“Çalışmalıydım. Çatılarda kaplama işi yaptım. Başka pek çok ağır işler… Sonra güreş yapmaya başladım, tıpkı yurtta Pashagashtough’da yaptığım gibi.”  ABD'nin The St. Louis Star and Times gazetesinde 17 Aralık 1936 tarihinde yayımlanan haberdeki bu cümle, o yıl dünya ağır sıklet güreş şampiyonu olan Ali Baba’ya ait.

Şener Mete

Cümledeki ‘Pashagashtough’ sözü dikkatimi çekti. –da eki getirdiğine göre burası bir yer adı olabilir miydi? Ne kadar aradıysam, dünyada böyle bir yer adı bulamadım. Öyleyse bu bir tamlama da olabilirdi. Pashagashtough sözünü Pasha gashtough olarak böldüm. Tamlamayı İngilizce telaffuz edince, “tamlayanı ‘paşa’ olmalı” diye düşündüm. Sözün tamlananı, kaçtı da olabilirdi, küstü, geçti veya göçtü de… Gazetelerde kendisiyle ilgili yer adlarından ikisi Xarpet, Karput diye yazıldığına göre, bu tamlamanın mutlaka Harput ile bağı olmalıydı.

1980’li yıllarda Serbülent Yasun’un yönettiği HAMOY halk müziği korosunun konserlerinden birkaçını sunmuştum. Bu konserlerde Çayda Çıra başta olmak üzere oyunlar eşliğinde Elazığ ve Harput türküleri seslendirilirdi. Türkülerin girişinde ya da geçişlerinde yaklaşık 2 dakika süren uşşak makamındaki Paşa Göçtü peşrevi çalınır dı. Konserde anonsunu yaptığımız ‘Paşa göçtü’ ne demekti? Göçmek kelimesinin, ‘bir yerden başka bir yere yerleşmek’, ‘yaşlanıp güçsüzleşmek’ ve ‘ölmek’ gibi anlamlarından hangisi bu terimi karşılıyor? Paşa göçtü peşrevinin bir  hikâyesi var mıdır? Bu soruların yanıtını bulamayınca değerli dostum, Türk Halk Müziği sanatçısı Abdullah Sözen’e sordum. Kendisi, “bunu bilse bilse Elazığlı Salih Turhan bilir” deyince, TRT Erzurum ve İstanbul Radyolarında ve ardından da Kültür Bakanlığı korosunda THM sanatçısı olarak çalışan Salih Turhan’ı aradım. Salih Bey, bu konuyla ilgili yazılı bir kaynak bulunmadığını söyledi. Ancak vazgeçmedim ve konuyu Türk halk kültürünün bilgesi Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na ilettim. O da 31 Mayıs 2024 günü, Fırat Üniversitesi’ndeki torunu Prof. Dr. Esma Şimşek’i arayarak en sağlıklı bilgiyi bulmasını istedi. Ertesi gün Saim hocam, araştırmacı yazar Sedat Çağlayan ile yapılan kişisel görüşme sonucunda şu notu gönderdi: 

“Harput Peşrevi, yörede ‘Paşa Göçtü Peşrevi’ olarak da bilinmektedir. Bazı kaynaklarda ‘Paşa Göçtü Havası’ olarak geçmektedir. Elazığ müziğinde mahallî fasıl icralarının başında, klasik Türk müziğinde olduğu gibi sözsüz, çalgısal bir tür olan Peşrev icra edilir. Yöreye has olan tek peşrev budur. Elazığ’daki geleneksel müzik icralarında, her faslın başında icra edilen peşreve, ‘Paşa Göçtü Peşrevi’ denilmektedir.  ‘Paşa Göçtü’ isminin nereden geldiğine dair yazılı kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Ancak yörenin kültürüne ve müziğine hâkim olan kaynak kişiler, Harput peşrevine neden bu ismin verildiğini şöyle açıklıyorlar: “Bu eserin yaklaşık 170-180 yıllık geçmişi vardır. O dönemlerde Osmanlı merkezî hükümeti tarafından Harput Sancağı’na atanan paşalar, sanatın birçok türüne ilgi duyan ve özellikle musikişinas insanlarmış. İçlerinde, yöredeki müzisyenlerce çok sevilen ve onları koruyup kollayan, zaman zaman misafir eden paşalar da varmış. Harput’a atanan bu paşalardan birinin burada vefatının ardından, ölümüne çok üzülen, onu çok seven ve hürmet eden müzisyenler tarafından bu peşrev ezgiye dökülüp icra edilmeye başlanmıştır. Paşa’nın ‘dünyasını değiştirdiği, öldüğü…’ gibi anlamlar yüklenen ‘göçtü’ ifadesi kullanılarak, bu eser ‘Paşa Göçtü’ olarak isimlendirilmiştir. Eserin ne zaman yapıldığına dair kesin bir tarih olmadığından hangi paşanın vefatından sonra bestelendiğini bilme imkânımız yoktur. Ancak burada ilginç ve farklı olan, ölen birinin arkasından ağıt yakmak şeklinde sözlü bir eser söylemek yerine, günümüzdeki şekli ile çok da ağır icra edilmeyen, çalgısal bir eserin bestelenmiş olmasıdır.”

