2024 Paris Olimpiyatları, 7. gününe girmişken madalya yarışının ABD, Fransa ve Çin arasında geçeceği anlaşılıyor. Madalya sıralaması 38, 27, 25 biçiminde gidiyor. Türkiye henüz 2 madalya elde etti ama sıralamada 160 ülkenin adı yok.

Şener Mete

Mora Yarımadasındaki Elis bölgesindeki Mistra’ya bağlı Olympia’da, yüzyıllar boyunca antik olimpiyatları sürdüren ve 1896’da ilk modern olimpiyatı başlatan Yunanistan ise Cuma günü itibariyle 2 madalyanın sahibi oldu.

Her ne kadar antik Olympia’daki oyunları yapma hakkını Bizans imparatoru, MS 260 yılında, 360 yıl süreyle bugünkü Antakya yöresine vermiş ise de 395 yılından sonra olimpiyatlar, Hıristiyanlık karşıtı bulunarak iptal edilmişti. Belki de Paris olimpiyatlarının açılışında yayınlanan ‘İsa’nın Son Akşam Yemeği’ tablosu, ilk Hıristiyanların bu düşüncesine bir gönderme olarak ekrana verilmiş olabilir. 

1392 yılında Hıristiyan Mora Yarımadası, Osmanlı akıncılarının saldırısına uğradı. Bizans’ın son imparatoru Komnenos’un Despotluk merkezi olan Mistra kasabası ele geçirildiğinde, Gotlar’ın Olympia’yı tümüyle yıktığı anlaşılmıştı. Yunanistan, yüzlerce yıl Osmanlı egemenliğinde kaldı. Bu dönemde, olimpiyatların tekrar yapılması düşünülmedi. Ancak olimpiyat adı, başta İngiltere olmak üzere Avrupa edebiyatında daima hatırlandı. 1823 yılından itibaren Mora’da Osmanlı’ya karşı başlayan isyanlarda, Yunanlara yardıma koşanlar arasında, ünlü İngiliz şairi Lord Byron ve Fransız mimar ve heykel sanatçısı Abel Blouet ile İngiliz ve Fransız gönüllüler de bulunuyordu. Yazarların ve gönüllülerin ilk merak ettiği yer, Olimpia idi. Abel Blouet, Olimpia’da hiçbir yapının olmadığını, kalıntıların kalın bir kum ve toprak altında kaldığını yazmıştır. 1829 yılında Londra antlaşmasıyla Yunanistan devlet olarak tanındı ve Alman asıllı 1. Othon, kral yapıldı. İsyan sırasında Romanya’ya kaçan Yunan milliyetçisi Evangelios Zappas, 1850 yılında Doğu Avrupa’nın en zenginlerinden biri olarak Atina’ya dönünce, olimpiyat fikrini ortaya attı ve tüm masrafları üstleneceğini söyledi. Zappas, servetinin büyük bir bölümünü olimpiyatlar için harcadı. Derler ki: “Zappas, olimpiyatlar için bunca parayı harcamasaydı Olympia asla canlanamazdı.” 1870 yılında Atina yakınında Panathinaiko Stadyumunu yaptırdı ama o yıl yapılan yarışları göremeden Romanya’da öldü. Kafası Atina’ya getirilerek kendisinin yaptırdığı ve adının verildiği Zappeion olimpiyat merkezinin önündeki heykelinin altına konuldu. İlk yarışlar, Avrupa’nın ilgisini çekmese de Olimpia’da kazılar başladı. Zappas’ın hayalini, 20 yıl sonra 30 yaşındaki bir Fransız gerçekleştirecekti. 

