Ankara’dan yola çıkıp da Gölbaşı’nı geçtiniz mi yolun yavaş yavaş yükseldiğini, bozkırın ortasına doğru gittiğinizi fark edersiniz. 20-30 yıl önce, yolun iki tarafına dikili ağaçlar yoktu ve kilometrelerce bozkır iki yanınızda uzar giderdi.

Şener Mete

100 km kadar gittikten sonra, otobüslerin mola verdiği Makas’a geldiğinizde yol batıya ayrılır ve Kulu-Cihanbeyli istikametine döner. Düz devam ederseniz bir süre sonra Şereflikoçhisar karşılayacaktır sizi. Ancak ister batıya ister güneye gidin, önünüze Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü çıkacaktır. 

Gölün, pembe ve beyaz renklerden oluştuğuna şaşarken bir süre sonra hafif kırmızımtırak bir rengin daha eklendiğini görürsünüz. Kuzey ışıklarının suya düşmüş hali gibidir gördüğünüz manzara…  Göle yakından baktığınızda, sanki göl insanları yürümektedir suda. Ama gölde kayık göremezsiniz çünkü derinliği 1-1,5 m kadardır. Üstelik balık da yaşamadığından, balıkçı kayıkları gezmez bu sularda.  Balık yaşamaz çünkü adı üzerinde Tuz Gölü’dür burası. Balığın yaşamamasının bir diğer nedeni ise gölde bulunan Lityum’dur. Lityumun oranı 325 pps yani milyonda 325 olarak ölçülmüştür. Türkiye’nin 6 milyon $ olan lityum rezervinin %40 kadarı Tuz Gölü’nden çıkıyor ve bilgisayar, telefon, tablet gibi cihazlarla otomobillerde kullanılıyor.

Gölün üzerinde yürüyen flamingolar, uzun bacaklarıyla size göle dokunma hissi verir. Şereflikoçhisar yolunda, göl kenarındaki iki tesisten birinde durup çay kahve içmek ve biraz da tuz almak istersiniz. Biraz meraklıysanız, size gölün dibinde 30 cm’lik tabakanın tuzla kaplı olduğunu söylerler. Ayrıca gölün tuz rezervinin milyonlarca ton olduğunu öğrenebilirsiniz. Üzerinizde şort varsa doğrudan, yoksa pantolonunuzun paçalarını kıvırarak suya doğru yürürsünüz. Birçok kişi ayak sağlığına yararlı olduğunu düşünerek gölde yürür. Akdeniz’in tuzlu sularına doğru giderken mola verdiyseniz, Tuz Gölü, deniz öncesi ılık sulara bir hazırlık gibidir. Denizden dönerken uğramışsanız da tatilden sonraki günlerinize geçiş zamanıdır. Tuzlu suda yürürken aklınıza gelebilir: “acaba göldeki tuz saf mıdır?” 

2005 yılında, bu tuzun saf olduğunu hiç kimse söyleyemezdi. 28 Temmuz 2008’de CNN TÜRK’te  “Konya’nın atık suyu 2 yıldır Tuz Gölü’ne ulaşmıyor” başlıklı bir haber yayınlanmıştı. Haberde Konya Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (KOSKİ) Genel Müdürü şöyle demişti: "İnsan ve çevre sağlığı açısından risk taşıyan bu suların tarımda kullanılması çok tehlikeli ancak önlem alınamıyor. Tuz Gölü'ne artık Konya kent merkezi dışında birçok ilçe ve beldenin atık suları ulaşıyor."  2009 yılında NTV, “Tuz Gölü nihayet kurtuluyor” diye haber yaptı. Nasıl kurtulacakmış diye haberi okuduğunuzda, atık su arıtma tesisi sayesinde kurtulacağı anlatılıyordu.  Aradan 5 yıl geçtikten sonra, 2014 yılında hazırlanan, Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi Yönetim Planı’nın 99. sayfasında, “Tuz Gölü ve çevresindeki su ve su kaynaklarına ilişkin öne çıkan sorunlardan bir diğeri, Tuz Gölü’nün kirlenmesidir. Özellikle Devlet Su İşleri tarafından yapılan Ana Tahliye Kanalı’na Konya ili Organize Sanayi Bölgesi atık sularının boşaltılması ve ana tahliye kanalı vasıtasıyla Tuz Gölü’ne ulaşması, çevre kirliliğine ilişkin en önemli problemlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çevre kirliliğinin giderilmesine yönelik son zamanlarda atık su arıtma tesislerine önem verilmiş ve yatırımlar arttırılmıştır” denilmektedir.

