Kıbrıs sorununu çözmeyi hedefleyen yeni bir müzakere süreci başlamak üzere. Ancak geçmişin hayal kırıklıkları ve mevcut belirsizlikler, bu sürecin hem umut hem de endişe ile karşılanmasına neden oluyor.

Yusuf Kanlı

Kıbrıs sorununa dair yeni bir müzakere sürecinin kapıda olduğu izlenimi giderek güçleniyor. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın BM Genel Sekreteri’nden Eylül ayında müzakerelere yeniden oturma çağrısı aldığını açıklaması, adada uzun süredir beklenen hareketliliği yeniden canlandırdı. Bu gelişme, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik umutları yeşertirken, aynı zamanda geçmişin hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş bir temkinliliği de beraberinde getiriyor.

BM Genel Sekreteri’nin taraflara sunduğu yeni müzakere çağrısı, Crans Montana sürecinin Rum tarafının son anda masayı devirmesi sonucunda başarısızlıkla sona erdiği 2017 yılından bu yana Kıbrıs'ta yaşanan en ciddi diplomatik adımlardan biri olarak görülüyor. Ancak bu yeni süreç, geçmişteki müzakerelerin izlerini taşısa da, birçok yönden farklı bir yaklaşımı da beraberinde getirebilir. Bu noktada, BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsicisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın "şimdi yeni şeyler söylemenin zamanı" ifadesi dikkate değer. Bu, hem müzakerelerin formatında hem de içerikte yeni yaklaşımlar ve çözümler geliştirilmesi gerektiğine işaret ediyor.

Yeni yol haritası ve stratejik siyasi anlaşma

Güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, BM Genel Sekreteri'nin tasarlamakta olduğu yeni yol haritası, Crans Montana süreci çöktükten sonra sunduğu 30 Haziran 2017 tarihli altı maddelik çerçeve temel alınarak oluşturulacak. Ancak bu kez müzakereler, geçmiş süreçlerden farklı olarak aciliyet duygusu içinde (takvimle) ve sonuç odaklı bir şekilde yürütülecek. Bu durum, müzakerelerin daha kararlı ve stratejik bir yaklaşım benimseneceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

Bu yeni süreçte, "Siyasi Eşitlik", "Güvenlik (askersizleşme)" ve "Garantiler" başlıkları üzerinde uzlaşı sağlanması, müzakerelerin başarısı için kritik öneme sahip olacak. BM Genel Sekreteri, bu başlıklarda uzlaşma sağlanması durumunda, "Toprak", "Mülkiyet" ve "Yunan & Türk vatandaşlarına Eşdeğer Muamele" gibi diğer önemli konuların da masaya yatırılacağı çok taraflı bir konferansın düzenlenmesini öngörüyor. Bu süreç, Kıbrıs'ta uzun süredir devam eden statü sorunlarını çözmek amacıyla, tarafların karşılıklı güvenini tesis etmeye yönelik bir adım olarak değerlendirilebilir.
Sürecin bir diğer “olmaz ise olmazı” ise Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin canlandırılmasıdır. Bu açıdan beş yıl aradan sonra 29 Ağustos'ta Belçika'nın başkenti Brüksel'de düzenlenecek Avrupa Birliği (AB) Gayriresmi Dışişleri Bakanları Toplantısı'na (Gymnich) davet edilmesi oldukça anlamlı ve önemli olarak not edilmelidir.

Kıbrıs'ta yeni bir model mi?

Müzakerelerin hedefi, Kıbrıs'ta siyasi eşitlik temelinde oluşturulacak desentralize Federal Kıbrıs (veya Konfederal Kıbrıs) modeline dayanıyor. Bu modelde, Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Devleti, azami sayıda yetkilerini egemen bir şekilde kullanabilecekler. Federal (Konfederal) Kıbrıs Devleti ise, asgari sayıda yetkilere sahip olacak ve ada, tek BM ve AB üyesi olarak siyasi eşitlik temelinde paylaşılan tek egemenliğe sahip, bağımsız bir dünya devleti haline gelecektir. Bu yapı, 1960 yılında oluşturulan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin temellerini andırsa da, bu kez daha esnek ve konfederal bir yaklaşımı benimsemektedir. Federasyon ve konfederasyon sıkıntısı ise adanın kendine özgü semantik takıntılarından kaynaklanmaktadır.