1892 yılında Paris’te Pierre Coubertin adlı bir Baron, olimpiyatların ciddi anlamda yeniden oluşması için harekete geçti. Konferanslar düzenlendi, duyurular yapıldı. Sorbonne Üniversitesindeki toplantıya 2 bin kişi katıldı. Coubertin, kurulan olimpiyat komitesinin başına getirildi ve 1896 yılında modern anlamdaki ilk olimpiyatlar, Atina’da dokuz branş halinde yapıldı. Coubertin, ‘Modern Olimpiyat Oyunları’nın Kurucusu’ olarak spor tarihine geçti. 1894 yılında da Uluslararası Olimpiyat Komitesini kurdu. Osmanlı Devleti, 14 yıl sonra yani İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’de bu komiteye üye oldu. O yıl, dördüncü olimpiyat oyunları yapılıyordu. Olimpiyatların yapıldığı yer, Londra idi. Bazı kaynaklar 19, bazı kaynaklar ise 22 ülkenin bu olimpiyatlara katıldığını yazar. Osmanlı Devleti de olimpiyatlara katılan ülkeler arasında yer alıyordu. İlginçtir, Osmanlı Devleti’nin Londra’da temsil edilmesini sağlayan kişi de 1874 yılında, bugün Yunanistan’da kalan ve adı Larissa olarak değiştirilen Yenişehir ilçesinde doğdu. Adı, Selim Sırrı Tarcan idi. Galatasaray Lisesi’nde okurken jimnastik dersleri aldı. Bir süre Servet-i Fünun dergisinde spor bölümünü yönetti. O dönemde Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Juery aracılığıyla Pierre de Coubertin ile temas kurdu. Coubertin, Türkiye'nin de Uluslararası Olimpiyat Komitesine girmesini istiyordu. Selim Sırrı Bey, Coubertin’e, “Abdülhamit’in istibdat boyunduruğu altında Osmanlıların milli yeteneklerini gösteremeyeceklerini” yazdı. Ne var ki olimpiyatların 1392’ye kadar yüzyıllarca Atina yakınında yapılmış olması ve adının da Yunanca olup Tanrı Zeus adına yapıldığının düşünülmesi, Osmanlı devlet adamları tarafından olimpiyatlar Yunanlara özgü kabul edilmişti ve bu konuda tereddütlü davranıyorlardı. Çünkü 450 yıl kadar Osmanlı toprağı olan bölgenin ve Girit’in elimizden çıkmasının acısı henüz unutulmamıştı. Osmanlı askeri bulunmayan Teselya bölgesinin, Yunanistan tarafından işgal edilmesi ve Türklerin kuzeye sürülmesi ise kabul edilemiyordu. Kürek antrenörü Celil Gürsoy, 1907 yılında Coubertin’in İstanbul’u ziyaret ettiğini, Mühendishane-i Hümayun’da jimnastik ve eskrim öğretmenliği yapan Selim Sırrı Bey ile ünlü Tokatlıyan Oteli’nde buluşarak, Selim Sırrı Bey’den bir Olimpiyat Komitesi kurmasını rica ettiğini yazmıştır.  Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin 37. üyesi olarak yerini alan ve Asya kıtasının da ilk üyesi olan Selim Sırrı Bey, Londra olimpiyatlarına bir sporcu göndermeyi başarır. 18 Temmuz 1908 günü Sabah Gazetesinin yazdığı satırları okuyalım: “Londra’da olimpiyatlar. Kral, geçit töreniyle başlayan olimpiyatların açılışını yaptı. Aralarında Osmanlı müsabıkları da olup diğer heyetler gibi Osmanlı heyetinin önünde giden pehlivan da Osmanlı sancağını taşımakta idi. Elbiseleri kırmızı ve beyaz renkle kumaşlardan yapılmış idi.”
Osmanlı Devleti’nde Spor adlı kitapta da bu konuda şöyle yazılmaktadır: “Londra Olimpiyat oyunlarına giden heyet muhakkak ki Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa zamanında, onun isteği ve Sultan Abdülhamit’in izniyle gönderilmiştir.” Londra’ya giden Osmanlı sporcusu, Aleko Mulos idi. Galatasaray Lisesi öğrencisiydi ve Baron de Coubertin’e İstanbul’a gelişinde tercümanlık yapmıştı. Londra’da jimnastik dalında yarıştı ancak derece elde edemedi. 

Osmanlı Devleti, 1912 yılındaki olimpiyatlara yine Selim Sırrı Tarcan’ın çabalarıyla katılmıştı. Ancak masrafları sporcuların kendilerinin karşıladığı anlaşılıyor. Belki de o yıl Balkan Savaşı nedeniyle hazineden verilmesi sakıncalı görülmüş olabilir. Gazi Üniversitesi’nde bu konuda hazırlanan bir doktora tezinde şöyle yazıyor: “1912 Stockholm Olimpiyatları için gelen resmî davet üzerine, hükümet tarafından olimpiyatlara katılım için görevlendirilen Selim Sırrı Bey, olimpiyatlara katılmak isteyen sporculara İkdam ve Sabah gazetelerinden çağrı yapmış, Harbiye ve Bahriye nezaretlerine birer tezkere yazarak katılmak isteyen subayların isimlerini bildirmelerini rica etmişse de ‘Askerlik bakımından faydası olmayacağı için müsabakalara iştiraki lüzumsuz görüyoruz’ cevabını almıştır. Gazetelerdeki ilanlar üzerine Selim Sırrı Bey’e başvurarak kendi imkânları ile İsveç’e giden Vahram Haret Papazyan ve Mıgırdiç Mıgıryan, Osmanlı Milli Olimpiyat Cemiyeti tarafından resmi yollarla olimpiyatlara gönderilen ilk sporcular olmuştur. Mıgıryan sağ ve sol elle gülle atmada 7. olarak Olimpiyat Onur Kütüğüne adını yazdıran ilk ve son Osmanlı Devleti sporcusudur.” 
Selim Sırrı Bey de görevli olarak Stockholm’e gitmişti. Kendisinden başka olimpiyatlarla ilgilenen üst düzey birinin olmayışı, bu konudaki bilgilerimizin yetersiz oluşunun en büyük sebebidir. Ama Selim Sırrı Tarcan, hayatını spora ve olimpiyatlara adadı, Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin bu yarışlara katılmasının en önemli etkeni oldu. 
2 Eylül 1937’de Cenevre'deki bir parkta ölen Pierre de Coubertin Lozan'a gömüldü. Ancak vasiyetindeki dileği doğrultusunda kalbi, Olympia'ya götürüldü ve Olimpiyat Oyunları'nın canlanmasını anan bir dikilitaşın altına yerleştirildi.