Yusuf KANLI
Hayat gailesi, akli veya fiziki yoğunluk ve bir sürü başka nedenle çok sevdiğimiz, takdir etiğimiz arkadaşlardan, meslektaşlardan bazen uzun süre kopabiliyoru...
Yusuf KANLI
Hayat gailesi, akli veya fiziki yoğunluk ve bir sürü başka nedenle çok sevdiğimiz, takdir etiğimiz arkadaşlardan, meslektaşlardan bazen uzun süre kopabiliyoruz. Üzücü durum ama maalesef hayatın da acı bir gerçeği.
Birkaç hafta önce Gazeteciler Cemiyeti Basın Evi’nde Cemiyet’in önümüzdeki dönemde ne gibi destek programları yoluyla medya sektörü işsiz ordusuna, mesleğin geleceğine katkı koyabileceği konusunda fikir fırtınası içindeydik. Yazılı basın veya ses-görsel alanda faaliyet veren meslektaşlara yönelik çalışmalar kadar, nasıl bir süre önce Podcast alanında ve foto-muhabirlerin çalışmalarına telif programında alan açmış isek, acaba video teknik ve hatta programcı arkadaşları çalışmalarımıza nasıl dahil edebileceğimizi tartışıyorduk.
İçimi bir anda o çok bildiğim suçluluk, kabahatliymişim duygusu kapladı. Çok şükür, hissetmeyenlere tavsiye ederim. Bu duygu bir içe dönüp kendi muhasebenizi yapmanıza, farkında olduğunuz ama önemsemediğiniz veya tümden hiç farkına varamadığınız hatalarınızı, eksikliklerinizi, sorumluluklarınızı gözden geçirip, fazla geç olmamışsa düzeltici adım atmanıza imkan verir.
Yüreğim adeta demir bir top gibi olmuş, derin bir sıkıntılı duruma yuvarlanmış gibi hissediyordum kendimi. Arkadaşlardan müsaade istedim. Eski zamanlarda “barış çubuğu” tüttürerek sakinleyinceye kadar volta atardım, şimdi dumansız hayatta, elde filtre kahve idare ediyorum.
Birden hatırladım. Bir zamanlar Kanal 7’de dış politika programlarını büyük maharetle yöneten değerli dostum Eyüp Ahmet Eskioğlu’nun beyin tümörü ameliyatı olduğunu, ameliyatının başarılı olduğunu duymuş, aramalıyım demiştim ama sonra nasılsa unutmuştum. Telefona sarıldım. İki, üç çalmadan sonra cevap verilmeyince, “herhalde müsait değil” deyip kapattım telefonu.
Ahmet ile 1990 başlarındaki beraber çalışmalarımız çoktan tarih oldu, ama arada bir hep haberleştik. Bir ara Kanal A’da yönettiği programlara arada bir katılmıştım. Ancak, özellikle son dönemlerde tüm temasımız benim “Helal olsun, ne kadar çok önem veriyorsun hayvan haklarına! Bu gidişle ‘Köpek sever dede’ diyecekler sana minvali esprilerle tamamlanıyordu.
Dairesinin bulunduğu binanın bahçesini köpek barınağına döndürünce birileri belediyeye şikayet etmiş, barakalar söktürülmüştü bir keresinde. Ne üzülmüştü tüm imkanlarını hayvanlara ve hayvan haklarına kullanan dostum Ahmet. O gün neredeyse isyan ediyordu telefonda insanların ne kadar bencil ve duyarsız yaratıklara dönüştüğünü şikayet ederken.
Bunları düşünürken telefon çaldı. Ahmet cevap veremediğine özür dileyip, “İyiyim dostum. Ameliyat çok iyi geçti. Tedavi devam ediyor. Atlatacağız bu zorluğu da” dedi.
Son konuşmamızmış. Tekrar aramalıymışım. İhmal etmişim. Dostum özür dilerim. Ne demiş Hacı Bektaş-ı Veli? "Eğer insan isen ölmezsin, korkma." Meşhur laftır, “Hiçbir şey ölmez her şey yaşar.”
Doğum gibi ölüm de bir gerçeklik. Doğum bir limandan hareket, ölüm ise bir diğer limana varış olarak anlatılır edilir genelde. Önemli olan bu kısa yolculuğun nasıl geçtiği ve geriye ne bırakıldığıdır da denir hep. O yolculuğu layıkıyla, onurla geçirebilmek tabii ki ideolojik duruşla değil, yaşam tarzıyla ve geride bırakılanlarla ölçülmeli.
Tekrar, elbet, görüşünceye kadar sevgili Ahmet, Allah’a emanet.