Yusuf KANLI Seçilmesinin ve göreve gelmesinin üzerinden aylar geçmiş ama Türkiye lideriyle yüz yüze görüşmesine anca sıra gelmiş Amerikan Cumhurbaşkanı Joe Biden’ın. 23 Ni...

Yusuf KANLI Seçilmesinin ve göreve gelmesinin üzerinden aylar geçmiş ama Türkiye lideriyle yüz yüze görüşmesine anca sıra gelmiş Amerikan Cumhurbaşkanı Joe Biden’ın. 23 Nisan günü hem 14 Haziran buluşma müjdesini hem de “soykırım kelimesini bu yıl kullanacağız” bildirimini yaptığı telefon görüşmesi bir yana güya müttefik iki ülkenin liderlerinin ilk buluşması bazı analistlere göre bir “nikah tazeleme” olayı imiş. Allah akıl versin. Türk-Amerikan ilişkilerinde çok uzun bir süredir krizden krize taş sektirir gibi bir ilişkimiz var. Kriz bitmeden diğeri başlıyor. Bu durum Ankara ile Washington arasındaki ikili ilişkilerde neredeyse 1960’ın ikinci yarısından bu yana oldukça klasikleşmiş bir durum. Kriz olur, çözülür, yenisi ve daha büyüğü çıkar, karşılıklı ödünler verilir, sıkıntı aşılır ve bir sonraki krize doğru dümen kırılır. Oğul George Bush son yılları ve özellikle ABD’nin Kürt siyasetinde kırılmanın yaşandığı Barak Obama dönemlerinden bu yana, neredeyse 20 yıla yaklaşan yakın geçmişte ise krizler hem yoğunlaşıyor, hem de daha uzun sürelerde ve kalıcı yaralar bırakarak aşılabiliyor. Bu durumun sebeplerinden en önemlisi belki de 2003’teki 1 Mart tezkeresi krizi ile başlayan ve Türkiye’nin ilk kez Amerikan başkentindeki en sağlam müttefiki Pentagon’u, yani askeri kanadı kaybetmesidir. Bir önemli sebep daha var. Elbette tek bir olaya bağlamak mümkün değil. İktidara geldiğinden bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı çeşitli sebeplerle, ama daha çok iç politikada sıkıştığı dönemlerde, İsrail ile ilişkilerde sert bir söyleme girmeyi çoğunlukla çıkış yolu olarak gördü. İsrail ile Türkiye arasında gerginleşen ilişkiler bir süreç içerisinde kötüleşmeye devam etti. 30 Ocak 2009’da İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu zirvesinde bir oturumda Şimon Perez’in Filistin ile ilgili sözlerini dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meşhur “One minute” diyerek kesmesi ve “Siz insanları nasıl öldürüleceğini iyi bilirsiniz” çıkışıyla yeni ve dönülmez bir evreye taşındı. Bu olay sonrasında Yahudi lobisinin desteğini de kaybeden Türkiye, ABD ile ilişkilerinde daha yerin yaralar almaya başladı. Biden’ın bu yıl yaptığı talihsiz 24 Nisan konuşmasında Ermeni soykırım iddialarını desteklemesi, üstelik bir gün önce nispet yapar gibi Erdoğan’ı arayıp 14 Haziran randevusunu vermesi elbette ki Washington’da Türkiye bu kadar yalnız kalmasa mümkün olmayabilirdi. Değişen bir şey var mı? Görüşmenin sonucu doğal olarak zaman içerisinde ilişkilerdeki gelişmelerle ortaya çıkacak. ABD ile ilişkilerde, savunma işbirliğinde ama belki en önemlisi Kürt meselesi, ifade ve basın özgürlüğü, azınlık hakları dahil Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarında, Avrupa Birliği ile ilgili konularda, özellikle Yunanistan ve Kıbrıs konularında, doğu Akdeniz’de, Libya ve Suriye’de ne ödünler istendiği, neler verildiği veya alındığı hemen belli olacak gibi değil. Donald Trump döneminde uygulanan vahşi ekonomik-finansal saldırılar ile Türkiye ekonomisinin kırılganlığını maalesef defalarca denendi. Şimdi de Türkiye’nin benzer ekonomik mengene içerisinde olduğunu bilen Biden’ın bu zaafı