663. Kırkpınar Yağlı Güreşleri, 5-7 Temmuz günlerinde, her zaman olduğu gibi Edirne Sarayiçi’nde yapılacak. Tarih boyunca haziran sonu veya temmuz ayının başında yapılan güreşlerin başlangıcında Kırkpınar’da davullar eşliğinde cazgırlar, çeşitli maniler okur.

Şener Mete

İşte bunlardan biri:

“Pehlivaaan, pehlivan…
İşte meydan, işte pehlivan
İki yiğit çıkmış meydane
İkisi de birbirinden merdane.
Alta düştüm diye erinme
Üste çıktım diye sevinme
Pirimiz, üstadımız Hazreti Hamza 
Peygamberimiz Muhammed Mustafa 
Allah Alaaaah, illâllah
Alkışlarla diyelim maşallah…”

Pehlivanları ve izleyenleri coşturan sözleri söyleyen ve adına “Cazgır” denilen kişilerin nağmeleri, yüzlerce yıldır Edirne’de tekrarlana tekrarlana ülkemizdeki diğer yağlı güreşlerin de olmazsa olmazı durumuna gelmiştir. Sarayiçi adı verilen çayırda geçmişte bir araya gelen güreşçiler içinde, güreş tarihine adını altın harflerle yazdırmış, heykelleri dikilmiş pehlivanlar var. Adalı Halil, Kurtdereli Mehmet, Koca Yusuf, Kel Aliço yalnızca dördünün adı. Oysa her yıl yeni bir başpehlivan ortaya çıkıyor ve o, kendisinden sonra geleceklere pehlivanlığın ne demek olduğunu öğretiyor.

Binlerce kişinin keyifle izlediği, yüzden fazla gazetecinin takip ettiği ve her yıl mutlaka devletin en üst kademesinden yetkililerin katıldığı Kırkpınar yağlı güreşleri, nasıl oluyor da böylesine yoğun bir ilgiyi toplayabiliyor? Bunun tek bir cevabı olmalı: Halkımızın, geleneklerine olan sevgi ve saygısı. Ülkemizin dört bir yanından gelen ve binlerle ifade edilen güreşçi akınına, ne Edirne’nin yüzlerce kilometrelik uzaklığı ne de Temmuz ayının 40 dereceyi aşan sıcağı engel olabiliyor. Yunanistan ve Bulgaristan sınır kapılarından giren binlerce aracın bir bölümü de yalnızca Kırkpınar’ı izlemek için Edirne’de konaklıyor. 

Tarihi Greklere uzanan, ancak Türk geleneğinde önemli bir yeri olan güreş; kesme, sarma, şiraz, karakuş, havalandırma, kapak atma, boğma gibi adları olan ve 360 ayrı oyun oynanabilen bir spor dalı.

Güreş kelimesinin Türkçe kökenli olup, kür kökünden türediğini, Selçuklu ve Osmanlı döneminde Güleş de denildiğini bilenleriniz vardır. Pehlivan ise aslı Pehlevan olan Farsça bir kelimedir. Ama bazen güreşçi, bazen pehlivan deniliyor. Pehlivanla güreşçi arasında tamamen ahlaki değerlerden kaynaklanan bir ayrım var. Güreşçi olabilirsiniz ama size pehlivan denmesi için, her şeyden önce dürüst, sözünde duran, mütevazı ve namus değerleri ile yaşayan bir kişi olmanız gerek. Kısaca pehlivan, “her bakımdan kendisine güvenilen güreşçi” anlamına geliyor. Pehlivanlık pazu kuvvetidir, erliktir. Eski pehlivanlar güreşe hazırlık için yay çeker, ok atar, saatlerce yük taşırdı. 

1400’lerden itibaren, bugün Yunanistan’da kalan Samona çayırında, Türkçesiyle Nazif Efendi tarlasında yapılan güreşler, 1450 yılında bir kez de Saray’da düzenlenmiş. Fatih Sultan Mehmet’in şehzadeliği sırasında Sitti Hatun ile olan düğününde yapılan güreşler, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Edirne civarında “Virantekke” denilen yerde yapılmış. Cumhuriyet döneminden itibaren Edirne Sarayiçi’nde gerçekleştiriliyor. 

Osmanlılarda pehlivan olmak, aynı zamanda sosyal bir statü kazanmak demekti. Güreşçi başarı elde ettikçe, yönünü İstanbul’a çevirebilmekteydi.  Özellikle pehlivan bir padişah olan Sultan Abdülaziz döneminde, sarayda ünlü güreşçiler de bulunurdu.  Bu bakımdan güreş, özellikle alt gelir grubuna sahip köylüler tarafından çok benimsenen bir dal haline geldi. Halk, Karakucak’a Anadolu güreşi, Yağlı Güreşe ise Rumeli güreşi olarak baktı.

Kırkpınar geleneğinin kültürümüz içindeki yerini açıklayabilmek, sosyologların yapabileceği bir iştir. Ancak Kırkpınar’ın sözlüklerimize armağan ettiği pek çok kelime bulunur. Ağalık, altın kemer, cazgır, yağlanma, kispet, peşrev, kırmızı dipli mum gibi kavramların yanı sıra güreş oyunları ile ilgili, onlarca kelime, spor ile ilgili sözlüklerde yer almaktadır.
Cazgırların nidalarıyla defalarca tekrarlanan deyiştir: “Kırkpınar, Er meydanı…” Kırkpınar’da neler var?

Kırkpınar’da bir aslan, bir aslanla kapışır. Burada şov değil, gerçek bir güç gösterisi ve zekâ oyunları vardır. Ama nihayet bir kişi kazanacaktır.

“Yenilen pehlivan güreşe doymaz” sözü, alay yollu olarak, kaybedenler için söylenmekle birlikte, yenilenin psikolojisi, belki de tüm karşılaşmalarda olduğu gibi Kırkpınar’ın da irdelenmesi gereken en trajik boyutu…

Kırkpınar’da ne var? Kırkpınar’da şan var, şeref var… Ancak kazananlar için mütevazı bir ücretten tutun da önemli sayılabilecek bir parasal ödül de var. Bir yıl antrenman yaparak memleketinden kalkıp gelen güreşçinin, Kırkpınar yaklaştıkça umutları da giderek büyür.  Eşleşmeler ve karşılaşmalarla üç gün süren Kırkpınar heyecanı, davul zurna nağmeleriyle Pazar akşamı son bulacaktır.

Hayallerini, umutlarını, beklentilerini, yemyeşil çimenlerin üzerinde bırakan binlerce güreşçinin gözyaşları, vücudundan akan tere karışarak, Mimar Sinan’ın 450 yıl önce yaptığı köprüden geçip Edirne’den ayrılışı ile Selimiye’den okunan ezan sesi birbirine karışacak, izleyenlerin ve yenilenlerin kulağında, 20 davul 20 zurnadan çıkan pehlivan havaları kalacaktır.