Bu modelin hayata geçirilmesi durumunda, Türkiye ile Kıbrıs arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması da uluslararası deniz hukuku (UNCLOS) çerçevesinde müzakere edilebilecektir. Böyle bir çözüm, yalnızca Kıbrıs sorununun çözümüne katkı sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Doğu Akdeniz'de Türkiye ve Yunanistan arasında uzun süredir devam eden deniz yetki alanları sorunlarının da çözümüne kapı aralayabilecektir. Bu noktada, enerji güvenliği ve Doğu Akdeniz'deki doğal kaynakların paylaşımı konularının müzakerelerde önemli bir rol oynayacağı açıktır.

Acheson Planı ve yeni süreç: Benzerlikler ve farklılıklar

Kıbrıs sorununun geçmişi, birçok başarısız barış planı ve müzakere süreci ile doludur. Bu bağlamda, 1964 yılında önerilen (67’de ikincisi sunulan) Acheson Planı da bu süreçlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Acheson Planı, Kıbrıs'ın ikiye bölünmesi ve Türkiye'ye adanın bir kısmının verilmesi önerisini içermekteydi. Bu plan, Kıbrıs'ta hem Türk hem de Rum toplumları tarafından kabul görmemiş, ancak adanın geleceği konusunda önemli bir tartışma yaratmıştır.

Bugünkü müzakere süreci, Acheson Planı'nın izlerini taşıyan bazı unsurlara sahip olabilir. Özellikle konfederal bir yapı önerisi ve Türkiye'nin adadaki varlığının devamına yönelik güvenlik garantileri, Acheson Planı'ndaki bazı unsurları andırıyor. Ancak bu kez, önerilen çözüm modeli daha kapsayıcı ve iki toplumun eşitliği temelinde şekillenen bir yapıya sahip. Bu, geçmişteki bölünme ve çatışma odaklı çözümlerden farklı olarak, uzlaşma ve işbirliği temelinde bir yapı oluşturma amacını taşıyor.

Temkinli iyimserlik: Umutlar ve endişeler

Yeni müzakere süreci, Kıbrıs'ta uzun süredir beklenen barışa ulaşma umutlarını canlandırıyor. Ancak bu süreç, aynı zamanda geçmişteki hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş bir endişeyi de beraberinde getiriyor. Crans Montana sürecinin başarısızlığı, taraflar arasındaki derin güvensizliğin ve farklı çıkarların müzakerelerin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu gösterdi. Bu nedenle, yeni sürecin başarısı, tarafların birbirlerine güven inşa etmelerine ve müzakerelerde daha esnek bir yaklaşım benimsemelerine bağlı olacak.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in, tarafların eş zamanlı adımlar atmalarında ısrarcı olacağı belirtiliyor. Bu, müzakerelerdeki tıkanıklıkları aşmak için önemli bir strateji olabilir. Ancak taraflar arasındaki güvensizlik, bu adımların atılmasını zorlaştırabilir. Özellikle, garantör ülkeler olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin gerilimli olduğu bir dönemde, bu tür bir yaklaşımın ne kadar etkili olacağı belirsizdir. Ayrıca bu konuların, tıpkı 1960 sistemine ve anlaşmalarına giderken olduğu gibi, çeşitli kanallarla ama politik kararlılıkla Yunan ve Türk dışişleri bakanları arasında da teati edildiği iddia edilmektedir.

Doğu Akdeniz'de güvenlik ve enerji politikaları

Kıbrıs müzakerelerinde en önemli unsurlardan biri de Doğu Akdeniz'deki güvenlik ve enerji politikalarıdır. Türkiye ve Yunanistan, bu bölgede stratejik öneme sahip iki ülke olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle, müzakerelerdeki uzlaşma, yalnızca Kıbrıs adasının geleceğini değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz'deki güç dengesini de etkileyecektir.