kullanmayacağının tek garantisi şimdiki ABD başkanının “devlet terbiyesi” olduğuna inanılması. Meşruiyet içerisinde kalacağı beklentisi tabii ki güzel. Yine de toplantıya oturulurken karşı tarafta Rus “ayısı” olmasa da, emperyalist bir mantalite ile azamiyi talep eden bir Amerikan “Godzillası” olduğu da hep hatırlanmalı böyle karşılaşmalarda. S 400 meselesinde “ara formül” bulunacağı beklentileri yüksek. Gerçi bu aralar “dostumuz” Vladimir Putin ile fazla görüşülmüyor ama ABD ile Rusya’ya rağmen bir düzenleme ile hava savunma sistemi krizini aşmak çok da olası görülmüyor. Belki “depoda kalacaklar” sözü ile krizin bu bölümü bir süre ertelenebilir ama, o da göründüğü kadar çok zor. En azından şu ana kadar ABD böyle bir “al-ver” ilişkisine ya da “ara formüle” sıcak bakmadığını her fırsatta tekrarlamakta. Bu konu belki de sürprize hem en açık hem de en zor konu. Rıza Sarraf ve Halkbank konusu ile bir süre daha ertelenmiş gibi görünse de, doğal olarak ABD’nin elindeki çok önemli bir büyük koz. Özellikle ABD’nin ciddi bir maddi ceza ile ekonomik savaşı bir üst seviyeye taşıması her an mümkün. Bu görüşme bunu çözebildi mi? Niye mahkeme Halkbank meselesini geçen ay erteledi? Enteresan bir pazarlığın perde arkasında geçtiğini söylemek fazla abartı mı olur acaba? Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisinin bu “Türk usulü başkanlık” diye tanımladığımız denge, denetleme yoksunu cumhurbaşkanlığı sistemi olduğu ABD ile ilişkilerde de sergileniyor. TBMM’nin etkinliğinin olmadığı, ülkede hemen her şeyin cumhurbaşkanının taleplerine ve emirlerine göre şekillendiği, gücün “tek elde” toplandığı bu sistemde tek pazarlık yetkisi, sorumluluğu Erdoğan’da… Bu “yeni” Türkiye’nin en zayıf özelliği. Elbette, bazı analistlerin beklentisi de Biden-Erdoğan zirvesiyle iki ülke arasındaki ilişkilerde bir anlamda “nikah tazelenmesi” ve tüm sorunları bir kenara itip bir “dingin döneme” doğru dümen kırılabilmesi. Türkiye ABD için stratejik bir müttefik. Biden NATO’ya önem veren ve mümkün olduğunca uluslararası jandarma görevini müttefikleriyle birlikte yapmaya önem veren bir yönetim anlayışına sahip. Yeni bir “stratejik konsept” geliştirip, yaraların pansuman edileceği bir süreci elbette başlatabilir. En azından böyle bir beklenti var. Mantıklı mı? Bence şimdilik çok afaki. Eğer böyle bir süreç başlatılması arzu edilse idi, bırakın Biden’ın “soykırım” sözünü kullanmasını, en azından ABD dışişleri bakanının Türkiye ile ilgili “sözde müttefik” ifadesi hiç kullanılmamalıydı. Muhakkak ki gerek ABD gerekse de Batı dünyasıyla ilişkilerinde yeni bir dönemin başlayabilmesi için öncelikle Türkiye’nin demokratikleşme ve reform sürecine geri dönmesi gerekir. Türkiye’nin özellikle ifade ve basın özgürlüğü alanında adım atması, mesela en azından hakkında uluslararası hukuk organları ve Türkiye’nin ABD dahil müttefiklerinin, meşru nedenlerden ziyade siyasi mülahazalarla hapiste olduklarını iddia ettikleri bazı kişilerin serbest bırakılması gerekmez mi? Türkiye-ABD ilişkileri, daha doğrusu Türkiye-Batı dünyası ilişkileri artık maalesef tek görüşmeyle düzelecek veya bir durumda değil. Sorunlar hem yapısal, hem de mantaliteyle ilgili. Kısaca, arzu olabilir ama sorunlar o kadar meşakkatli ki Türk-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin açılması bir liderler zirvesinden çok daha fazla gayret gerektirir.