9 Kasım 1938 günü İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda yüce önder Mustafa Kemal Atatürk, hasta yatağında yatıyordu. 3 gün önce de dayanılmaz ağrıları vardı.
Şener Mete
Doktorların itirazına rağmen karnından su çekilmesini istedi ve “emrediyorum, çekin” dedi. Hekimler acıyı hafifletmek adına direnemediler ve karnından 6 litre su çektiler. Acısı biraz dindi ve gece yarısına kadar uyudu. Hastalığı son aşamasındaydı.
Ağustos ayından itibaren yabancı basın, Atatürk’ün ağır hasta olduğu yolunda haberler geçiyordu. 20 gün önce komaya girmiş, dört gün hareketsiz yatmıştı. Oysa 20 yıl önce Adana’dan İstanbul’a gelmişti. İstanbul; İngiliz ve Fransız gemileriyle kuşatılmış, o ise “geldikleri gibi giderler” demişti.
İstanbul’a gelişinden üç yıl önce ise Çanakkale’yi kuşatmışlardı. Ancak Çanakkale Boğazı’nı savaş gemileri ile aşamayınca bu kez çıkarma yapmayı planladılar. Artık Çanakkale kara savaşları başlıyordu. O, Sofya’da 34 yaşında bir ataşemiliter idi, Çanakkale’ye görevlendirildi. Kara savaşında düşmanın nereden çıkarma yapabileceği tartışıldı. Mustafa Kemal, Kabatepe ve Seddülbahir’den, Alman komutan Von Sanders ise Bolayır ve Anadolu yakasından çıkarma yapılabileceği görüşündeydi. Alman komutanı Von Sanders’;in görüşü ağır bastı ve askerlerimiz o yöreye yerleştirildi. Oysa düşman güçleri 25 Nisan 1915 sabahı tam da Mustafa Kemal’in düşündüğü noktadan saldırdı. İngiliz ve Fransız Birlikleri Seddülbahir’den, Avusturalya ve Yeni Zelandalılardan oluşan Anzak Kolordusu Arıburnu’ndan karaya çıkarıldı. 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal Kocaçimentepe’de, Conkbayırı’nda da savaştı. Çanakkale Savaşları Ansiklopedisi’nde yazıldığı gibi, cephanesi biten askerlere:
— “Süngü tak” emrini verdi. Daha sonra;
— “Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir” dedi. Tarihin en büyük siper savaşının içindeydi. Siperler arası uzaklık sekiz on metre kadardı. Türk siperlerinden hiçbir asker ayrılmıyor, şehit düşenlerin yeri hemen dolduruluyordu. Her adım başına bir mermi düşen toprak, adeta tüterek kaynıyordu. Düşman dalgalar halinde Conkbayırı’na doğru ilerliyordu. Bu arada Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığına atandı. Anafartalar Savaşı’nda düşmanın attığı şarapnel misketi göğsüne doğru geldi. Ancak cebindeki saate çarptığından bir şey olmadı. Kısa sürede Türk ordusu her yerde büyük başarılar kazandı. Düşman şaşkına döndü, bozguna uğradı. 85.000 kişilik kuvvetleri ile 6-7 Ağustos gecesi Suvla Körfezinden yaptıkları son amfibi çıkarmalarla Kocaçimentepe’yi almak istedilerse de; bu kuvvet, karşı taarruza geçen Mustafa Kemal’in birlikleri tarafından geri püskürtüldü. Conkbayırı’nın kurtarılmasından sonra, İngilizler Çanakkale’nin geçilmez olduğunu anladılar.
Bu topraklarda kaybedilen canlar bize çok şey de kazandırdı. Her şeyden önce Mustafa Kemal gibi bir komutan çıkardı. Çanakkale Savaşları, büyük bir şairi de ortaya çıkardı… Milli şair Mehmet Akif’in Çanakkale Destanı, Türkiye’nin vatan olma yolunda atılmış çok önemli bir kültürel adım oldu. Bu savaşlar, vatan duygusunu şahlandıran, uğruna canımızı vereceğimiz ay yıldızlı bayrağı en yükseklerde dalgalandıran muharebelerdi.
Yunanistan 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i işgal etti. Birinci Dünya savaşında hiçbir şekilde savaşmadığımız Yunanistan’ın İngiltere’nin talebiyle, fırsatı ganimet bilerek Ege bölgesinde yayılmaya başlaması, bütün Anadolu’yu harekete geçirdi. Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı, Milli Mücadeleyi başlattı. 21 Haziran’da Amasya’da bir tamim yayınladı. 8 maddelik tamimin iki maddesi şöyleydi:
-“Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Bu bildiri, kurtuluş ateşini yakıyordu.
Amasya tamiminden iki gün sonra, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope, kendi Dışişleri Bakanlığı’na bir rapor gönderdi. Raporda, Gelibolu çarpışmalarında büyük bir ün kazanan Mustafa Kemal’in, yabancı karşıtı duyguların merkezi haline geldiğini belirtti ve raporun kenarına, “Mustafa Kemal, Malta’ya sürülmelidir” diye bir not ekledi. Aynı gün Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti tarafından ‘halkı Hükümet’e karşı kışkırttığı’ gerekçesiyle müfettişlik görevinden alındı. Mustafa Kemal de Amasya’dan Kâzım Karabekir Paşa’ya şu telgrafı gönderdi: “İstanbul’da millî bağımsızlığın zevkinden mahrum bazılarının, İngiliz esaretine girmekte sakınca görmediği anlaşılıyor. Anadolu’dan çıkacak sesin etrafında olan bizler için, bu millî vazifenin pek mukaddes olduğu kanaati bir kere daha doğrulanıyor. Merkezî hükûmet, millî girişimlerimize karşı tecavüz elini uzatırsa, karşı harekete girişilerek ulusal gayenin gerçekleştirilmesi zorunludur.”
Olağanüstü bir destanla milli gayenin gerçekleşmesi için çırpınan adam, 9 Kasım 1938’de, dünyadaki son nefeslerini Dolmabahçe’de alıyordu. 67 yıl sonra ise, Amasya’dan yapılan bir Regaib Kandili yayınında müftü, TRT’de geleneksel olarak okunan duadaki Atatürk ve silah arkadaşları ile ilgili bölümü atlayacak ve olay, gazetelerde haber olacaktı. Oysa 3 Şubat 1932 günü Kadir Gecesi’nde Ayasofya Camii’nde, Hafız Yaşar Okur ve Saadettin Kaynak’ın icra ettiği Mevlidi, radyodan naklen yayınlattırmıştı. Bu mevlid, İstanbul Radyosu’nun tarihindeki ilk naklen yayını olmuştu. Kendisi de radyo başında dinlemiş, ertesi gün Yaşar Okur ve mevlithanları iftara davet etmişti. Henüz çok yeni olan radyonun ikinci naklen yayını da yine Atatürk’ün emriyle, Dolmabahçe Sarayı’ndaki Türk Dili Kurultayı’nda yapılan konuşmalar olmuştu. Yani bu yayınların ilki din, ikincisi dil ile ilgiliydi.
Kız kardeşi Makbule Atadan, vefatından 20 gün önce Dolmabahçe Sarayı’na gelip Atatürk’ün başında Kur’an-ı Kerim okuyordu. Hafız Yaşar Okur, son sözünün “aleykümesselam” olduğu kayıtlara geçen Atatürk’ün cenaze namazının müezzinliğini yapacaktı…