Atatürk’ü unutturma çabaları ne kadar güçlü olursa olsun, onun mirası ve Cumhuriyet’in temel değerleri sapasağlam kalacaktır. Atatürk’süz bir Türkiye yaratma çabaları, Türkiye’nin geleceğine yönelik bir tehdit olarak değerlendirilmelidir.

Yusuf Kanlı

Türkiye’de 22 yıllık siyasi İslam iktidarının geride bıraktığı izlerin en dikkat çekici olanlarından biri, siyasi güç merkezinin Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik yaklaşımındaki belirsizliktir. Bir yanda, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e ve onun temel ilkelerine bağlılığını dile getiren söylemler duyulurken, diğer yanda ulusal bayramlarda ve önemli günlerde Atatürk’ün adının giderek daha az anılması, hatta bazen hiç anılmaması dikkat çekiyor. Bu durum, iktidarın Atatürk’ü unutturma çabası içerisinde olduğu yönündeki şüpheleri artırıyor. Bu ikilem, sadece kısa vadeli siyasi bir manevra mı, yoksa daha derin bir ideolojik dönüşüm mü?

Atatürk’ü anmamak: Tarihe sessiz bir müdahale mi?

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve bağımsızlık mücadelesinin simgesidir. Onun ismi, Türkiye’nin modernleşme sürecinin temel taşlarından biri olarak ulusal hafızada yer etmiştir. Ancak, son yıllarda özellikle ulusal bayramlarda ve anma günlerinde Atatürk’ün adının neredeyse hiç anılmaması, bu sessizliğin bir tür müdahale olduğu hissini uyandırıyor. Örneğin, 30 Ağustos Zafer Bayramı, ki aynı zamanda Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak biliniyor, 102. yıl dönümünde Diyanet’in hutbesinde Atatürk’ün adının zikredilmemesi, bu konuda bir örnek teşkil ediyor. Oysa bu zaferin başkomutanı, bu büyük destanın lideri, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’tü. Atatürk’ten bahsetmeden bir İstiklal Savaşı ya da 30 Ağustos nasıl anlatılabilir?

Atatürk’ün adının unutturulmaya çalışılması, tarihe yapılan bir müdahale olarak değerlendirilebilir mi? Bu tür bir yaklaşım, tarihsel gerçekleri eğip bükme çabası değil de nedir? Türkiye’nin geçmişi, bugününü şekillendiren ve geleceğine yön veren bir rehberdir. Atatürk’ü bu rehberin dışına çıkarmak, sadece geçmişe değil, Türkiye’nin geleceğine de zarar verme potansiyeli taşır.

Gaziantep’teki tören: Atatürk’ün yerini doldurma çabası mı?

Atatürk’ün anılmadığı ulusal günlerde yaşananlar, özellikle Gaziantep’te düzenlenen bir 30 Ağustos töreninde zirveye ulaştı. Bu törende, Atatürk’ün adı anılmadan, başka figürlerin ön plana çıkarılması dikkat çekti. Gaziantep gibi milli mücadelenin simge şehirlerinden birinde, böylesine önemli bir günde, Atatürk’ün yerine başka figürlerin ikame edilmeye çalışılması, tarihi gerçeklerle ne kadar örtüşüyor? Bu tür çabalar, toplumsal hafızada derin izler bırakabilir mi?
Tören alanında, dünyanın büyük bir çoğunluğunun terörist olarak nitelendirdiği bir örgütün öldürülmüş liderinin posterlerinin yer alması, Atatürk’e karşı geliştirilen sessizliği daha da derinleştiriyor. Bu durum, Türkiye’nin ulusal günlerinin içeriğinin, anlamının ve tarihsel bağlamının giderek bulanıklaştırılmasına neden oluyor. Bu bulanıklık, toplumsal bilinçte nasıl bir etki yaratır? Atatürk gibi bir liderin yerini kim doldurabilir? Bunu mümkün görmek tarihsel ve kültürel sığlık değil de nedir?

Atatürk’ün mirası ve toplumda yankıları

Atatürk’ün adının anılmaması veya ona gerektiği gibi yer verilmemesi, toplumun geniş kesimlerinde büyük bir kafa karışıklığı ve mutsuzluk yaratıyor. Bir yandan, siyasi çıkar hesaplarıyla Atatürk’ün mirasına sahip çıkıldığı iddia edilirken, diğer yandan bu mirasın unutturulmaya çalışılması, halkın güven duygusunu sarsıyor. Atatürk’ün mirası, Türkiye’nin en sağlam dayanak noktalarından biridir. Bu mirası hafife almak veya önemsizleştirmek, toplumsal birlikteliğe zarar verebilir. Unutulmamalıdır ki, Atatürk sadece bir tarihsel figür değil, aynı zamanda Türkiye’nin modern kimliğinin de simgesidir.

Bu çelişkili tutum, derin bir güvensizlik yaratmakta ve insanların milli değerler konusunda kafalarının karışmasına yol açmaktadır. Atatürk’ün adı etrafında örülen bu çelişki, toplumun çeşitli kesimlerinde farklı tepkilere neden olmakta, bazıları için bu durum, Atatürk’ün mirasına yapılan bir haksızlık ve bazı bırakın kabul edilmesinin imkansızlığını düşünülmesinin, umut edilmesinin bile söz konusu olması mümkün olmayan ham hayaller olarak değerlendirilmektedir. Ancak, bu çelişkili tutumun en büyük zararı, Türkiye’nin kurucu değerlerine ve bu değerlerin gelecek nesillere aktarılmasına yönelik bir belirsizlik yaratmasıdır.

Atatürk’ün mirası kalıcı olacak

Sonuç olarak, Atatürk’ü sahiplenme ve unutturma arasında gidip gelen bu strateji, Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir sorun teşkil etmektedir. Ancak, Atatürk’ün mirası ve Cumhuriyet’in temel değerleri, ne kadar zayıflatılmaya çalışılırsa çalışılsın, toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenmiş ve koruma altına alınmıştır. Bu miras, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda tüm dünyanın da takdir ettiği bir tarihsel değeri temsil eder.

Gelecek nesiller, Atatürk’ün Cumhuriyet için yaptığı fedakarlıkları unutmayacak ve onun mirasına sahip çıkacaktır. Atatürk’ün düşünceleri, ilkeleri ve devrimleri, Türkiye’nin aydınlık yarınlarını inşa etmek için bir rehber olmaya devam edecektir. Atatürk’süz bir Türkiye hayal etmek, Türkiye’nin kendi tarihini ve kimliğini reddetmesi anlamına gelir ki, bu da hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopyadır. Atatürk, her zaman bu toprakların en derin köklerinden biri olarak var olmaya devam edecek.

Atatürk’ü unutturmak mümkün olmadığına göre, ne dersiniz, Diyanet de birgün kurucusunun Atatürk olduğunu hatırlayacak ve Cumhuriyet çizgisine geri dönecek mi, yoksa siyasi iktidar eninde sonunda Diyanet başkanlığına Atatürk’ten daha az nefret eden birisini atayabilecek mi?