Hasan Dağı, Aksaray ve Niğde sınırları içinde yer alır ve yüksekliği 3268 metredir. Hasan Dağı’nın patlama olasılığını sorsanız, “patlar da diyemeyiz patlamaz da diyemeyiz” derler. Volkanik bir dağ olan Hasan Dağı patlar mı? Patlarsa lavlar nereye kadar akar ve çevresi ne duruma gelir?
Şener Mete
Geçen hafta İzlanda’da Reykjanes Körfezi’nde (Forvodaki okunuşu: rekdanes körfezi) yanardağ patlaması nedeniyle ülkenin güneyinde acil durum ilan edilmişti. Televizyon haberlerinde, akan lavların görüntüsü dehşet vericiydi. Aralık’tan bu yana dördüncü kez yaşanan patlamalar, 781 yıldır bölgede ilk kez görülüyordu.
Bundan 9 bin yıl önce patlayan Hasan Dağı ise Aksaray ve Niğde sınırları içinde yer alır ve yüksekliği 3268 metredir. Hasan Dağı’nın patlama olasılığını sorsanız, “patlar da diyemeyiz patlamaz da diyemeyiz” derler. Çünkü volkanik dağlarda böyle bir ihtimal bulunmakla birlikte magma tabakasının ne zaman yükseleceğini ölçen bir alet henüz keşfedilmedi. Ancak bir patlamanın, atom bombası kadar tehlikeli olabileceğini İTÜ’den Prof. Dr. Mehmet Keskin belirtmiş. Zaten Ihlara Vadisi’nin oluşumunda, MÖ 7 bin yılında Hasan Dağı’nın volkanik patlamasının payı var.
Dağın altında üç ova bulunur: Aksaray Ovası, Niğde Bor Ovası ve Derinkuyu Ovası. Heybetli duruşuyla bütün bu ovalara hâkim olan Hasan Dağı, Aksaray’ın girişinden itibaren 100 kilometrelik yol boyunca görüntüsüyle size eşlik eder. Dağın eteklerinde, MÖ 6. yy.den kalma Nora Antik Kenti bulunur. Antik bir Roma şehridir. Dağın adı MÖ 1600’lerde, Hititler döneminde Athar imiş. Athar’ın ne olduğu konusunda Chicago Üniversitesi’nin ağ ortamındaki Hititçe Sözlüğü’ne baktım, ancak bu kelimeyi bulamadım. Athar’a en yakın söz olan Atta kelimesi ise baba demekmiş. Bizim, Ana Türkçeden gelen bir sözcüğümüz olan ata’nın, atta/atte olarak Sümercede de bulunduğunu yazanlar var. Hasan Dağı’nın ilk adının, en büyük olmayı ifade eden bir anlama gelmiş olması oldukça mantıklı.
Hasan Dağı’nın 1100’lü yıllardaki adının Torasan olduğu da yazılıyor. Torasan, Hasan Dağı’nın dışında, İzmir’in Urla ilçesinde bir köyün de adı. Ancak Dorasan adında çok uzaklarda bir yer var. Neresi derseniz, Güney Kore’de bir dağın adı olarak internette bulabilirsiniz. Ayrıca Japonya’da yıllarca süren bir dizi filimin kahramanının adı da Torasan imiş. Yani kişi adı.
Dahası da var. Çorum’da 16. yüzyılda kişi adları arasında Tora Hoca ve Torasan’ın bulunduğu, Belleten Dergisinde mevcut. Yine aynı yüzyılda Adana’da en çok kullanılan erkek adlarından birinin Torasan olduğu, Adana Tahrir Defterinde yer alıyor. Hasan Dağı’nın eski adı Horasan’dan ses değişimiyle Torasan olabilir mi? Elbette olabilir. Nitekim anlatıya göre Sultan Torasan, Danişmentlilerin yiğit komutanıdır. Selçuklu Sultanı II. Kılıçaslan’la beraber Haçlılara karşı savaşmış, vasiyeti üzerine de Athar’a yani Hasan Dağı’na gömülmüş. Sonradan dağ, onun adıyla Torasan olarak anılmış. Dilin yıllar ve yüzyıllar içinde ses değişimine uğraması yani 50 yıl önceki hastahanenin günümüzde hastane olması gibi hece düşmesi sonucunda Torasan, Hasan’a dönüşmüş, sonra da adı evliyalaştırılıp Hasan Dede haline gelmiş.
