Paris Olimpiyatları son haftasına girdi. Olimpiyatlardaki madalya yarışında ABD, Çin ve Fransa başı çekmeye devam ediyor. Kapanışa 6 gün kala ABD’nin 82, Çin’in 58 ve Fransa’nın 48 madalyası var. Yunanistan’ın 7 madalyasına karşılık, ülkemiz sadece 3 madalya elde etti.
Şener Mete
102 sporcumuzun yanı sıra Türkiye’nin aldığı veya alamadığı madalyalarda bir şekilde payı bulunan kaç yönetici ve görevlinin de Paris’e gittiği sosyal medyada sorulan sorular arasında. 100 yıl önce de Paris’e olimpiyat takımımız gitmişti ve kafilede sadece 2 yönetici bulunuyordu.
100 yıl önce Paris olimpiyatlarına Türkiye’nin gideceğini o yılın başında hemen hiç kimse düşünemiyordu. Çünkü Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalanmış ve Türkiye, 1924 başından sadece 2 ay önce Cumhuriyeti kurmuştu. Padişah Vahdettin, ABD Başkanına mektup yazarak saltanat ve hilafetten vazgeçmediğini bildiriyor ve Amerika’nın yardımını istiyordu. Bu mektuba verilecek yanıt birçok ülke için önem taşıyordu. Çünkü Afganistan, Gürcistan, Sovyetler Birliği, Polonya ve Macaristan dışında birçok devlet, büyükelçiliğini İstanbul’dan Ankara’ya taşımakta kararsızlık gösteriyordu. 4 yıl önce Belçika’nın Anvers kentinde yapılan olimpiyatlara da Almanya, Avusturya, Bulgaristan, Macaristan ile birlikte Türkiye, Birinci Dünya Savaşı’na yol açtıkları gerekçesiyle çağrılmamıştı. Ancak 1908 ve 1912 olimpiyatlarına Osmanlı Devleti’nin katılmasını tek başına sağlayan Selim Sırrı Tarcan, yıllardır olimpiyatlara katılma azminden bir an bile geri durmamıştı. Gazi Üniversitesince 2015 yılında yayımlanan bir doktora tezinde şunlar yazıyor: “I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı döneminde ülkenin içinde bulunduğu mücadele ortamında, olimpik misyonunu gerçekleştirmede büyük sorunlarla karşılaşan Selim Sırrı Bey, yine de olimpizm felsefesinin savunuculuğundan vazgeçmemiştir. Daha önce de karşısına çıktığı şekilde olimpiyatların Yunan’a özgü görülmesi ve Yunanistan ile süren savaş gibi siyasal sebeplerden dolayı “olimpiyat” kelimesinin sorun teşkil etmesinden dolayı 22 Haziran 1922’de kurduğu Milli Olimpiyat Komitesi’nin adını “Cihan Müsabakalarına Hazırlanma Cemiyeti” olarak değiştirmek zorunda kalmıştır.”
Selim Sırrı Bey, 28 Ağustos 1922’de geçici olarak oluşturulan III. Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’ni kurar. Bu cemiyete üç şehzadeyi üye yapar. Şehzadeler Abdürrahim Efendi şeref başkanı, Ömer Faruk Efendi koruyucu başkan ve Abdülhalim Efendi de koruyucu üye olur. Yani sarayın desteğini almıştır ama 2 gün sonra kazanılan Büyük Zafer, Saray’da kâbus dolu günlerin başlangıcı olur. O sırada İstanbul’un işgal altında olduğunu da ayrıca belirtelim.
Selim Sırrı Bey, 1923 yılının Ocak ayında Uluslararası Olimpiyat Komitesinden davet mektubu alınca 1924 olimpiyatları için kolları sıvar. Kurtuluş Savaşı henüz yeni bitmiştir ama bu savaşta aslında ülke de bitmiştir. Bütün Anadolu’da nüfus 10 milyon kişi var veya yoktu. Ülkede tek bir fabrika kalmamıştı. Evler yıkılmış, altyapı tahrip olmuş, kadınlar kocasız, çocuklar babasız kalmış, hazine tamtakır ama öte yandan olimpiyat çalışmaları yapılıyordu. 29 Ekim 1923’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyeti ilan eder. Aslında bu kararı İstanbul’da halâ ümit var olan, sarayın eski adamları beklemiyordu. Cumhuriyetin ilânı, İstanbul’da saray taraftarları üzerinde duş etkisi yarattı, Halifenin yanında beklenti içinde olanlar şaşkınlığa düştü. Selim Sırrı Bey, bu ortama rağmen, elini çabuk tutarak Cumhuriyetin ilanından sadece dört gün sonra Osmanlı Olimpiyat Cemiyeti’ni feshederek 2 Kasım 1923’te Türkiye Milli Olimpiyat Cemiyeti’ni kurdu. İki ay önce şehzadelerin başkan olduğu Cemiyette Hami Başkanlığa Mustafa Kemal Paşa, Fahri başkanlığa da Başbakan İsmet Bey getirildi.
