1 milyon kişinin izlemek için başvurduğu olimpiyatlarda kuşkulu görülen 5 bin kişiye giriş izni verilmedi. 45 bin polis ile 10 bin askerin görevlendirildiği olimpiyatlarda, Ukraynalı ve İsrailli sporcuların korunmasına öncelik veriliyor. Paris’e giden olimpiyat kafilemiz, 18 dalda 102 sporcudan oluşuyor.

Şener Mete

Olimpiyat köyünde Türk kafilesi, Azerbaycanlı sporcularla aynı apartmanda kalacak. Hemen bitişiğinde ise Bosna Hersek takımı kalıyor. Kafile yalnızca sporculardan oluşmuyor. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ve Spor bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumdan görevliler ve gazeteciler de Paris’e gitti. Yunanistan’ın Olympia antik kentinden Nisan ayında yola çıkıp on bin kişinin elden ele ulaştırdığı Olimpiyat meşalesi olimpiyat stadında olimpiyat ateşini tutuşturacak. Olimpiyat ateşinin de simgelendiği olimpiyat logosu ise tema olarak eşitlik, barış ve suyu almış. 

26 Temmuz, çok büyük mali kaynak ve üst düzeyde organizasyon gerektiren etkinliklerin dünyadaki tüm ekranlara yansıyacağı günlerin başlangıcı… Türkiye’de de kamu yayıncısı TRT, 17 gün boyunca 32 branşta 10.500 sporcunun heyecan verici mücadelesini yansıtacak. Bu kadar büyük organizasyonun yayınını kesintisiz olarak vermek de çok büyük mali kaynak gerektirir. Oyunların ev sahibi ülkeye maliyetinin 8 milyar Euro olduğu düşünülecek olursa olimpiyatları takip edecek görevlilerin giderleri, olimpiyat komitesinin yayınına ödenecek ücretler ve uydu kirasının eklenmesiyle toplam maliyetin kaç milyon Euro olacağını bilanço çıkınca öğrenebiliriz. Ancak bu yayınların yapılması, kamu yayıncılığının gereklerindendir.

Dünyada 1930'ların başında televizyon, elektronik eşya olarak satılmaya başlandıktan sonra ilk kez 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları, Almanya'da televizyonlardan izlenmişti. Almanya’daki Münih Olimpiyatları ise TRT’de ilk yurtdışı ve uzun süreli yayın olarak naklen verilmişti. 1972 Münih Olimpiyat Oyunlarının, aynı anda tüm dünyaya yayınlanmış olması, Uluslararası yayıncılığın önemini gözler önüne sermişti. O yıl BBC ilk kez olimpiyat yayınıyla, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya televizyon yayıncılığını başlattı. Olimpiyatlar spor haberi kategorisinde olduğundan, bu günlerde haber ve spor bültenlerinde oldukça yer edinecektir.

Dünyanın en ünlü spor etkinliği, başlangıcı MÖ 776 olarak belirlenen, ama geçmişi büyük olasılıkla daha eskilere uzanan olimpiyat oyunlardır. Yunanistan’ın Olympia köyünde ilk kez yapılan oyunlara sonraları Olimpiyat adı verilmiştir. Zaten Yunan tarihinin de ilk olimpiyatlarla başladığı kabul edilir. Çünkü bu tarihten öncesine ilişkin belge yoktur. “Spor tarihçileri, MÖ 776 yılından MS 393’e kadar tam 292 defa tekrarlanan eski olimpiyatları, dünyadaki ilk büyük spor organizasyonu olarak kabul ederler.”  

Olimpiyatların başlama sebebi, adı din olmasa da kutsallıktır.  Kaynaklar Yunanların Kuvvet Tanrısı olarak bildikleri Zeus adına bu yarışmaların düzenlendiğini yazıyor. Yarışların düzenlendiği yer olan Olympia, Mora Yarımadasında kutsal olduğuna inanılan Olimpus dağının eteklerindedir. Burada o yıllarda çeşitli tanrı heykelleri varmış. Yarışanlar önce bu dağı ziyaret edermiş.

Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi’nde Dr. Şengül Dilek Ful’un anlatımına göre dağdaki altın ve fildişinden yapılma Zeus heykeli, 18 metre yüksekliğinde olduğundan, başı mabedin kubbesine dokunuyordu. Sağ elinde zafer sembolü, sol elinde de ucuna karakuş oturmuş bir sopa vardı. Yunanistan’ın her yerinden gelenler Zeus heykelinin çevresinde toplanır, barakalar kurar ve burada her türlü eşya ve yiyeceğin satıldığı panayır düzenlenirdi. Oyunlarda yalnızca erkekler yarışır ve erkekler seyredebilirdi. Çünkü yarışlar çıplak yapılırdı. Yunan olmayanlar yarışmalara katılamazdı. 211 metre uzunluğunda ve 32 metre genişliğindeki alanda yapılan yarışları, bir baş görevliyle yardımcıları yönetirdi. Atlı arabalar ise 770 metre uzunluğundaki pistte yarışırdı. Refik Ahmed Altınay, ‘Büyük Tarih-i Umumi’ adlı eserinde, Milâttan önce (708) yıllarına doğru olimpiyat oyunlarının; uzun atlama, koşma, disk atma, mızrak atma ve güreş olmak üzere beş dalda yapıldığını yazar. 