Doğu Akdeniz'deki doğal gaz rezervlerinin paylaşımı ve enerji nakil hatlarının güvenliği, bölgedeki ülkeler için büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle, müzakerelerde enerji konusunun da gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Kıbrıs'ta bir çözüm bulunması durumunda, bu bölgede Türkiye ve Yunanistan'ın öncülüğünde bir enerji işbirliği platformunun oluşturulması mümkün olabilir. Böyle bir işbirliği, hem bölgenin enerji güvenliğine katkı sağlayacak hem de Türkiye ve Yunanistan arasında uzun süredir devam eden gerilimleri azaltabilecektir. Daha da ötesi, Ege zenginliğini de ortak kullanıma dahil edebilecek dörtlü bir devletler üstü yapılanmayla kurulabilecek ortaklık sadece dört tarafı değil uluslararası etkileri olacak bir durum ortaya çıkarabilecektir. Bu konuda Türkiye’nin defalarca teklif yaptığını da hatırlamakta yarar var.

Temkinli iyimserlik ve zorlayıcı bir yol

Kıbrıs sorununun çözümü, uzun bir süredir uluslararası toplumun gündeminde yer alıyor. Yeni müzakere süreci, bu sorunun çözümü için önemli bir fırsat sunuyor. Ancak bu sürecin başarıya ulaşması, tarafların geçmişten ders alarak daha esnek ve uzlaşmacı bir yaklaşım benimsemelerine bağlı olacak.

BM Genel Sekreteri'nin önerdiği yol haritası, Kıbrıs'ta kalıcı bir barışın sağlanması için önemli bir adım olabilir. Ancak bu yol haritasının başarıya ulaşması için, tarafların karşılıklı güven inşa etmeleri ve müzakerelerde samimi bir şekilde işbirliği yapmaları gerekecektir. Crans Montana sürecinde yaşanan hayal kırıklıkları, yeni müzakerelerde benzer bir sonucun yaşanmaması için bir uyarı niteliğinde olmalıdır.

Kıbrıs'ta yeni bir müzakere sürecinin başlaması, adanın geleceği için umut verici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak bu sürecin başarıya ulaşması, yalnızca tarafların müzakerelere olan bağlılığına değil, aynı zamanda uluslararası toplumun da bu süreci desteklemesine bağlı olacaktır. Doğu Akdeniz'deki güvenlik ve enerji politikaları da dikkate alındığında, bu müzakerelerin bölgesel dengeleri nasıl etkileyeceği de yakından izlenmelidir.

Kıbrıs'ta barışa bir adım yaklaşmak

Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması, yalnızca adanın iki toplumunu değil, aynı zamanda Türkiye, Yunanistan ve Avrupa Birliği gibi önemli aktörleri de yakından ilgilendiriyor. Bu sürecin başarıya ulaşması, bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasında kilit rol oynayacaktır. Ancak, geçmişteki deneyimlerden hareketle, bu sürecin zorluklarla dolu olacağı ve tarafların karşılıklı fedakârlık yapması gerektiği de aşikârdır.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in öncülüğünde atılacak adımlar, Kıbrıs’ta kalıcı bir çözümün sağlanması için önemli bir fırsat sunuyor. Ancak bu fırsatın değerlendirilmesi, yalnızca tarafların iyi niyetine değil, aynı zamanda uluslararası toplumun ve özellikle garantör ülkelerin süreci desteklemesine bağlıdır.

Son şans?

Kıbrıs sorununun çözümü, adanın her iki tarafı için de derin ve kalıcı etkiler yaratacaktır. Yeni müzakere süreci, bu sorunun çözümü için belki de son şansı temsil ediyor. Ancak bu sürecin başarılı olabilmesi için, tarafların geçmişten ders alarak daha esnek ve uzlaşmacı bir yaklaşım benimsemeleri gerekmektedir. Eğer bu mümkün olursa, Kıbrıs’ta barışa ve istikrara doğru önemli bir adım atılmış olacaktır. Aksi halde, bir kez daha hayal kırıklığına uğranacak ve Kıbrıs sorunu, çözümsüz bir mesele olarak uluslararası gündemde yerini korumaya devam edecektir.

