17 Ağustos 1999 gecesi uyurken, sanki birisi tokmakla yatağın altından vurdu. Aniden uyandım ve ne olduğunu merak edip ışığı açtım ama elektrik kesikti. Sokağın ışıklarına bakmak için balkona çıktığımda, birkaç kişinin pijamayla sokağa indiğini gördüm.
Şener Mete
Gökyüzünde binlerce yıldız parlıyordu ve her zamankinden daha yakın görünüyorlardı. Bir iki dakika içinde sokak kalabalıklaştı. Anladık ki ülkenin bir yerinde Ankara’dan da hissedilen büyük bir deprem olmuştu. Hemen Haber Merkezi’ni aradım. Yanlış hatırlamıyorsam Coşkun Kartal nöbetçiydi ve Gölcük’te deprem olduğunu söyledi. Gerekiyorsa hemen bölgeye gidebileceğimi söyledim. “3 arabanın üçünü de gönderdik. Rahmi gitti. Gerekirse seni ararız” dedi.
Ankara, deprem ile ilgili ilk ayrıntıları ancak sabah 7.30’a doğru elektrikler geldikten sonra öğrenebildi. Tüm Türkiye radyo ve televizyonlardan günlerce Marmara depremiyle ilgili haberleri izledi, herkes zelzele diyerek depremi konuştu. Arapçadan Osmanlı Türkçesine zilzal olarak giren kelime, zelzele biçiminde değişime uğramış ve yüzlerce yıl bu söz kullanılmış. Hareket-i arz, fiil-i hareket, hareket, sarsıntı olarak da söylenen depremin tanımı, “Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi yüzünden oluşan sarsıntı”dır. Deprem bilimi, deprem bilimci, deprem kuşağı, artçı deprem gibi 12 tamlaması bulunan deprem, depremzede sözüyle birlikte medyada en çok kullanılan kavramlar arasındadır. Deprem bölgesi tamlaması ise 1999 yılındaki Marmara depremiyle birlikte söz dağarcığımızda yer etti.
17 Ağustos, adeta deprem günüdür. 17 Ağustos 1668’de Samsun – Ladik’te bugüne kadar yaşanan en güçlü deprem meydana gelmiş. 8 büyüklüğündeki depremde 8 bin kişi ölmüş. 1868’de Peru’daki 8 büyüklüğündeki depremde ölenlerin sayısı 70 bine ulaşmış. 17 Ağustos 1949’da Bingöl Karlıova’da 6,8 büyüklüğündeki depremde 450 kişi hayatını kaybetmiş. 1999 depremi ise Türkiye’de meydana gelen depremler içinde büyüklük bakımından ikinci sırada yer etti. 20 bin kişiyi aramızdan ayıran 7,4 büyüklüğündeki depremde, Ankara Radyosu ses sanatçısı ve şefi Ziya Taşkent de Yalova’da hayatını kaybetmişti.
Depremin büyüklüğü ile şiddeti, çoğu kez birbiriyle karıştırılır. ‘Mikrofonla İletişim ve Medya’ kitabında yer alan detaylar içinde, depremin büyüklüğünün sismograf ölçümleriyle belirlendiği, şiddetinin ise yaptığı etkiye göre daha sonra ortaya çıktığı açıklanmıştır. Aynı kitapta, “3 şiddetine kadar olan deprem, hemen hemen hiç hissedilmez” denirken, büyüklüğüne göre depremlerin şiddeti şöyle başlıyor: 3,7: hafif şiddette; 4,4: orta şiddette; 5,1: şiddetlice; 5,7: şiddetli; 6,4- 8: çok şiddetli. Deprem haberlerinin yazımında büyüklük ve şiddet belirtirken nokta konulmaz. Çünkü nokta, saat ve dakika gösteren sayılarda kullanılır. Örneğin olimpiyatlardaki rekorlar, 7.3 saniye gibi nokta konularak belirtilir. Deprem büyüklüğü ondalık kesir olduğu için Türkiye’de kesirler virgülle ayrılır. “7.4'lük deprem” değil, “7,4'lük deprem” diye yazılır.
Televizyonun kurulduğu 1968 yılından itibaren yapılan yayınlarda, deprem bilincinin artmasına yönelik birçok görsel çalışma yapılmıştı. TV yayıncılığının başlamasından 7 ay sonra, Karadeniz kıyı şeridinde en güçlü deprem olarak kayda geçen Bartın’daki depreme TRT hazırlıksız yakalanmıştı. Televizyon yayını Mithatpaşa Caddesinde bir apartmanın bodrum katında yapılırken, apartmanın kapıcısı Muhittin, habersiz gelen kişileri içeri almamakla ünlenmiş. 3 Eylül 1968 günü meydana gelen depremin ertesi günü Melih Âşık ile Teoman Erel, ‘Deprem facialarına karşı önlemler’ konusunda bir program hazırlayacaklar. Dönemin İmar İskân Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nu davet etmişler. Bakan, kendi arabasıyla tek başına gelmiş. Ama Muhittin onu da almamış içeriye ve Örsan Öymen’in yazdığına göre, program iptal olmuş. Hatta dönüşte telefon açmış, kendisinden özür dilenmiş ama “ben şimdi televizyona çıkmak için Türkiye’de deprem olmasını mı bekleyeceğim” diye serzenişte bulunmuş.