İlk olimpiyatlardaki oyunlar, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin internet sitesinde açıklanmıştır. Bu konuda şunlar yazılmaktadır: “Olimpiyatların felsefesinde, bariz bir şekilde Hitit ve Minos uygarlıklarının etkileri görülür. Girit Adası’ndaki MÖ XV. yüzyılda yapıldığı saptanan fresklerde, sağ ellerinde eldiven olan gençlerin boks yaptıkları görülür. Hititlerdeki, ‘Amaç Yenmektir’ prensibi de olimpiyatlar içinde yer almış olup, belgelerde sadece yarışmaları kazananların ismine rastlanırken, hiçbir yarışmada, yenilenlerin adı görülememiştir. Tarihçilerin üstüne basarak vurguladıkları başka bir husus, Olimpiyat programında yer alan sporların, yüzyıllardır yapıldığı ve bu sporların Yunanlar tarafından keşfedilmediği, Mezopotamya, Anadolu ve Ege yörelerinden geldiğidir. Olimpiyatlarda şampiyonluğa verilen önem, bugünkü anlayışımız ile değerlendirilemez. Eski Yunan’da toplumlar, taptıkları tanrıların, insanın tüm niteliklerini taşıdığına inanırdı. O inanışa göre, Olimpiyatlarda şampiyon olan bir sporcu, sanki bir yarı Tanrı gibi el üstünde tutulurdu.” Olimpiyatlarda kazanan sporcuların başına zeytin dalından taçlar takılırdı çünkü zeytin ağacı çok değerliydi ve Anadolu’dan getirilirdi. Bir olimpiyat şampiyonunun yanında, yendiği rakibinin adının dahi geçmemesi belki bu yüzdendir.

Olimpiyatlarda imparatorlar da yarışmıştır. Bir dönem Yunanistan’a hükmeden Makedonya Kralı Büyük İskender’in babası Kral II. Philip’in, üç olimpiyata katılıp üç ayrı spor dalında birinci olduğunu bilmek, olimpiyat şampiyonluğunun önemini anlamaya yetebilir. Hatta sporla hiç ilgisi olmayan, ancak kendisinin de tarihe Olimpiyat şampiyonu olarak geçmesini isteyen Roma İmparatoru Neron, MS 65 yılındaki olimpiyatlarda atlı araba yarışı düzenleyerek bu yarışmaya katılmış, rakipleri korkudan yarışamayınca, olimpiyat şampiyonu olmuştu. “Roma’nın Yunanistan’ı egemenliği altına aldığı MÖ 146’dan itibaren imparatorluk sınırları içindeki her vatandaşa oyunlara katılma hakkı tanındı. Roma’nın spora genelde ‘eğlence’ olarak bakması ise olimpiyatların kalite ve değerini azalttı denebilir.” Olimpiyatlar bir süre sonra önemini kaybetmeye başlar. Bunda, Roma’da gizli gizli yayılmaya başlayan Hristiyanlığın da etkisinin olduğu söylenebilir.  MS 260 yılında, olimpiyatları 360 yıl süre ile toplam 90 kez yapma hakkı, bugünkü Antakya yöresine bir belge ile verilir. Antakya’nın yakınındaki, o zamanki adı Daphne olan, Harbiye yöresinde yapılan spor şölenleri, bazı tarihçilerce Olimpiyatların devamı olarak görülmektedir. Bu ilginç konuyla ilgili olarak Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinin ağ ortamında şunlar yazıyor: “Tarihçiler, Daphne’de MÖ II. yüzyılda dahi bir büyük stadyum olduğunu yazarlar. Fakat burada yapılan ve ‘Olimpiyatlar’ diye anılan organizasyon, Roma imparatorları tarafından çeşitli yıllarda değişik nedenlerle durdurulmuştur. Bazı yıllarda asi bir generali desteklediğinden oyunların yapılması men edilmiş, bazen yöredeki zenginlerin yardımı ile yaşayan bu organizasyon, parasal destek kesilince durma noktasına girmiştir. Oyunların yasaklanmasıyla yörenin ekonomik bunalıma girdiği, Constantinopolis’deki Roma İmparatoru’na bildirilmiş, turist ve seyircinin azalmasının ekonomik kriz yarattığına inanılmış ve oyunların devamı için izin vermişlerdir. Antakya’daki Olimpiyatların her dört yılda bir, 45 günlük süre içinde temmuz ve ağustos aylarında yapıldığı belirtilmiştir.”

Roma İmparatorları Hristiyanlığı kabul ettikten sonra, olimpiyatlara ilgi azaldı. Katolik Kilisesi’nin ‘şeytan işi’ olarak görüp yasakladığı spor, yalnızca şövalyelerin uğraşı olarak kaldı. 395 yılında Bizans Kralı Theodosius, geçmişten gelen tüm Pagan adet, inanış ve tapınaklarının kaldırılmasını ve Paganlığa dayandığını düşündüğü olimpiyatların yasaklanmasını emretti. Yunanistan’daki putların büyük bölümü kırılıp yok edildi. Aynı yıl, Olimpia’nın Gotlar tarafından yıkıldığı da kaynaklarda belirtilmektedir. Bu noktada, yazar Atıf Kahraman’a kulak verelim: “Batı medeniyeti, çok şükür ki Olympia’nın yok edilişi için Türkler yaptı diyemiyor. Diyemezler, çünkü Gotların yaptıklarını kendi tarihleri yazıyor, çünkü gizlice yaptıkları kazılardan kaçırdıkları heykeller, halâ müzelerinde sergilenmektedir.”