Türkiye'nin rolü ve etkisi: Müzakerelerde kilit bir oyuncu

Türkiye'nin yeni müzakere sürecindeki rolü özellikle kritik önem taşımaktadır. Garantör bir güç olarak Türkiye, bölgede sürekli olarak güçlü bir varlık ve etki göstermiştir. Ülkenin Doğu Akdeniz'deki jeopolitik çıkarları, özellikle de enerji kaynaklarıyla ilgili çıkarları, onu Kıbrıs müzakerelerinin sonucunu şekillendirmede kilit bir oyuncu haline getiriyor. Ankara'nın deniz yetki alanları konusundaki tutumu ve Yunanistan ile süregelen anlaşmazlıkları durumu daha da karmaşık hale getiriyor.

Türkiye'nin etkisi, AB ile ilişkilerinin daha geniş bağlamında da hissedilmektedir. Kıbrıs'la ilgili daha geniş kapsamlı bir anlaşmanın parçası olarak Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin yeniden canlandırılması ihtimali, Ankara'nın yeni müzakere çabalarını desteklemesi için bir teşvik unsuru olabilir. Ancak Türkiye ile Yunanistan arasındaki tarihi gerilimler ve çözülmemiş meseleler ile Türkiye-AB ilişkilerinin karmaşık dinamikleri bu görüşmelerin ilerlemesini kolaylaştırabilir ya da engelleyebilir.

Yunanistan'ın Stratejik Değerlendirmeleri

Bir diğer garantör güç olan Yunanistan da müzakerelerde eşit derecede etkilidir. Atina'nın pozisyonu Kıbrıs Rum yönetiminin pozisyonu ile yakından uyumludur, ancak aynı zamanda daha geniş bölgesel çıkarlarını ve Türkiye ile ilişkilerini de göz önünde bulundurmalıdır. Yunan hükümetinin yeni sürece yaklaşımı muhtemelen Kıbrıs Rum toplumunun güvenliğini ve haklarını güvence altına alma ve aynı zamanda Türkiye ile olan hassas ilişkisini yönetme arzusuyla şekillenecektir.

Yunanistan'ın AB içindeki ittifaklarının yanı sıra Doğu Akdeniz enerji ortamına dahil olması, onu müzakerelerin başarısını belirlemede önemli bir oyuncu olarak konumlandırmaktadır. Yunan hükümetinin stratejik değerlendirmeleri hem Kıbrıs sorununun çözümünü hem de bölgesel istikrar ve enerji güvenliği açısından daha geniş kapsamlı sonuçları içerecektir.

Uluslararası toplum ve AB: Kıbrıs'ın geleceğindeki paydaşlar

Başta Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası toplumun Kıbrıs müzakerelerinin sonucundan çıkarı vardır. Kıbrıs'ı üye ülke olarak kabul eden AB'nin adanın istikrarı ve uzun süredir devam eden bölünmüşlüğünün çözümünde doğrudan bir çıkarı vardır. Müzakerelerin başarıya ulaşması sadece Kıbrıs halkına fayda sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Avrupa'nın enerji güvenliği için hayati önem taşıyan Doğu Akdeniz bölgesinin genel istikrarına da katkıda bulunacaktır.

AB'nin müzakerelerdeki rolü çok yönlüdür. AB bir yandan Kıbrıs'taki her iki toplumun haklarına ve güvenliğine saygı duyan bir çözümü desteklemeli, diğer yandan da Türkiye ile ilişkilerinin karmaşıklığı içinde yol almalıdır. Türkiye'nin AB katılım müzakerelerinin yeniden canlanma potansiyeli, Ankara'yı müzakerelere yapıcı bir şekilde katılmaya ikna etmede önemli bir faktör olabilir. Ancak AB'nin, varılacak herhangi bir anlaşmanın ilgili tüm taraflarca kabul edilebilir olmasını sağlamak için başta Yunanistan ve Kıbrıs olmak üzere üye devletlerin endişelerini de ele alması gerekecektir.