Olimpiyatlar için kolları sıvayan Selim Sırrı Bey, ekibini hazırladı ve hükümeti ikna etti. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, olimpiyatları dünyada tanınma yolunda bir adım olarak gördü. Az önce sözünü ettiğimiz doktora tezinde de bu düşüncemizi teyid eden bir cümle yer almaktadır: “Yeni kurulan Cumhuriyet Türkiyesi’nin kısıtlı imkânları altında bütçeden 29.000 liralık bir pay ayrılmasıyla 1924 Paris Olimpiyatları’na katılınırken, sportif başarıdan ziyade Türk gencinin dünya arenasında temsili amaçlanmıştır.” Bakanlar Kurulu’nun, 16 Ocak 1924 günü olimpiyatlara katılma konusunda aldığı 170 sayılı kararı günümüz diliyle şöyledir: "1924 Mayıs’ında Paris’te açılacak olimpiyat müsabakalarına Türkiye idman cemiyetleri ittifakı da davet olunmuştur. Bu müsabakalara katılmakta Türkiye için fayda vardır. Memleketimizde sporculuğun gelişip yaygınlaşması, bu gibi uluslararası karşılaşmalara katılmaya bağlıdır. Binaenaleyh Türk gençlerini beynelmilel müsabakalara iştirak ettirebilecek surette eğitimi için gereken uzmanların Avrupa’dan getirilmesi ve olimpiyat müsabakalarına Türk sporcularının da katılmasının sağlanması için on yedi bin liranın Türkiye idman cemiyetleri ittifakına verilmesi gerekmiştir.”
Amerika’dan atletizm antrenörü, İngiltere’den futbol ve Macaristan’dan da güreş hocaları getirtildi. Nihayet Nisan ayında kafilemiz İstanbul’dan deniz yoluyla Fransa’ya doğru yola çıktı. Almanya, Birinci Dünya Harbinde savaştığı Fransa’ya gitmeyince Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Coubertin, sporun politikaya alet edildiğini bildirerek istifa etti. Fransa, Birinci Dünya Savaşında Adana, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal etmiş ve biz Fransız askerleriyle savaşmıştık. Biz buna rağmen gittik ve sporun, düşman ülkeleri bile bir araya getirdiğini ispat ettik. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda bilinmeye ihtiyacı vardı. Türkiye, 1924 Olimpiyatında Atletizm, Eskrim, Futbol, Güreş ve Halter olmak üzere beş dalda temsil edildi. 40 kişiden oluşan kafilenin başkanlığını Galatasaray Spor Kulübünün kurucusu Ali Sami Yen yapmıştı. Başkan Yardımcılığı görevinde gazeteci Burhan Felek vardı. 1924 Paris Olimpiyatları oldukça yoğun ve uzun süreli bir programla 4 Mayıs’tan 27 Temmuz’a kadar üç ay sürdü ve 44 ülkeden 3089 sporcu katıldı.
Selim Sırrı Tarcan, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak bu olimpiyatlardan da 1928’deki olimpiyatlardan da madalya beklenemeyeceğini bildirmişti. Gerçekten de 1924 Paris ve 1928 Amsterdam olimpiyatlarında madalya alamadık. Ama Türkiye olimpiyat tecrübesi kazandı ve giderek birçok dalda önemli başarılar elde etti. Türkiye, 1948 yılında 57 sporcuyla katıldığı Londra olimpiyatlarında o güne kadarki en çok madalyasını aldı. 11’i güreş dalında olmak üzere 12 madalya ile döndüler sporcularımız.
1948 olimpiyatlarının bir başka özelliği de oyunların televizyondan yayınlanması olmuştur. Londra’dan yapılan yayın, 80 km uzaklığa iletilmişti. Bu yayını 500 bin kişinin izlediği yazıldı. O yıllarda Türkiye’de henüz televizyon yoktu. Ama 1972 Münih Olimpiyat Oyunlarının aynı anda tüm dünyaya yayınlanmış olması, Uluslararası yayıncılığın önemini gözler önüne sermiştir. Türkiye’ye bu yayını izleten de TRT olmuştu tabii ki.