Ali Baba, “Sonra güreş yapmaya başladım, tıpkı yurtta Pashagashtough’da (Paşa göçtü’de) yaptığım gibi” derken hem Harput’ta yaşadığını hem de Paşa Göçtü peşrevinin güreşlerde çalınan bir müzik olduğunu belirtiyor. Ancak bu konuşma Amerika Birleşik Devletlerinde yapılıyor. Ali Baba namıyla ünlenen pehlivanın geçmişiyle ilgili bilinen gerçekler yalnızca bu kadar. Çünkü anlattıkları, birbirini desteklemeyen cümlelerle dolu.  Her şeyden önce üç farklı ad kullanmış;  Arteen (Artin), Harry ve Ali. Doğum yeri; Samsun, İstanbul, Harput veya Kanada olabilir. Babası Türk, Kürt ya da Ermeni’dir. Belki de Kürt aşireti şeyhidir ama aynı zamanda Amerikan vatandaşıdır. 1936’dan itibaren kendisiyle ilgili gerek Amerikan basınında gerek Türkiye’de çıkan gazetelerde ve yazılan kitaplarda yer alan bilgileri şöyle sıralayabilirim:

En eski bilgi, dedesinin 1891 yılında 110 yaşında öldüğüne ilişkin olmakla birlikte kim olduğu bilinmiyor. Kendisinin doğum tarihi 22 Nisan 1906, 1903, 14 Eylül 1901 olarak üç farklı tarih geçiyor.  Doğduğu yeri Samsun, şark vilayetlerinden biri ve Kanada olarak söylüyor. Bu durumda Ali baba, sanki üç kişinin hikâyesini temsil ediyor gibi görünüyor. Babasının adının Cemal olduğunu söylüyor ama Agos gazetesi baba adının Krikor olduğunu öne sürüyor. Ali Baba, The St. Louis Star and Time Gazetesine 1936 yılında verdiği mülakatta babası için “babam paşa” ifadesini kullanıyor. Globe Gazette’ye ise “babam bir paşaydı. Çalışmak zorunda değiliz. Zengin bir adam” diye konuşmuştu. Chicago Tribune dergisine ise 1915 yılı olaylarıyla ilgili olarak, “Babam birçok Ermeni’yi kurtardı. Türkler bundan hoşlanmadı ve babamı vurdular” derken, Akşam Gazetesinde 14 Ekim 1937’de yayımlanan röportajında, “Babam Kanada’ya yerleşti, öldüğünde 9 yaşındaydım” demiştir. Ancak Agos Gazetesi,  2014 yılında “Ali Baba’nın inanılmaz öyküsü” başlığıyla yayımladığı makalede, babasının asıldığını öne sürmüştür. Akşam Gazetesine annesinin Kanadalı bir Fransız olduğunu söylerken, Agos, annesinin Türkiye’de kaybolduğunu öne sürmektedir.

Ali Baba’nın, üç farklı senaryo içine dört hikâye olarak sıkıştırdığı yaşam öyküsünde kendisinin bazen Türk, bazen Kürt, bazen Ermeni ve nihayet Kanada’dan göç etmiş bir Amerikalı olduğunu, bunların dışında farklı bir kimliği olabileceğini de söyleyebiliriz. Babasının ticaretle uğraştığından zaman zaman Amerika’ya gittiğini, böylece Amerikan vatandaşı olduğunu anlatan, yaşamında üç farklı adı da kullanan Ali Baba’nın Amerika’ya hangi kimlikle daha doğrusu kimin kimliğiyle gittiğini bilmiyoruz. Anlattığı kırık dökük cümlelerden ise hayatının başlangıcında Harput’ta bulunduğunu, Samsun’a gittiğini söyleyebiliriz. Çünkü Samsun, 1885’ten 1920’li yıllara kadar Orta ve Doğu Anadolu’dan Amerika’ya göç edenlerin çıkış limanıdır.

Güreş pistine Harry Ekizian olarak başlayıp hayatını Ali Baba olarak sürdüren ve Dünya Ağır sıklet Güreş şampiyonu unvanını elde eden Türk/Kürt/Ermeni/Amerikalı kimlikleri birbirine karışan güreşçinin çok ilginç yaşam öyküsünü, gelecek yazımda ulaştığım belgelerle aktaracağım.