11 Temmuz günü, Srebrenitsa Soykırımı'nı anma törenini ya da konuyla ilgili haberi izlemişsinizdir. İlk kez 2006 yılında TRT’de haber olarak yayımlanan bu törenler, 2007’den itibaren her yıl canlı olarak ekranlara getirildi.
Şener Mete
Törenin düzenlendiği kabristanın karşısındaki akü fabrikasına getirilen Boşnakların erkekleri, dağlara çıkarılarak katledildi. Resmî olarak 8372 kişinin öldüğü yazılıyor ama öldürülenlerin, gerçekte 20 binden fazla olduğu söyleniyor. 1992-1995 yılları arasında Bosna’da 200 bin kişinin öldüğü, ülkedeki herkesin yakınlarını kaybettiği bu acı olaylar zincirine, çeşitli adlar verenler olmuştur. İncisini Kaybeden İstiridyeler adlı kitabın adını görünce, bu adın yalnızca Bosna’da değil iç ve dış savaşlarda ve ayaklanmalarda yakınlarını kaybeden herkes için söylenebileceğinin farkına vardım.
İncisini Kaybeden İstiridyeler, Kıbrıslı yazar Sevgül Uludağ’ın bir kitabı. Kitapta, Kıbrıs’ta 1974 öncesinde ve savaş sırasında yakınlarını kaybedenlerin dramları anlatılıyor. Toplu mezarlar ve kayıplar, son saniyede ölümden dönenlerin sözleriyle yazıya dökülmüş. Muratağa-Atlılar-Sandallar köylerindeki toplu mezarlar, İkinci Kıbrıs Harekâtı sırasında gündeme gelmişti. BM Barış Gücü’ne, İsveçli bir başçavuşun verdiği raporda şöyle deniyor: “Burada bulunan bir Kıbrıslı Türk, çıkarılan cesetler arasında 95 yaşındaki babası ile 9 yaşındaki yeğenini tanıyabilmiş. Orada bulunan bir başka kişi ise bir kadını cesedinden tanıyabilmiş ve üçünün de Muratağalı olduğunu belirtmiş. Muratağa muhtarı, olayların 14-15 Ağustos 1974’te şafaktan önce başladığı bilgisini vermiş.
Yalnızca insanların değil, tarihi belgelerin ve yapıların, hatta mezarların yok edildiğini hem Bosna’da hem Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta gördük. KKTC’nin kurucu lideri Rauf Denktaş’ın doğum yeri olan Baf’ta, tarihi Türk hamamı ve yanındaki cami, yıkılarak otopark haline getirilmişti. Lefkoşa’nın 5 km. güney batısındaki, antik adı Chitocatamia olan Lakadamya köyündeki cami yok edildi. Benzer durum Kıbrıs Rum kesimindeki Türk mezarları için de geçerlidir. Sevgül Uludağ’ın, ‘İncisini Kaybeden İstiridyeler’ adlı kitabında şu cümleler var: “Rum kesimindeki Limasol Türk Şehitliği'ni ziyareti sırasında mezarlığın bir bölümünün yerle bir edildiğinin ortaya çıktığına işaret edilen ve fotoğraflarla da desteklenen mektupta, şöyle denildi: “Lakadamya Türk Mezarlığını yol yapıyorlar. Lakadamya Belediye Başkanı Violaris: “Türk mezarlığının yerle bir edilmesi, kutsal yerlere karşı bir saygısızlık değildir.” Politis gazetesi de "Yol, mezarlığın bir bölümünü yedi. Lakadamya sakinleri Kıbrıs Türk mezarlığının bir bölümünün asfaltlanması olayını kutsal yere karşı saygısızlık olarak nitelendirdi" cümleleriyle verdiği haberinde, Lakadamya'da bulunan Osmanlı mezarlığında, buldozerlerin çalıştığını, bu çalışmaların yolun genişletilmesi amacıyla yapıldığını belirtti. KKTC Cumhurbaşkanı danışmanı Prof. Dr. Ata Atun, şöyle yazıyor: “Kazı esnasında Osmanlı mezarlarından çıkan kemikler hiçbir kayıt tutulmadan ve ayırım yapılmadan siyah çöp torbalarına kondu ve açıklanmayan bir yere götürüldü. Bölgede fotoğraf çekilmesine izin verilmedi ve Lakadamya Belediye Başkanı Hristakis Violaris, çalışmaların gerekli izinlerin alındıktan sonra yapıldığını söylemiş olmasına rağmen çöp poşetleri içine nelerin konduğu ve nereye döküldüğü hiçbir zaman açıklanmadı.”
Tarihte; Mısırlılardan sonra Fenikelilerin, Asurluların, Perslerin, Romalıların, Bizanslıların, Emevilerin, Abbasilerin, Templer Şövalyelerinin, İngilizlerin, Cenevizlilerin ve Memlûkların egemenliğinde bir medeniyetler harmanı olan Kıbrıs, 1571’de Osmanlı adası olduktan sonra vergi bağışıklığı kazanmak isteyen birçok Katolik ve Ortodoks’un Müslümanlığı kabul ettiği bir yerdir.
Kıbrıs Gazetesinde Ahmet Tolgay diyor ki: “İkinci Selim, adada bıraktığı 20 bin askerin yanına Anadolu’dan ‘sürgün’ fermanlarıyla 10 bin kadar esnaf ve zanaatkâr nitelikli Türkmen göndererek adanın yüzyıllardan beri süregelen nüfus yapısını değiştirir. Bunu izleyen yıllarda, Anadolu’da huzursuzluk çıkaran Türkmen aşiretlerinin ve diğer asî kişilerin sürgün yeri genellikle Kıbrıs olur.”
Kıbrıs’a sürgün edilenlerin içinde bence en ilginç isim, ‘28 Mehmet Çelebi’dir. Osmanlı’nın ilk Paris büyükelçisi ve ilk kapsamlı sefaretname yazarı olan Yirmisekiz Mehmet Çelebi, İstanbul’a döndükten sonra ilk Türk matbaasının yapımına emek vermiş, Paris’te gördüğü birçok yapının benzerini İstanbul’da yaptırmış bir aydın idi. 1730’daki Patrona Halil isyanı yani cahiller hareketinin sonunda Kıbrıs’a sürgün edilir. 1,5 yıl kadar Kıbrıs’ta yaşayan ve orada ölen Mehmet Çelebi gibi bir aydının Magosa’da neler yazdığı, hangi anılarını kayda geçirdiği bilinmemektedir. Oysa Namık Kemal, Magosa’daki zindanda beş roman yazmış ve 3 yıl sonra incisini kaybetmeyen bir istiridye örneğiyle İstanbul’a dönmüştü.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşından “Rumeli’yi kaybederek ve büyük tazminatlar ödeyerek çıkan İkinci Abdülhamit, Kars, Ardahan ve Batum’a giren Rus ordularının geri çekilmesi karşılığında, Kıbrıs’ı İngiltere’ye kiralar. İngiltere adaya bir “yüksek komiser” atar. Böylece Kıbrıs hukuken Osmanlı Devleti’nin, fiilen de İngiltere’nin olur.” Kıbrıs adası İngilizlerin elindeyken, kurdukları orduda Rum ve Türk askerler varmış. İngilizler, Türkleri Kraliyet ordusuna sadık kalacaklarına dair Kur’an-ı Kerim’e el bastırarak askere alıyorlarmış.