Yaşamının en az 60 yılını yayıncılık, gazetecilik ve habercilikle geçirmiş, bu yıllar içinde çevresinde büyük bir bağlılık ve saygınlık oluşturduğu 3 Eylül 2024 günü saat 11.00’de net bir biçimde ortaya çıkan, Gazeteciler Cemiyeti’nin Başkan Vekili Savaş Kıratlı’nın ebediyete intikali töreni yapıldı.

Şener Mete

Bu satırları okuyanların bildiği ya da tahmin ettiği gibi Gazeteciler Cemiyetinde yapılan ilk törende kalabalık bir gazeteci kitlesi vardı. Törenden sonra 4 otobüs, minibüsler ve özel araçlarla Karşıyaka Kabristanı’na gelenler, camideki ikinci törene yani cenaze namazına katılmak için saatin 14.00 olmasını beklediler.

Bu bekleyişte Attila İlhan’ın Diyalektik Gazel’ini anımsadım.
“büyük bir şaşaadır ölüm/ ebrûli nurlarla gelir
öyle bir yanardağdır ki öfkeli/ mutantan destur’larla gelir…”

Attila İlhan, ölümü bir tören gibi anlatıyor ama hayatın en temel iki gerçeğini, törenli yaşamıyor muyuz?

Karşıyaka Kabristanı camisinin geniş avlusu, 20 civarındaki cenazeye son görevini yapmak isteyenlerle doldurulmuştu. Pandemi döneminden bu yana cenazelerin fazlalığı, yalnızca vakit namazlarından sonra değil ara saatlerde de cenaze namazı kıldırmayı zorunlu duruma getirdi. Öğle ve ikindi namazının yanı sıra cenaze namazı saati de beklenir oldu. Bizler o bekleyişte, yıllardır görmediğimiz dostlarımızı da gördük, kısa sohbetler yaptık. Dostların artık ya düğünde ya cenazede karşılaşması, dünyanın geldiği noktayı göstermesi bakımından oldukça düşündürücü…Artık dostluklar nefessiz kalıyor…  Nefesin varlığı ve yokluğunun bir arada olduğu tek yer, cenaze törenleridir. Oysa doğumdan ölüme kadar ister bilinçli ister bilinçsiz olsun insanın aldığı her nefes, onun hayatını koruyan, görünmez bir kalkan olarak düşünülebilir. Soluğun kesilmesi ölüm belirtisi olduğundan, ilkel insan, ruhların gövdeden ayrı olarak nefese ya da havaya benzediğini düşünmüş… 

Caminin avlusuna konulan büyük dijital ekranda namazı kılınacak cenazelerin adları, gömülecekleri ada ve parsel numaralarının yazılmış olması güzel bir hizmet. Eskiden cenaze yakınları tabutların bulunduğu araçlara giderek kabir yerini öğrenebiliyordu. Bu törende de ekrandaki adları okuyanların birçoğu, nefessiz kalanlara doğru ilerledi.
Dilimizde birisi için ‘son nefesini verdi’ denilince, öldüğü anlaşılır.  Nefesi durmak veya nefesi kesilmek tamlamalarının bir anlamı da ölmektir. İki şey, bizim dışımızda meydana gelir: doğuşumuz ve ölüşümüz. Dışımızda meydana gelen bu iki olayın arasındaki zaman parçası, hayatımızdır. Hayatımızda en çok merak ettiğimiz konuların başında yine bu iki olay gelir. Tabii ki ölümü, çok daha fazla merak ederiz. Öyleyse önce ölmek nedir, TDK sözlüğünden tanımlarını yapalım: “1. Yaşamaz olmak, hayatı sona ermek, can vermek, 2. Bitki için solmak, 3. mec. Bazı sebeplerle çok sıkıntı veya acı çekmek. 4. mec. Değerini, geçerliğini, gücünü yitirmek, kullanılmamak.”

“Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuyla nihayetlenen cenaze namazı sırasında birçok kişi ölümü de düşünür. Hacettepe Üniversitesinden Prof. Dr. Nesrin Bayraktar, “Bir kavram olarak ‘ölmek’ Türk dilinin tarihi boyunca her zaman kendine diğer sözcüklerden farklı bir yer bulmuştur. Yazıtlarda öl- eyleminin yanı sıra görülen uçabarmak yapısı Türk kültüründe ölüm kavramının gördüğü saygıyı göstermektedir” diyor. Uçabarmak sözünü Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un yazdıklarıyla açıklayalım: “Türkler ölmek kavramını ‘yükselmek’ ile ifade etmişlerdir. Köktürk anıtlarında ölmek için uçmak, uça barmak (uçup gitmek), fiilleri de kullanılır. Uçmak fiilinin ‘yükselmek’ ile ilgisi açıktır. Ölmek fiilinin de ilk anlamı ‘yükselmek’tir. Türklerde ‘ölmek’ kavramının hep ‘yükselmek’ ile ifade edilmesinin sebebi, ölen insanın ruhunun göklere yükseldiğine inanılmasıdır. İnsan ölünce ruh ölür, yani yükselir; uçup gider. Demek ki Türkler ‘ölmek’ fiili için ‘bedenin yok olması’ kavramından değil; ‘ruhun göğe yükselmesi’ kavramından hareket etmişlerdir. O zaman Türklerde ruh için de bir kelime olmalıdır. Evet, böyle bir kelime vardır ve onu hâlâ kullanıyoruz: Öz. Türkiye Türkçesinde öz kelimesinin anlamı ‘asıl, cevherdir ve bu anlam, ‘ruh’ kavramıyla hemen hemen aynı şeyi ifade eder. Dinimize göre el-hükmü lillah, ‘hüküm Allah’ındır’ ve küllü nefsin zâikatü’l-mevt, ‘her nefis ölümü tadacaktır.’ Bilge Kağan da öd Tengri yaşar, kişi oğlı kop ölgeli törümiş, ‘zamanı Tanrı yaşar (ebedî olan Tanrıdır); kişioğlu hep ölmek için yaratılmıştır’ diyor. Aslında evren denilen sonsuz akışa ‘zaman’ kavramını giydiren bizim zihnimizdir. Varlık hep vardı ve var olmaya devam edecek; fakat bin bir türlü renge, bin bir türlü dona (biçime) girerek. Hep var olan, önsüz olan yüce Tanrı kün ‘ol’ deyince O’nun tecellileri, farklı tezahürleri olmaya başladı; fe-yekûn, ‘hâlâ oluyor.’ Dikkat edilirse Tanrı kün ‘ol’ dedikten sonra gelen fiil (yekûn) ‘oldu’ anlamında değil ‘oluyor’ anlamındadır ve bu, oluşumun devam ettiğini göstermektedir.” 
Savaş Kıratlı Başkanımızın içinde bulunduğu tabut, camiden yavaşça ayrılırken, ebedî istirahatgâhların arasından geçerek kendi beden mekânına doğru ilerledi. Bedenin enerjisi olan can neredeydi ve maddi manevi hazların, sevgilerin, sevinçlerin üzüntülerin depolandığı ruh neredeydi?  İlkel insan, ruhun gövdeden ayrı nefese ya da havaya benzediğini düşünmüş de doğru mu düşünmüş?  Ama bugün bu inançta olan Amerika, Avustralya ve Afrika’nın birçok bölgelerinde yaşayan milyonlarca insan vardır. Dünya dillerinde de nefes, ruh ile eşdeğer anlamlar taşır. Lâtincede solumak anlamına gelen Spiritus sözü, Fransızcaya ruh anlamındaki Esprit, İngilizceye Spirit olarak geçmiştir. Sanskritçede ruh anlamına gelen Atman kelimesi, aynı zamanda rüzgâr, hava ve nefes demektir. Farsçada revan sözü, hem yürüyen, akan anlamında hem de ruh anlamında kullanılır. Arapçada ruh kelimesi; can, nefes, duygu, uçuculuk ve en mühim nokta anlamlarına gelir. İbrani dilinde de nefes sözü, ruh anlamında da kullanılmaktadır. ‘Ruhunu teslim etti’ sözünden, birinin öldüğünü anlarız. Prof. Dr. Nesrin Bayraktar, bu sözün Türkçede 55 ayrı biçiminin olduğunu söylüyor. Bu biçimlerden 16’sı eylem sözü. Birkaçı şöyle: ölmek, öldürmek, öleyazmak, ölebilmek, ölüvermek… Güncel Türkçe Sözlükte, öl köküyle başlayan 39 isim bulunuyor. Bunlardan da birkaçını hatırlayalım: ödürebilme, ölebilme, ölme, ölünme, ölümsüzlük, ölmüş, ölülük, ölümcül, ölümlü…

Cenaze, evvelin evveli olan toprağa verilirken, çevredeki bazı mezar taşları gözüme ilişti. “Ben de sizin gibiydim” diye başlayan, el fatiha veya hüvelbaki (ölümsüz olan odur) sözleriyle biten taşların altındaki bedenler, sonsuzluğun içinde yaşayan ve yaşanan milyarlarca hayatın yer kabuğunda bir anı olarak kaldığını hatırlatıyor. 

