Yusuf KANLI Uluslararası diplomasi jargonunda kısaca “Blame game” denen ve kabahatli hangi taraf olduğuna bakılmaksızın tarafların birbirlerine başarısızlığın suçunu yıkma...

Yusuf KANLI Uluslararası diplomasi jargonunda kısaca “Blame game” denen ve kabahatli hangi taraf olduğuna bakılmaksızın tarafların birbirlerine başarısızlığın suçunu yıkmaya çalışmaları gayretine Kıbrıs görüşme sürecinde çok sık yaşanmıştır. Rahmetli Başkan Rauf Denktaş, “Kendi önerilerinin altındaki imzayı silip kendi imzamı koysam, Rum tarafı onu bile anında reddeder” derdi şakayla karışık niye Kıbrıs görüşmelerinde ilerleme sağlanamadığını anlatırken. Hiç ama hiç inanmıyordu Rum liderliğinin bir gün adadaki iki halkın siyasi eşitliğine dayalı, 1960 güvenlik ve ittifak sisteminin korunduğu, iki kesimli, iki toplumlu bir federasyonu kabul edeceğinden. Kıbrıs Türk tarafının ne siyasi eşitlikten ne de Türkiye’nin tek taraflı müdahalesini de içeren garanti sisteminden vaz geçemeyeceğini, Rum tarafının da bunları asla kabul etmeyeceğini söyler, çözümün anahtarının iki halkın ayrı egemenliklerini içeren bir yaklaşımda olacağını, bunun da uluslararası toplumun Kıbrıs sorununa bakış açısını değiştirmedikçe mümkün olamayacağının altını çizerdi. Bu görüşteki Denktaş niye görüşme sürecini sanki bir sonuç alınabilecekmiş gibi devam ettiriyordu? Niye Rum tarafını görüşmeye zorluyordu? Rumlar federasyon şemsiyesi altında tekil bir devlet, Denktaş ise aynı şemsiye altında daha ziyade konfederasyon diye tanımlanabilecek bir yapı, hatta bazı dönemlerde açıkça iki devletli bir çözüm talep ediyordu. Yine de toplumunun çözüm beklentisi, Kıbrıs sorununun Türkiye’nin dış politikasındaki negatif etkileri, uluslararası baskılar ve daha birçok faktörün etkisiyle adayı güya federal bir çatı altında birleştirecek görüşme süreci on yıllarca sürdürüldü. Görüşmeler her kesildiğinde veya bir nedenle çöktüğünde de hep diğer tarafın sorumlu olduğu iddia edildi, en güzel “Blame game” örnekleri sergilendi. Annan planı süreci bir anlamda tarafların dünya kamuoyu önünde kartlarını en açık şekilde oynadıkları dönem oldu. Süreç sonunda Kıbrıs Türk halkı on yıllardır liderliğine inanıp güvendikleri, “milli dava avukatı” dedikleri Denktaş’ı üzme pahasına acı ödünler içeren ve kabul edilseydi büyük olasılıkla kısa sürede başarısız olacak Annan Planına “evet” dedi ancak Kıbrıs gözlemcilerinin çoğunun beklediği gibi Rum tarafının “hayır” oyu ile süreç başarısız oldu. Denktaş’ın “Rumlar nasıl olsa ‘hayır’ diyecekler ve bizim ‘evet’ oyumuz bizden daha fazla ödün istenmesinin yolunu açacak” görüşü maalesef doğru çıktı. Gerek Mehmet Ali Talat ve Derviş Eroğlu dönemleri gerekse de çok daha teslimiyetçi Mustafa Akıncı döneminde Kıbrıs Türkü çok daha ciddi ödünler vermeye zorlandı. Kıbrıs Rum liderliği birçok daha önemsiz çözüm imkanı yanı sıra, 1986’da New York’ta Perez De Cuellar belgesini, 1992’de BM Güvenlik Konseyi’nden 789 sayılı kararıyla resmileşen Butros-Butros Gali Fikirler Dizisi ile Güven Yaratıcı Önlemleri, Nisan 2004’de Annan Planı referandumunu ve Temmuz 2017’de Crans Montana’da Guterres Çerçevesini neden reddetti? Temmuz 2017’de Nikos Anastasiades ne demişti Guterres, Akıncı ve T.C. Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’na? Daha sonra da aynı açıklamayı defalarca yaptı Anastasiades. Mealen aktarayım, “Çoğunluk ile azınlık nasıl eşit olabilir? Siyasi eşitlik temelli bir anlaşma yapacağımızı ben halkıma nasıl anlatırım?” Crans Montana’da bir söz daha söyledi Anastasiades. Çavuşoğlu’na yaklaşan seçimlere kadar kendisine zaman verilmesini, seçim sonrasında iki devletli çözümü konuşabileceğini söyledi… Çavuşoğlu da Anastasiades’in bu “özel” mesajını Akıncı’ya iletti. Tekrar federasyon yalanına dönünceye kadar bir dönem Akıncı’nın da seslendirdiği iki devletli çözüm konusunun arka planında bu gelişme var. Rumlar 1964’de gasp ettikleri Kıbrıs hükümeti unvanını Kıbrıs Türk halkı ile eşitlik temelinde paylaşmaktansa iki ayrı devleti tercih edeceklerini “resmen” ifade ettiler. Kıbrıs görüşmelerinde başarısız olunmasının sebebi Rumların egemenliği paylaşmaması olduğu net bir şekilde son kez Crans Montana’da ortaya çıktıktan sonra Kıbrıs Türk tarafının tekrar eşitliğin talep edileceği bir sürece girmesi tabii ki söz konusu olmamalıydı. Nitekim yapılan son iki “gayrı resmi” temasta artık eşitlik konuşulamayacağı, eşit egemenliğin kabulü sonrası yeni bir süreç olabileceği net bir şekilde masaya kondu. Bu tutum yeni bir süreci reddeden bir yaklaşım değil, aksine sonuç alıcı bir kararlılığın ifadesidir. Rum tarafı, BM, AB ve hatta ABD bir sonuç alınmasını istiyorlarsa Rum tarafının eşit egemenliği kabul edebileceği şartların oluşması için adadaki iki taraf arasında küçük güven artırıcı önlemlerle iklimi yumuşatmaları en akılcı yol olmayacak mı? Rum tarafının bütün itirazlarına rağmen şekillenen yeni oyun “güven artırıcı önlemler” eksenli olacağı artık belli olmaya başladı.