Türkiye’de demokrasi mi dediniz? Eğer gerçekten böyle bir şey varsa, TBMM’de yaşanan son olaylar bize bu kavramın ne hale getirildiğini acı bir şekilde hatırlattı. Anayasa Mahkemesi’nin yok hükmündeki TBMM kararına rağmen, bir yumrukla susturulan hakikat ve yerlerden temizlenen kan lekeleri, Türkiye’nin “ileri demokrasisi”nin geldiği noktayı gözler önüne serdi.
Yusuf Kanlı
Türkiye’nin kaderi, tarihin en karanlık sahnelerinde bile umudu elden bırakmamış bir halkın yazgısıdır. Tıpkı 1 Mayıs Marşı’nın güftesinde geçen “Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır; Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez” mısralarında olduğu gibi, bu topraklarda adaletin sağlanacağına, çıkarcılığın, yobazlığın, güce tapmanın, kısaca bir şeylerin değişeceğine dair inanç taşıyanların hislerine tercüman olur. Ama ne hikmetse, umut ne zaman filizlense, hemen arkasından birileri o filizi çiğneyip geçiyor. Türkiye’de siyaset sahnesinde yaşanan son olaylar da bu trajik döngünün son perdesi gibi.
Beklentiler boşa çıktı
Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın milletvekilliği düşürülmesi kararına ilişkin yok hükmündeki kararı, demokrasinin belki de son kalıntılarından birini canlandırma çabası olarak görülmüştü. Ama ne oldu? Beklentiler bir kez daha boşa çıktı. Öyle ki, Meclis’in olağanüstü toplanması bile bu hukuksuzluğun düzeltilmesi yönünde bir işaret olarak algılanmıştı. Ancak, “ileri demokrasi” ve “hürriyet ve adalet” kavramlarını kendine bayrak edinen bir yönetim anlayışından başka ne beklenebilirdi ki? Bekir Bozdağ’ın oturumu yönetmesiyle birlikte, “Bu iş böyle gitmez” diyenlerin umutları bir kez daha suya düştü. Evet, anlı şanlı demokrasimiz yine koca bir hayal kırıklığına dönüştü. Hani “Türkiye yargı adaletinin olduğu normal bir ülkedir” diye dünyaya mesaj verme çabasındaydık ya, işte o mesaj Ağustos sıcağında eriyip giden buzdan daha hızlı yok oldu.
“O kadar akıllısına rastlanılmadı”
Bu toprakların evladı, Sinop’ta doğduğu söylenen ünlü düşünür Diyojen, güpegündüz elinde feneriyle sokaklara düşüp bir şeyler aradığını görünce, bu acayip halini görenler ona ne aradığını sormuşlar. Cevap çok düşündürücü ve oldukça da anlamlı: “Adam arıyorum, adam!”
Diyojen’e sormuşlar; “Sence akıllı adam, nereden belli olur?” Hiç düşünmeden cevaplamış: “Tabii ki konuşmasından!” Onu sıkıntıya sokma niyetiyle devam etmişler: “Peki, adam hiç konuşmazsa?” Cevap yine çok müthiş: “O kadar akıllısına rastlamadım henüz.”
O kadar akıllı belli ki AKP sıralarında da yoktu TBMM’de. Ahmet Şık’ın kürsüye çıkıp, “Sizde hiç utanma yok. Hakikat her zaman acıtır,” demesi, bu sistemde hakikatin yeri olmadığını haykıran bir çığlık gibiydi. Ama tabii, bu çığlığı duyan kim? AKP sıralarından yükselen öfke ve gürültü, bu çığlığı boğmak için sahneye çıktı. Ahmet Şık’a yapılan saldırı ise “İleri demokrasi”nin aslında nasıl bir kavram olduğunu, tokat gibi yüzümüze çarptı. Bir yumrukla demokrasinin temelleri yerle bir edildi; kürsü çevresi kana bulandı, Anayasa Mahkemesi’nin kararları ise ayaklar altına alındı. İşte, medeni bir ülkede olması gereken “hukukun üstünlüğü”nün Türkiye versiyonu!
Şiddette ayrım yok
Tabii bu arada, Meclis’teki o kanlı görüntülerin üzerine bir de kadınlara saldırılması eklenince, işin rengi iyice ortaya çıktı. Kadınlara vuruyorlar! Evet, demokrasi adına kadınlara vurmak, Türkiye’nin geldiği son noktayı çok güzel özetliyor. Bu mu “ileri demokrasi”? Yoksa “ileri demokrasinin” asıl yüzü mü? “Utanç verici görüntüler. Yerlerde kan var.” diyen CHP lideri Özgür Özel bile, bu manzaranın karşısında çaresiz kalıyor. Çünkü ortada ne demokrasi var, ne hukuk, ne de insanlık. Sadece kaba kuvvetin, baskının ve zulmün kol gezdiği bir düzen.
Ve tabii ki, tüm bu olan bitenlerin ardından Meclis’teki görevlilerin yerlere sinmiş kan lekelerini temizlemesiyle birlikte, yaşananların üzeri de bir güzel örtülüyor. İşte Türkiye’nin yeni normali: Kanlı bir sahnenin ardından, görev bilinciyle temizlenen ama asla silinmeyen utanç lekeleri. Bir yandan kürsü dokunulmazlığı hiçe sayılırken, diğer yandan anayasa hükmünde kararnamelerin nasıl birer şaka malzemesine dönüştüğünü izliyoruz.
Bu böyle gitmez
Ah, Türkiye! Ne güzel söylemiş 1 Mayıs Marşı: “Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde.” Ama gelin görün ki, bu hayat bir türlü gelmek bilmiyor. Her yeni adımda umutlar yeşerir gibi oluyor ama sonra birileri çıkıp o umutları tekmeleyip geçiyor. “Bu böyle gitmez, sömürü devam etmez” diye umut edenlerin yüzüne adeta tokat gibi çarpıyor bu manzaralar. Hakikatin peşinde koşanlar, adalet arayanlar bir yumrukla susturuluyor, kanla bastırılıyor.
Ve işin ironik yanı ne biliyor musunuz? Bu ülkenin “ileri demokrasisi” bu kadar işte! “Hürriyet ve adalet” dendiğinde, aslında neyin kastedildiğini artık çok iyi biliyoruz. Tam da bu noktada, İnönü’nün sözünü hatırlamadan edemiyorum: “Hadi canım sende.” Bu kadar sarkastik bir laf, bu kadar sarkastik bir duruma ancak bu kadar yakışırdı. Türkiye, hadi göster kendini. Eğer gerçekten bu abes düzen böyle gitmeyecekse, bir an önce o “yepyeni hayat” gelsin de görelim. Yoksa, bu “ileri demokrasi” maskaralığında daha ne kadar sürüneceğiz?