Deprem gerçeğini ilk anlatan programlardan biri olarak, 1976 yılında Süheyla Tüzüner’in hazırladığı Eski Türk Evleri adlı yapımda yazar Nezihe Araz, Ankara, Bursa ve Kula’daki eski konakların depremde aldığı etkiler ve yıkılışlarını anlatmıştı. 1855 yılında Bursa’da meydana gelen 7,5 büyüklüğündeki küçük kıyamet olarak adlandırılan deprem için İstanbul’dan ilk yardımın, Rusya savaşı nedeniyle 9 gün sonra ulaştığı, bu programda verilen bilgiler arasındadır. 1766 İstanbul depreminde büyük hasar gören ve her gün binlerce kişinin dua ettiği Eyüp Sultan Camii’nin, 1798 yılında Sultan 3. Selim tarafından yıktırılarak yeniden yaptırılması ise ilginç bir detaydır.
Yapımcılığını Korkmaz Göçmen’in üstlendiği 4 bölümlük Deprem adlı programda, depremle ilgili bilimsel çalışmalar anlatılmıştır. Ülkemizde modern yer biliminin kurucusu Prof. Dr. İhsan Ketin, Erzincan depreminden sonra Kuzey Anadolu fay hattını açıklamıştı. 1986 yılında Kandilli Rasathanesi Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’nın isteği üzerine Tülin Sertöz’ün hazırladığı Deprem Kuşağında adlı programda da depremlerin jeolojik nedenleri aktarılmıştır.
1999’da meydana geldikten sonra pek çok programa konu olan 17 Ağustos depremi, 1939 Erzincan depreminden sonra ülkemizi en çok etkileyen depremdir. Gölcük, Sakarya ve Yalova ile birlikte İstanbul’da da yıkıma yol açan, çok büyük acıların yaşandığı 17 Ağustos gününden itibaren bir ay boyunca, radyo televizyon yayınları tamamen depreme yönelikti. Çünkü 7,4 şiddetindeki o deprem, Türkiye’nin tanıdığı veya tanımadığı birçok kişiyi 45 saniye içinde hayattan aldı. Şırnak’tan Ardahan’a, Sivas’tan Edirne’ye kadar pek çok ailenin yakınlarının yaşadığı o bölgede, 20 bin kişinin ölümüne, 25 bin kişinin yaralanmasına yol açtı. Sadece Kocaeli’nde 10 bin kişinin öldüğü açıklandı. 134 bin bina çöktü. 16 milyon kişi depremden etkilendi. Gecenin 3’ünde Ankara'dan İzmir’e kadar geniş bir alanda da hissedildi. Türkiye’nin en büyük rafinerisi TÜPRAŞ alevler içinde yandı, koskoca liman sular altında kaldı. İletişim altyapısı göçtü, uzun süre kimse kimseyi ne arayabildi ne sorabildi. Dönemin Başkanı Bülent Ecevit bile bir süre telefonla bağlantı kuramadı. Ecevit, deprem sabahı devlet teşkilatına talimatlarını TRT’nin yayın aracıyla verebilmişti.
Kocaeli’nde 55 bin kişi aylarca prefabrik konutlarda yaşadı. 3 ay geçmeden 12 Kasım günü Düzce’de 7,2 büyüklüğünde bir deprem daha meydana geldi. 900’e yakın kişi öldü, 5 bin kişi yaralandı. Ankara İstanbul yolu, tam ortadan bıçak gibi ikiye bölünmüş, yolların bir kısmı tümüyle göçmüştü.
Hem devletin hem de özel kanalların kameralarının pek çoğu oraya koştu. Muhabirler dört bir taraftan haber yağdırmaya başladılar. Böyle bir ortamda elbette depremden başka bir yayın yapılamazdı. Böyle felaket günlerinde vatandaşın istediği ve beklediği yayın yapılır. Hele ulusal bir yas ilan edilmişse, yas süresince yayın akışları değiştirilir. Tabii ki yayın yapılabilirse… Çünkü 1999 depreminde TRT’nin İstanbul Ortaköy’deki misafirhanesi, Çamlıca verici kulesi, Büyükada ve Çatalca’daki vericileri büyük hasar görmüştü. Mudanya ve İzmit’ten Edirne’ye kadar uzanan alandaki ve hatta Uludağ’ın tepesindeki de dahil olmak üzere 12 vericisi hasar görmüş, televizyon ve radyo yayınları bir süre yapılamamıştı.
Elbette o depremdeki kurtarma çalışmalarında halkın, askerlerin ve görevlilerin yanı sıra, arama – kurtarma köpekleri çok önemli bir görev yapmıştı. Birçok kişi halâ yaşıyorsa hayatlarını o köpeklere borçludur.
Depremde yıkılan binalar için bazıları “kader” dedi. Ama yıkılmayan binalar için hiç kimse kader sözünü ağzına almadı, “sağlam yapılmış” diye konuştu.