24 Saat Gazetesi’nin 16 Kasım 2024 günlü baskısında, “Edirne Sarayı'nın surlarının restorasyon çalışmalarında sona gelindiği” haberi vardı.

Şener Mete

Tarihî Kırkpınar yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olan Edirne,  ülkemizin batıdaki serhat şehri ve batıya açılan penceresi.  İki devletle sınırı olan Edirne, bir zamanlar Osmanlı Devletinin başkentiydi. Tam 92 yıl Başkent olarak kaldı. İmparatorluğun önemli bir ticaret ve kültür merkezi olarak gelişti, büyüdü… 

Başkent olur da sarayı olmaz mı? Edirne Sarayı ile ilgili olarak yıllar önce TRT’de bir özel haber hazırlamıştım. Dönemin Edirne Valisi Mustafa Büyük ile birlikte Edirne Sarayı’nın bulunduğu alana gittik. Sarayın bulunduğu alan, içindeki kalıntıyı saymazsak neredeyse dümdüz idi.  Oysa Edirne'nin büyük bir sarayı vardı. Hem de 2 tane. Saray-ı atik denilen Sultan 1. Murad'ın yaptırdığı sarayın, 2. Selim tarafından yıktırılıp yerine Selimiye Camiinin yapıldığı öne sürülmektedir. Saray-ı Cedid yani Yeni Saray ise Sultan 2. Murad tarafından 3 milyon metrekare alan üzerine yapılmaya başlanmış. Fatih Sultan Mehmet tarafından tamamlanmış ve 425 yıl boyunca Osmanlı Sarayı olarak hizmet vermiş. Meydanları, av köşkleri, kasırları ve havuzlarıyla bu saray, pek çok şehzadenin sünnet törenine, sultanların evlenme merasimlerine sahne olmuş. 117 odası bulunan Edirne Sarayında 8 mescit, 18 hamam, 5 mutfak ve 17 yalı bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmet zamanında dikilen binlerce ağacın dışında Sultan 2. Ahmet’in buraya 50 bin ağaç diktirdiği söylenir. Fatih ve Kanuni, Avrupa seferlerine giderken bu sarayda konaklamıştı. Kanuni Sultan Süleyman, ünlü Kanunnamesini, sarayın yakınındaki Adalet Kulesinin daracık merdivenlerinden çıkarak 3. katında yazmıştı.

Edirne Sarayı, Sultan Abdülhamit döneminde yok oldu. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında, Rusların Edirne'ye yaklaştığı haberleri üzerine, saray yakınındaki cephanelik, düşman eline geçmesin diye Vali Cemil Paşa'nın emriyle ateşlendi ve 4 gün süren patlamalar sırasında bütün saray havaya uçtu.  Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kayıtlarında, “Vali Cemil Paşa ile Edirne kumandanı Ahmet Eyüp Paşa'nın anlaşamamaları üzerine Bab'üs Sa'âde civarında yığılan cephanenin patlatılması ile üç gün süren patlamalar sonucu sarayın birçok yapısı yıkılmıştır. Bundan sonra yağma başlamış ve saraya ait kalıntılar başka yapılarda kullanılmıştır” diye yazmaktadır. Vali ile kumandanın anlaşamamaları sürpriz değildir ama koca toprak parçalarıyla birlikte Edirne de elimizden çıkmıştır. 1877 – 78 Osmanlı Rus Savaşı’na katılan Keçecizade İzzet Fuat’ın yazdığı, Genelkurmay Başkanlığı’nca basılan “Kaçırılan Fırsatlar” adlı kitapta, Cemil Paşa’nın verdiği bir emir geçmektedir. “Orada ne yapıyorsun? Çabuk süvari komutanına gidip söyle, o şeyden geçerek Biyela tepeleri üzerindeki şeye kadar gitsin, şeyleri görürse hemen bana haber göndersin, her durumda şeyin ötesine geçmesin.” Oysa bir komutanda bulunması gereken, verdiği emrin açık, net ve anlaşılır olma özelliği, Cemil Paşa’da bulunmamaktadır. Yani iletişim gücü zayıftır. 425 yıllık koca sarayı, önlem almadan bir atışta yerle bir eden Cemil Paşa’ya, buradan Halep Valiliği görevi verildi. Ahmet Eyüp Paşa da Yanya Valisi yapıldı. Vali ile Edirne kumandanına soruşturma açılıp açılmadığını, ceza verilip verilmediğini bilmiyoruz ama 120 yıl boyunca harabe durumda kalan Edirne Sarayına, Sayın Mustafa Büyük’ün çabalarıyla TBMM sahip çıktı. 150 yıl sonra o sarayın binaları, yavaş yavaş günışığına çıkmaya başlıyor. 

Kırkpınar yağlı güreşleri, Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde saray olarak kullanılan alanın içinde yer alan ve Sarayiçi denilen çayırda yapılıyor.  Sarayiçi dediğimiz alan, Mimar Sinan’ın yaptığı köprüden geçilerek, eski sarayın kalıntıları olan mutfak binalarının yanı başında akan bir derenin arkasındaki yemyeşil ve içinde binlerce ağacın bulunduğu harikulâde bir yerdir. Burada günün sıcağı azalmaya başladığında, saat 18.00’de açılış programı başlar. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın söylenmesinden sonra bir önceki yılın başpehlivanının göndere Türk Bayrağı'nı çekmesiyle,  Kırkpınar güreş şenlikleri resmen başlamış olur.

Bu şenliklere katılması istenen pehlivanlara, kırmızı dipli mumla davet yapılıyor. Kırmızı dipli mum, parafinin alt kısmına kırmızı boyanın sürülmesiyle yapılıyor. Eskiden “Kırkpınar ağaları, kırmızı dipli mumları, başta devlet erkânı olmak üzere eşraftan ve erkândan olanlara ve önemli saydıkları dostlarına atlı postacılarla gönderirlerdi. Atlı postacılar ayrıca kahvelere kırmızı dipli mumu asarak halkı, Kırkpınar Tarihi Yağlı Güreşleri'ne çağırırlardı. Bu uygulama kapsamında bugün, Edirne Valisi, Edirne Belediye Başkanı ve Kırkpınar ağası, Sayın Cumhurbaşkanından başlayarak, devletimizin önde gelen isimlerini bizzat kırmızı dipli mumla Kırkpınar'a davet eder."

Davet edilmediği bir yere giden kişiler için söylenen, “kırmızı dipli mumla mı çağırdık? Niye geliyor?” sözündeki kırmızı dipli mum, 600 yıllık bir geleneğin sonucudur. Kırmızı dipli mumla çağırmak, nezaketin, saygının ve zarif bir davetin ifadesidir. Zaman zaman düğün davetiyelerinde kırmızı dipli mum ritüelinin canlandırıldığı görülmüştür. Ama ülkemizin birçok yerinde düzenlenen güreşlerde, “kırmızı dipli mum” geleneğinin göz ardı edilmesini anlamak güç.