması akla daha yatkındır. Sümerlerde ise ilk insan, Adapa’dır. Birçok dilde ada kelimesinin ön ek olarak kullanıldığında, ‘ilk’ anlamına geldiği yazılmaktadır. Türkçede ise bu söz, ata’dır. İncil’de Âdem, Adam olarak geçmektedir. Tevratta ise Adam, insan demektir. Türkçesi ‘kişi oğlu’dur.
Kur’an-ı Kerim’de Âdem’in dili, 2 yerde geçiyor. Bakara Suresinin 31. Ayetinde, "Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu" denilmektedir. Aynı surenin 37. Ayetinde ise “Âdem, Rabbinden öğrendiği sözlerle Allah’a yalvardı, tevbe etti, Allah da tevbesini kabul buyurdu” cümlesi yer almaktadır.
3. Ahmet döneminde 1717 yılında sadrazamlık da yapan Nişancı Mehmet Paşa’nın, 1873’de basılan Mirat-ı Kâinat adlı eserinde şöyle denilmektedir: “Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatleri biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar.”
Hüseyin Hilmi Işık’ın, 1.000 yıl yaşadığını söylediği Hz. Âdem, İbn-i Arabi’ye göre okuma yazma bilirdi. Bazı İslâmi kaynaklarda da 700 dili bildiği yazılmaktadır. Peki ama 700 dilin her birini sadece iki kişi konuşsa 1.400 kişi yapar. Diyelim ki Âdem 700 dili manevi olarak öğrendi ama 1.400 kişi 700 dili ayrı ayrı kimden ve nasıl öğrendi? Toplumu 700 dile daha doğrusu 700 parçaya bölmek nasıl bir anlayıştır? Üstelik Âdem okuma yazma biliyorsa insanlık Sümerlere kadar binlerce yıl boyunca neden okuyup yazmayı bilmiyordu?