Televizyonlarımızda her gün kaç dizi yayınlanıyor? En çok izlenen (rating yapan) dizilere baktığımızda, 7 kanalda her hafta yayınlanan 31 diziyi görüyoruz. Diğer kanalları da dikkate alırsak Türk izleyicilerin haftada en az 40 dizilik seçeneği olduğunu söyleyebiliriz.

Şener Mete

Bu dizilerin tamamı yerli yapım. Ama bir de özel olarak abone olunan, ücretli film ve dizi kanalları var. Çoğunlukla yabancı dizi sunan bu kanallarda haftada 105 dizi yayınlanıyor. Görülüyor ki televizyonlarımızda tam bir dizi bombardımanı yaşanıyor.

Dizi olarak beyinlerimize yerleşen sözcüğün; matematik, müzik ve medyada birbirinden farklı kullanımları var. Medyada kastettiğimiz kavramın doğrusu, dizi değil dizi filmdir. Mikrofonla İletişim ve Medya Sözlüğü’nde, “TV’de günlük ya da haftalık bölümler halinde yayımlanan, bütün bölümlerin birbiriyle ilişkili olduğu drama” olarak tanımlanır. Dizi filmler türlerine göre; aile, aksiyon, animasyon, bilim kurgu, dram, fantastik, gerilim, komedi, macera, polisiye, romantik ve tarihi olarak sıralanır. Bu sıralamayı Amerikan medya organları yapmıştır. Nitekim bizde gösterilen ilk diziler de Amerikan menşelidir. TRT Televizyonunda yayınlanan ilk dizi, Kaçak olarak çevrilen Dr. Kimble ya da Bonanza olsa da diziye karar verenler tarafından içeriğinin aksiyon, gerilim, polisiye olması tercih edilmiştir. Amaç, seyircinin heyecanını yüksek tutup bir hafta sonrası için sabırsızlanmasıdır. Gerçekten de Dr. Kimble’ın son bölümünün yayınlandığı akşam belediye otobüsleri boşuna çalışmış, dükkânlar boş yere açık kalmıştı. Çünkü ertesi günkü gazetelerde Kaçak dizisinin son bölümünün yayını sırasında sokakta tek kişinin bile olmadığını gösteren fotoğraflar yayınlanmıştı. Yıllar sonra Kurtlar Vadisi’nin son bölümünün yayınlandığı akşam, Aydın’ın Nazilli ilçesinde Ankara’ya gelecek otobüsümüzün kalkış saatinin ertelendiğini unutamam. Ne olduğunu merak edip terminalde dolaştığımda, yolcuların, kahvehanelerin önüne diziyi seyretmek için doluştuğunu gözlerimle görmüştüm.

1975 yılında ilk yerli dizi olan Aşk-ı Memnu, gençler ve edebiyat sevenler arasında çok ilgi görmüş ve 10 yıl sonra renkli olarak ikincisi, 40 yıl sonra da üçüncüsü çekilmişti. Çalıkuşu, Küçük Ağa, Ateşten Günler gibi çeşitli edebiyat eserlerinin televizyona uyarlanmasıyla yerli diziler, çok fazla ilgi görmeye başladı. Yaşar Üniversitesi’nde dizilerle ilgili bir doktora tezi hazırlayan Ürün Yıldıran Önk, “RTÜK’e en fazla yerli dizileri şikâyet eden vatandaşların, televizyonlarda yine en fazla yerli dizi yayınlanmasını istediklerini” söyledi.

Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği adlı romanından 2010 yılında televizyona aktarılan dizinin kahramanı Özgü Namal’ın, Güllü karakteriyle aşağılanıp dövülmesine, RTÜK sessiz kalmayıp ceza vermişti. 14 yıl sonra ekranda Özgü Namal’ı, hakkında en çok konuşulan dizi olan Kızıl Goncalar’da yeniden gördük. Oldukça yetenekli oyuncuların yer aldığı Kızıl Goncalar dizisi, toplumsal bir yaraya parmak bastığı için ratinglerde üst sıraya tırmandı. Dizi, türbanlı eşi Meryem ve kızıyla birlikte İstanbul’a taşınan, katı bir inanca sahip Naim’in, eşini aşağılayarak ve hakaret ederek sürdürdüğü hayatı, bağlı bulunduğu tarikatın İstanbul’daki dergâhında da devam ettireceğini düşündürtürken cemaatin börek fırınında işe başlayan Meryem’in, tereyağı kullanılmamasına yaptığı itirazın nasıl sert bir tepkiyle karşılık bulduğunu göstererek başladı. Tereyağı konulmayan börek ve baklavaların tereyağlı diye satılmasının sırrını 30 yıl önce öğrenmiştim. Babamın müşterisi olan Keçiören Dutluk Durağındaki bir baklava ustası, “Sen baklavayı koklayarak tereyağlı sanırsın ama biz hamurundan anlarız” diyerek küçük bir şişeyi uzatmıştı. Şişeden mis gibi tereyağı kokusu geliyordu. Meğer tereyağı kokulu parfüm imiş. Usta, hileli gıdanın inanç değil ahlak sorunu olduğunu kanıtlarcasına “bunun iki damlası bir sini baklavaya yeter” demişti.

Sözde seküler bir aile ile dinci bir cemaate sığınmış dindar aileler topluluğunu ve gerçekte ikiz olan kızların içinde bulundukları ortamdaki sorunlarını anlatarak gelişen Kızıl Goncalar, aynı topluluktaki cahillerle bilinçli insanların çelişkili yaşamlarının yanı sıra dindar kesimin hassasiyetlerini de yansıtıyor. Dindarların içinde, Zeynep ve Birgül gibi analitik düşünce sahibi olanların varlığını da ortaya koyuyor.

Dizinin yapımcısı, senaryonun gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilişkisi olmadığını söylese de İsmailağa cemaatinin dizinin durdurulmasını istemesi, durumun pek de öyle olmadığını gösteriyor. Çünkü dizinin başrolünde bulunan Cüneyt’in, yaşı ilerlemiş dedesinin bulunduğu şeyhlik ve dergâhın en önemli simgesi olan post için içten içe gelişen entrikalar, tarikatın kökeni hakkında bilgi veriyor. Tarikatın kökeni muhtemelen 890’lı yıllara, Irak’ın Kûfe kentinde İsmailiye mezhebinden olan Karmatiler’e kadar gidiyor. İslâmdaki ilk komünü kurarak kendi kapalı toplumlarında farklı bir hayat yaşayan Karmatiler, dönemin Abbasi zulmüne karşı direnen bir tasavvufi hareket olarak tarihte yer almıştır. “Cübbemin altında Allah’tan gayrısı yoktur” diyen Cüneyd-i Bağdadi ve “Ene’l Hak” sözüyle milyonlarca Müslümanı ve mutasavvıfı etkileyen Hallac-ı Mansur, Karmatidir. Cüneyd-i Bağdadi’yi şiirinde tasvir eden Asaf Halet Çelebi, aynı zamanda Mevlevi’dir. Asaf Halet Çelebi’yi Semih Güngör takma adıyla anlatan yazar Mustafa Miyasoğlu, onun için “Bazen Nirvâna’ya yükselen bir Budist olurken, bazen Mısır metinlerini okuyan bir İbrâni olarak şiirde yerini alır” der. Kızıl Goncalar dizisinin sezon finali, Asaf Halet Çelebi’nin şiiriyle son bulmuştur. Şair, şiirin adını Cüneyt değil, Cüneyd-i Bağdadi’nin adını kısaltarak Cüneyd olarak yazmıştır.

“Bakanlar bana/ gövdemi görürler/ ben başka yerdeyim
Gömenler beni/ gövdemi gömerler/ ben başka yerdeyim
Aç cübbeni cüneyd/ ne görüyorsun/
Görünmeyeni
Cüneyd nerede/ Cüneyd ne oldu
Sana bana olan/ ona da oldu
Kendi cübbesi altında/ Cüneyd yok oldu”