Birleşmiş Milletler'in Rolü

Birleşmiş Milletler uzun zamandır Kıbrıs ihtilafında arabuluculuk yapan başlıca platform olmuştur. BM'nin katılımı, müzakereler için tarafsız bir platform sağlanması ve varılacak herhangi bir anlaşmanın adil ve sürdürülebilir olması açısından hayati önem taşımaktadır. BM Genel Sekreteri ve kişisel temsilcisinin rolü, önceki müzakereleri tıkayan karmaşık ve hassas konularda taraflara rehberlik etmede çok önemli olacaktır.

BM'nin bu yeni süreçteki yaklaşımı, "yeni şeylere" ve stratejik, sonuç odaklı bir müzakere çerçevesine odaklanmanın da gösterdiği gibi, daha iddialı ve dinamik bir arabuluculuk tarzına doğru bir kayışı yansıtmaktadır. Bu durum başarı şansını artırabilir, ancak aynı zamanda taraflar üzerinde zor ödünler vermeleri ve sürece gerçek bir bağlılıkla katılmaları için önemli bir baskı oluşturmaktadır.

Zorluklar ve engeller: Önümüzdeki yol

Yeni müzakere sürecine ilişkin yenilenen iyimserliğe rağmen, önemli zorluklar ve engeller varlığını sürdürmektedir. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumları arasındaki köklü güvensizlik ve garantör güçlerin farklı çıkarları, müzakereleri bir kez daha rayından çıkarabilir. Başarısızlıkla sonuçlanan müzakerelerin geçmişi büyüktür ve herhangi bir yeni süreç, daha önce çıkmaza yol açan temel sorunları ele almalıdır.

Siyasi eşitliğin niteliği üzerinde anlaşmaya varılması, güvenlik endişelerinin giderilmesi ve garantiler için karşılıklı olarak kabul edilebilir bir düzenleme bulunması temel zorluklar arasında yer almaktadır. Adadaki Türk ve Yunan vatandaşlarına eşit muamelenin nasıl sağlanacağı sorusu gibi mülkiyet hakları ve toprak düzenlemeleri konusu da tartışmalı olmaya devam etmektedir.

Ayrıca, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimler ve Doğu Akdeniz'deki karmaşık enerji dinamikleri de dahil olmak üzere daha geniş jeopolitik bağlam, müzakerelere başka bir karmaşıklık katmanı eklemektedir. Her birinin kendi çıkarları ve gündemleri olan çok sayıda uluslararası aktörün sürece dahil olması, müzakere sürecini daha da zorlu hale getirmektedir.

Tarihi bir fırsat mı yoksa kaçırılmış bir şans mı?

Kıbrıs'taki yeni müzakere süreci, Doğu Akdeniz'de en uzun süredir devam eden ihtilaflardan birinin nihayet çözüme kavuşturulması için önemli bir fırsat teşkil etmektedir. Ancak bu sürecin başarısı, tüm tarafların yapıcı bir şekilde angaje olma, zor konularda uzlaşma ve sürdürülebilir bir çözüm için gerekli olan güveni inşa etme istekliliğine bağlı olacaktır.

Müzakerelerin başarıya ulaşması halinde, Kıbrıs'ta yeni bir barış ve istikrar döneminin önü açılabilir ve bunun bölge genelinde olumlu etkileri olabilir. Ancak sürecin başarısızlıkla sonuçlanması adadaki bölünmüşlüğün daha da derinleşmesine ve Doğu Akdeniz'deki gerginliklerin artmasına neden olabilir. Riskler yüksek ve bu müzakerelerin sonucunun sadece Kıbrıs için değil, daha geniş bir bölge ve uluslararası toplum için de derin etkileri olacak.

Yeni süreç ilerledikçe, bunun ilgili taraflarca yakalanan tarihi bir fırsat mı yoksa Kıbrıs meselesinin uzun ve sorunlu tarihinde kaçırılan bir başka fırsat mı olacağını göreceğiz.