Hasan Dağı’nın kuzeye bakan yamaçları, Aksaray’dan görünür. 1470 yılında Anadolu Selçuklularından Osmanlı’ya sancak olarak geçen Aksaray, 1840 yılında Niğde’ye bağlı bir kaza olmuştur. Osmanlı döneminde topraklar; has, zeamet ve tımar olarak dağıtılıyor ve bu topraklardan elde edilen gelirle asker yetiştiriliyordu. Zeamet ve tımar sahiplerinin çoğu, topraklarının başında durmak yerine toprağı idare edip gelirini toplayacak bir vekil bırakıp şehirlerde oturuyorlardı. Tımarların gelirini de Alaybeyi denilen devlet görevlileri toplardı. Aksaray toprakları 1522’de 13 zeamet ve 115 tımara bölünmüştü. Ancak Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi’nde, 1700’lü yıllarda tımar sahibi ve atlı asker besleyenlerin üçte birinin tımarlarının başında olmadığı ve 1770-74 arasındaki Osmanlı-Rus savaşına çoğunun katılmadığı yazılmaktadır. Devlet, tımar sahipleri ve besledikleri atlılar savaşa gitmeyince, eşraftan destek almış, onlar da hizmetlerinin karşılığında, giderek artan oranda idari görev istemeye başlamıştı. O yıllarda devlet giderek zayıflamış, sancakların başına sancakbeyleri yerine mütesellimler atanmaya başlamıştı. Tımarların başındaki bazı alaybeylerinin, devlet gelirlerine el koyduğu yazılmaktadır. Örneğin 1785 yılında Aksaray’da Deli Recep namındaki bir tımar sahibinin, kaymakamla bir olup Damat İbrahim Paşa’nın vakfının gelirini zimmetine geçirdiği, Osmanlı Arşivi’nin C. TZ, 14/683-5 no’lu kaydından alınmıştır.
Vali olması gerekirken kendilerine boş eyalet bulunamadığı için görev verilemeyen birçok bey ve paşaya da geçimlerini sağlamak amacıyla bazı sancakların idarî geliri “arpalık” olarak verilmeye başlanmıştı. Onların bir bölümü, bu göreve gitmek yerine kendilerine vekil tayin etmişti. Aksaray sancağı, 1742’de Koca Mustafa Paşa’ya “arpalık” olarak tevcih edildi. Paşa, Aksaray’a gitmedi, sancağın idaresi bir mütesellime bırakıldı. Mütesellim görevini yürütürken, halka karşı olumsuz hareketlerde bulunduğundan dolayı görevinden alındı.
Bir yandan vekâleten görev yapan mütesellimlerin halka karşı keyfî davranışları diğer yandan kabadayıların ve eşkıyanın artışı, halkın idareye karşı saygısını yitirmesine sebep olmuştu. III. Uluslararası Aksaray Sempozyumunda sunulan bildirilerden, 1774 yılında Osmanlı’nın paralı askerlerinin Rus ordusuna karşı aldığı mağlûbiyetten sonra, ayan ve eşraf başta olmak üzere, asker kaçakları ve diğer işsiz güçsüz takımının savaşların taşrada yarattığı boşluktan fazlasıyla faydalandığı ifade edilmiştir. Bu tarihlerde Aksaray’da Ateşoğulları ailesi etkin olmuştur. Bu aileden kaza müdürü olan Abdurrahman Ağa’nın, toplanan verginin 64 bin kuruşunu ödemediği anlaşılmıştı. Kendisi görevden alındıktan sonra 13 yaşındaki oğlu Nüfus memuru olmuş, bu durum Aksaraylıların tepkisini doğurmuştu. Halk bu durumu dilekçeyle şikâyet etmiş ve şöyle yazmışlardı: “Mehmed Sadık didikleri, Ateşoğlunun oğullarından olup on üç yaşında olmakla ve elinden yazup okumak gelmez iken şu misillü sıbyan çocuk ne vechile mukayyid olup da kaza ve aşayiri idare idebilür.” (Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, Kasım 2018) Bu dilekçeye ne cevap verildi bilinmiyor ama olaydan 30 yıl sonra Mehmet Sadık’ın, Kırşehir’de müdür olarak çalıştığı belirtilmektedir.
Aksaray sancağındaki haksızlıklara karşı muhtemelen o yıllarda halkın içinden birilerinin yazdığı bir mani var ki günümüzde bile söylenebilir:
"Hasan dağı arpalık, eğer saban yürürse,
her derede değirmen, eğer suyu gelirse,
her kümesten bir tavuk, eğer köylü verirse,
iyi gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse..."
Bu maniye bir ekleme yapayım:
“Hazıra dağ dayanmaz, karı bitirirsin zirveden
Adamakla mal tükenmez, hak saklasın vermeden;
lâf ile pilav pişirirsen, deniz kadar yağ benden”