Yunus Emre ne diyor? Yûnus sözi 'âlimden/zinhâr olman zâlimden 
Korka durun ölümden / cümle togan ölmişdür…
“Âlimlerden olun fakat zalimlerden olmayın, ölümden korkun, bütün doğanlar ölecektir” diyor… Ölümden korkmamak, hazır olmak lâzımdır. Ölüm kavramının halkın dilinde sekiz ayrı söz ile ifade edildiğini görürüz: ahiret yolculuğu, carta, cızdam, cicoz, mort, son posta, uyku, vefat.

‘Hayatı sona ermiş olan’ anlamındaki ölü için Prof. Bayraktar; mort, mortu, niyazi, temiz gibi dört argo sözü ve kayıp kelimesini almış. Buna bazı eklemeler de yapabiliriz: müteveffa, mevta, cenaze, naaş, ayrıca hayvan için leş… Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e, “Oğul; insanlar vardır günle doğar, akşam ezanında ölür” diye başlayan nasihatnamesini çoğumuz duymuşuzdur. Ölüm kavramını ise mezar ve mezarlıklarla eş tutmuşuzdur. “Taranan sözlüklerde “mezar” ve “mezarlık” kavramını karşılayan 20 kullanım saptanmıştır. Bunlardan servi altı, kara yer, rahat döşeği, dip, çukur, toprak ve ebedî istirahatgâh “mezar” anlamındadır. Doğrudan “mezarlık” anlamına gelen gömütlük, kabristan, sinlik, maşatlık yapıları dışında kalan kullanımlarda genel bir somutluk hâkimdir. Ayrıca servi, taş, tahta, döşek, toprak, çukur gibi unsurlardan yararlanılarak parça-bütün ilişkisi kurulduğu görülmektedir.” Bamyatarlası, çürüklük, kozalak mahallesi, kozalaklı mahalle, tahtalıköy, taşlı köy, taşlıtarla, taşlık gibi kimi argo olan sözler de Türk diliyle ilgili bir kurultayda sunulan bildiriye eklenmiş. 

Cenaze, dualar arasında toprağa verildikten sonra gelen çiçekler üzerine konuldu. Artık oraya Savaş Kıratlı yazan bir mezar taşı dikilecek.  Ülkemizin her yerindeki mezarlıklar gibi Karşıyaka Kabristanı da binlerce mezar taşıyla dolu. Mezar taşları, bir kabirde yatanın kim olduğunu gösteren yazılı belgedir. Bu taşlarda kişinin adı, ölüm ve bazen da doğum tarihi, ne iş yaptığı ve hatta doğum yeri gibi bilgiler bulunur. Eski-yeni birçok mezarlıkta gördüğümüz gibi bazı taşların yok edilmesi, kişinin manevi varlığının da tamamen ortadan kaldırılması, ölenin öldürülmesi gibi gelir bana. Prof. Dr. Hüsrev Subaşı diyor ki: “Öyle mezar taşları vardır ki, ölü hakkında yegâne bilgi o taştakilerden ibarettir. Dolayısıyla bir mezar taşının tahribi, yok edilmesi demek, bir arşiv belgesinin yok edilmesi demektir ki, bu dönüşü olmayan bir yola sapmakla eş anlamlıdır.”

Doğum ile ölüm arasındaki tüm yaşamın sığdığı kabirlerde, ölüm nasıl yaşanıyor bilmiyoruz. Sevenler, sevilenler ve ihmal edilenler o sonsuz dünyada belki de bir aradalar. Ne olduğuna ilişkin tek bir somut kanıt arıyoruz ancak bulamıyoruz. Sıramızı beklerken, sadece anılarımızda yaşattıklarımızın huzur içinde ve inandığımız cennette olmalarını temenni ediyoruz. Savaş Kıratlı’ya rahmet dilerken aynı dünyayı paylaştığımız güzel insanı, dualarımızla anıyoruz.