“Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” derler ya, o kaşığın kırılacağından değil, dönülürse eğer bir vaatten ya da duruştan, birileri gelsin kaşığı kırsın, ses etmeyeceğim anlamında. Yoksa kaşık kendi kendine kırılmıyor. Yani, bakmayın siz o söylenenlere, pilavdan dönenin kaşığı falan kırılmıyor.

Yusuf Kanlı

Türk dış politikasındaki dönemsel gelgitler yabancı devlet adamlarını, diplomatları, gözlemcileri şaşkınlığa sürüklese de kanıksadığımızdan olacak bizleri pek de şaşırtmıyor. Mesela uğruna ABD ile gerildiğimiz, Batı güvenlik sisteminde aykırı unsur haline geldiğimiz, F-35 programından kovulup hem parasını verdiğimiz uçaklardan hem de milyarlarca dolarlık iş imkanından ve daha önemlisi gelişmiş teknoloji ve kıymeti ölçülemeyecek bilgi birikimine ulaşım imkanından olduğumuz S-400 olayından bile bir gece yarısı dönecek olsak, kaçımız şaşırırız? En nihayette Vladimir Putin ile ilişkilerde yeni bir sürece evirildiğimiz yorumunu yapar, “herbokolog” arkadaşlar gelişme hakkında onlarca saat, ve hemen her TV kanalında, her gazete köşesinde ahkam keser, gerdan kıvırabilirler.

“Bir gece ansızın gelebiliriz…” 


İktidara şirin görünme çabasındaki gazeteci arkadaş, çok değil, Ekim ayında “Yunan gazeteciye tarihi cevap” diye başlık atmış. Bir Yunan gazetecinin, “Bir gece ansızın gelebiliriz ne demek? Yunanistan'a saldırıda bulunuruz mu demek istiyorsunuz?” sorusunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan müstehzi ile cevaplamış. “Yani konuyu anlamışsın aslında. Bu sadece Yunanistan için geçerli değil. Bizi rahatsız eden, bize saldıran hangi ülke olursa olsun. Onlara karşı bizim cevabımız bir gece ansızın gelebiliriz. Bunu böyle anlamaları lazım. Şu an itibariyle siz anladığınıza göre herhalde onlar da anlamıştır.”


“Yok, ben öyle demedim” dememiş. “Ne demek, biz müttefikiz, aramızda böyle yakışıksız tehditler olmaz” da dememiş. Ayrıca, “Siz niye üzerinize aldınız, benim lafım sizin adalara yönelik değil, sizin bihaber olduğunuz Ege’deki bölücü terörist unsurların yönetimindeki adalara yönelik” de dememiş. Gerçi öyle adalar da yok ama, olsun, bizim Fahrettin Altun maharetle öyle adaların varlığına sadece Türk halkını değil, belki Yunan halkını da ikna edebilir. Gerçi Yunanistan medyası o kadar biat içinde olmayı kabul etmez, haber falan da yazmada ısrar eder ama, bu ikinci versiyon propaganda makinesi arkadaş birinci versiyon Goebbels’i aratmayacak kadar muktedir bir “dezenformasyon” mucidi…

Şaşkınlık


Yunanistan’a yapılan günübirlik seyahat öncesinde ve oradaki resmi ve gayrı-resmi temaslarda kullanılan lisan, edilen kelam ve üslupla ilgili olarak Avrupa’dan, Atlantik ötesinden heyetlerle görüşen Türklere bu aralar neredeyse hep aynı sorular soruluyor. “Erdoğan samimi mi? Bu yaklaşımı sürdürülebilir mi? Ortada optimist olmayı gerektiren hiçbir fiziki neden yokken, Erdoğan’ın sözlerinden kaynaklanan bu durumun arka planında ne var?”


Şaşmakta haklı adamlar. Erdoğan bir yıl kadar önce Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ABD Kongresinde Türkiye’ye F-16 satılmasın dedi diye “Benim için bitmiştir” dememiş miydi? Bırakın 18 adaya Yunanistan’ın çöreklenmesine daha önce ses çıkarılmamasını, Ege adalarının antlaşmalara aykırı bir şekilde silahlandırılmasını, hatta askeri üs kurulmasını, havaalanı inşa edilmesini görmezden gelen geleneksel AKP dış politikasını terk ederek, yine bir yıl kadar önce, Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” dememiş miydi? Ne bölücü örgüt, ne Müslüman Kardeşler haydutları ne de Hamas teröristleri değildi Erdoğan’ın hedef aldığı? Elbette ki hedefte Yunan başbakanı ve Ege’deki Yunan adalarıydı hedefinde Erdoğan’ın?


Bu kadar kısa sürede bu kadar büyük ve kamuoyu önünde deklere edilen bir değişiklik normal olur mu? Şaşkınlık yaratmaz mı?

Kanuni Süleyman’dan “dostum” Erdoğan’a


Cilalama aygıtı gazete dün Erdoğan’ın “Bir gece gelebiliriz” mesajıyla korkuya kapılan Yunanistan’ın Türkiye Cumhurbaşkanını bir dönemin Muhteşem Süleyman’ına benzettiğini öne çıkaran bir manşet atmıştı. Cilalı sayfa devri, şaşmayın. Bu arkadaşlar bayılır İngilizce deyimiyle “boot licker” (postal yalama) davranışına.


Gelelim hayati soruya? Bu durum sürdürülebilir mi? Elbette ki değil. Bir stratejiye, davranış kalıbına, politika anlayışına değil de hezeyanlara, günlük çıkar hesaplarına, esen rüzgarın gücüne göre şekillenen bir dış politikanın sürdürülebilir olması mümkün mü? Dün Mısır cumhurbaşkanı asla makbul değildi, bugün kardeş, İsrail şer odağıydı, stratejik ortak olur gibi oldu, bugün Netanyahu şeytan, evvelsi gün Birleşik Arap Emirliği çadır ağası 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü idi, bugün kadim dost…


Şahsımın arzusuna göre, esen rüzgara göre dış politika. Elde bu var. Pilavdan dönmek mümkün, kaşık falan kırmaya gerek yok.