Milliyet Gazetesi’nin 1.2.2015 tarihli baskısında “Tuz Gölü eylem planına rağmen çevre ilçelerin kanalizasyonları göle akıyor” başlıklı haberini okuduk. Şubat 2016’da Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi’nde hazırlanan bir makale, “Konya İlinden kaynaklanan atık suların, D.S.İ. sulama kanalı vasıtasıyla Tuz Gölü’ne kadar ulaştığı, sudaki ağır metal konsantrasyonlarının Tuz Gölünde ağır metal kirliliğine neden olduğu belirtilmektedir” cümlesiyle başlıyordu. Aradan geçen yıllar içinde yapılan çalışmalarla, nihayet geçtiğimiz yıl, Konya’nın atık sularının arıtması tamamlanabildi.  Geçtiğimiz Ocak ayında Konya Postası Gazetesi’nde, “Tuz Gölü’ne ulaşan Konya kaynaklı atıkların başta metal kirliliği olmak üzere bir kirliliğe neden olmadığı çalışmada belirtilmektedir. Ayrıca bu atık suların tarım amaçlı kullanımında da sakınca görülmediği araştırmada belirtilmiştir” cümlesiyle, 2016’daki araştırmaya atıf yapılmaktadır.

Konya atık su projesi tamamlandı ama Tuz Gölü’ne başka atıklar gelmiyor mu? ASKİ’nin 2022’de yayımladığı Stratejik Çevresel Değerlendirme Raporunda, Şereflikoçhisar “İlçe merkezinde rüzgârlı havalarda kanalizasyon sistemine giren rüzgâr, atıksu kokusunu evlerin içindeki giderlere kadar taşımaktadır” deniliyor. Tuzgölü Haber Gazetesinde belirtildiğine göre 2021’de atık su arıtma tesisiyle ilgili çalışmayı yarım bırakan müteahhite iş tekrar verildi mi bilemiyoruz. Suyu çok azalmış olsa da Tuz Gölü’nün milyonlarca tonluk tuzu, milyonlarca yıldır oluşmaya devam ediyor ve çıkarılan tuz ülke ekonomisine katkıda bulunuyor.

Romalılardan bu yana düzenli olarak tuz çıkarılan gölde ilk tuzlayı 1639 yılında Sultan 4. Murat yaptırmış. 1897’de Osmanlının borçlarından dolayı tuzlalar Galata bankerlerine devredilmiş.  Cumhuriyetin ilanından sonra Osmanlının borçlarını ödemeye başlayan Türkiye Cumhuriyeti;  borçları tütün, ispirto, tuz inhisarı yani TEKEL’den elde ettiği gelirlerle kapatmış.  

Tuzun önemini birçok kaynakta okuyabiliriz. Ancak Halide Edip Adıvar’ın İstiklal Savaşı yıllarını anlattığı, Türkün Ateşle İmtihanı romanında,  Polatlı Tatar köyünde evinde tuzu bile olmayan bir kadının sözleri nasıl da yürek yakıyor? “Ah evlâdım, ne oturup da yazı yazıyorsun. Boğazları kesilmiş bir halk için yazı neye yarar? Bu köyün üç bin sığır ve koyunu vardı. Şimdi yaralı kocamla kızıma yedirecek yumurta bile bulamıyorum. Bir tek tavuk kalmadı. Tuz bile yok. Yaprakları, otları kaynatıp yerken insan içine bir parça tuz koyabilse.” 

Kurtuluş Savaşı yıllarından kalma hikâyeler duymuşuzdur çocukluğumuzda.  Akşehir’den tuz getiren Yörüklerin hikâyesi bunlardan biridir.  Tuzu Cihanbeyli’den alan Tatarlar, Sarayönü üzerinden o yıllarda köy olan Tuzlukçu’ya kadar getirirlermiş. Akşehir tarafındaki Sultan dağlarında oturan Yörükler de develerle tuz almaya gider gelirmiş. 1920’ler işgal yılları… Memlekette düşman var. Akşehir’deki  İngiliz ve İtalyan askerleri,  tuz kaçakçılığına engel olmaya çalışırken deve sahipleri,  gizli gizli Tuzlukçu’ya gider gelirmiş. Develerle tuzu aldıktan sonra Akşehir yakınından kimseye görünmeden Sultan Dağındaki köylerine dönerlermiş ama bu getirip götürme işi, 8-10 gün sürermiş. Sultan Dağlarında Yörükler yağmura yakalandı mı tuz, yağmur suyunu çeker, develer yürüyemez olurmuş.  Deveyi çökertip yükünü zorla indirip tuzu dağ başına öylece bırakıp giderler ve hava açtıktan birkaç gün sonra tuzu almaya gelirlermiş. Tuzu bulmak çok zor olduğundan, çocukluğumda bile tuz dökmenin günah olduğu söylenirdi.

Tuzun hikâyeleri çok uzun. Elimizde Tuz Gölü gibi dünyanın sayılı tuz göllerinden biri var. İki tane basit tesisle kalmamalı, burası hem sağlık turizmi hem dinlenme amaçlı olarak yapılacak yatırımlarla turizm şirketlerinin çekim merkezlerinden biri olmalı diye düşünüyorum.