“Özgürlük nefes nefes, hürriyet yudum yudum; Cumhuriyet ananın kollarında büyüdün, Aydınlık ufuklara başın dimdik yürüdün” diyor bir şiirinde Celal Odabaş. Cumhuriyetle, özgürlüğün nasıl özümsendiğini, özgürlüğün ve aydınlık ufukların Cumhuriyetin bir getirisi olduğunu nefesle ve beden diliyle anlatıyor.

Şener Mete

Bu hafta, Cumhuriyet Haftası ve Cumhuriyet’in ilânının 101. yıldönümü. Yıllarca Ankara Hipodromu’nda yapılan Cumhuriyet Bayramı törenlerinin yayınını sundum. Sizlere, o yayınlar için hazırladığım metinlerden yararlanarak Cumhuriyetten söz edeceğim. 

Cumhuriyet, “Halkın; egemenliği, elinde tuttuğu ve belli dönemler için seçtiği temsilcileri eliyle kullandığı yönetim şeklidir.” Türkiye’de her 29 Ekim, en büyük bayram olarak kutlanır.

Cumhuriyet kelimesini söylerken H sesi yutulmaz, güçlü bir şekilde belirtilmelidir. Vurgu ise sondaki –yet hecesindedir. Cumuriyet diyenler çoktur ama bir spiker ve muhabir, Cumhuriyet kelimesini hiçbir zaman cumuriyet olarak telaffuz etmemelidir. Bir Trakyalı ile konuştuğunuz zaman Hasan’a asan, Hoca’ya oca, hazıra azır dediğini fark edersiniz… Bu, yerel bir söyleyiş biçimidir. Ancak radyo ve televizyon yayınlarında kelimelerimizdeki h sesinin Trakya ağzı gibi atlandığına da arada bir şahit oluruz. Bazıları uyarılır, yanlışını düzeltir. Bazılarıysa umursamadan cumuryet demeye devam eder. Cumhurbaşkanına cumurbaşkanı diyenler, mahalleye ma:le diyenler, hatta havaya ava diyenler bile olmuştur… Müdahale kelimesini müdale, cumhuriyet kelimesini de cumuriyet diye söyleyen spikerleri biliyorum. Nefes kontrolü olmadığından, cumhurbaşkanı sözünü cumubaşkanı diye telaffuz eden muhabirler de var.

Cumhurbaşkanı, cumhuriyet gibi kavramları söylerken h sesini yutarsanız, bu kavramları sıradan bir duruma getirirsiniz. Hatta çalıştığı kurumun adını bile yanlış söyleyenler oluyor. TRT Haber yerine h sesini düşürerek TRTABER deyince siz, gerçekte kurumunuzu sıradanlaştırmış olursunuz. Şimdi Cumhuriyet’e bakalım. Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Cumhuriyet Üniversitesi, Cumhuriyet Lisesi, ortaokulu, ilkokulu, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Halk Partisi. Cumhuriyet Kadınları Derneği… Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı bu adların hiçbiri olmazdı.
‘Cumhuriyetin önsözü Çanakkale Savaşları’dır derler. 1915 yılında Kafkaslarda sıkışan Rus hükümeti, müttefiklerinden Türkiye’nin dikkatini başka yere çekecek bir harekât yapmalarını istedi. Yüksek ümitler, acılar, hayal kırıklıkları ve kahramanlık destanlarıyla dolan Gelibolu yarımadası harekâtı, en güzide askerlerimizin şehit olmasıyla sonuçlandı. 1915’in sonuna doğru İngiliz komutan Hamilton, İngiliz askerlerinin kurtuluşu için, Bulgaristan ve Yunanistan’ın Türkiye’ye savaş ilan etmeye ikna edilmesi gerektiğini, ancak o zaman görevini başaracağını Londra’ya bildirmişti. 1918’e gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğunun birlikte yola çıktığı müttefiklerinin yenilgisi, kendisinin de sonu olmuş, ülke toprakları işgal edilerek ordu dağıtılmıştı.

Yunanistan, Birinci Dünya Savaşında bize harp ilan edemedi. Ancak Mondros mütarekesinden sonra askerimiz terhis edilip de silahları elinden alınınca, en zayıf dönemimizde İzmir’e asker çıkarmakta tereddüt etmedi. Öte yandan, Mondros Mütarekesi’ni imzalayan devletler, mütareke kurallarını ayaklar altına alarak Türkiye’yi parçalamak üzere hareket ettiler. Memleket işgaller altında kaldı. Başkent İstanbul da işgal edildi… Yunan askerleri bütün Ege’yi yakıp yıkıyordu… Umutsuzluk her yanı kaplamıştı… Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında idam fetvası verilmişti… Türk milleti karşı karşıya kaldığı bu yok etme hareketine karşı eski devlet teşkilatını onların elinde bıraktı, bu şartlar altında seçim yapıldı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanarak kurtuluşun önünü açtı… Kurtuluş Savaşımız, büyük bir zaferle sonuçlandı.

Tarihe karışan köklü imparatorluğun topraklarında doğan yeni bir güneş, sonsuza dek sürecek Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini attı. Karanlık bulutları yırtan bu güneş, 20. yüzyılın büyük asker ve devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk’tü. Onun arkasındaki Türk milleti, “Ben varım” ve “devletim” diyerek dünyaya bunu ilan etti. TBMM de, tarihte örneği ender görülen bir mucize yaratmış oldu. Sınırları kanla çizilen Türkiye toprakları üzerinde artık, ayyıldızlı bayrağı ve resmî dili Türkçe olan yepyeni bir Cumhuriyet vardı.

Cumhuriyet, gerçekte Türk’ün Ata’sıyla birlikte ve onun çizdiği yol haritasını kabullenerek gerçekleştirdiği bir başkaldırıdır... Bu öyle bir başkaldırı ki Fransız ihtilalinden farklı olarak yalnızca iç düzene değil dış düzene de bir isyan olarak düşünülmelidir. Emperyalizme başkaldırı, bu isyanı kabullenmeyen ülkelerin, yıllarca Ankara’ya büyükelçi atamamalarından açıkça bellidir. Ve iç düzene başkaldırı, salt Osmanlı sülalesinin gönderilip rejimin değiştirilmesi değil; dilde, yazıda, tarih anlayışında, giyimde, ekonomik ve sosyal hayatın her sahasında değişim olarak kendini göstermiştir. Horlanan, dışlanan ve aşağılanan bir millet, yeniden tarih sahnesine çıkmış ve kahraman bir ulus olarak dünyanın belleğine kazınmıştır.

Geçen 101 yılda Cumhuriyete yönelik her saldırı bertaraf edilebilmiştir. Bunda M. Kemal Atatürk’ün eşsiz dehasıyla kurduğu devletin temellerinin ne kadar sağlam atıldığının gerçeği vardır.