Yusuf KANLI
İlkeler, değerler, mütekabiliyet, karşılıklılık ve resmen şantaj. Gerek İsveç’in NATO üyeliği, gerekse de Türkiye NATO, daha doğrusu Türkiye-AB ilişkileri anl...
Yusuf KANLI
İlkeler, değerler, mütekabiliyet, karşılıklılık ve resmen şantaj. Gerek İsveç’in NATO üyeliği, gerekse de Türkiye NATO, daha doğrusu Türkiye-AB ilişkileri anlatılırken kullanma durumunda kalınan kelimeler. Durumun ne kadar karışık ve belki de içinden çıkılmaz duruma geldiği bu kelimelerden de belli.
Durum net aslında. Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini onamak için özellikle İsveç’in “müttefiklik ruhunu” sergilemesi, Türkiye’nin terörizm endişelerini anlaması, gerek Fethullah örgütüne gerekse de PKK’ya karşı her türlü destekten uzak durmalarını, anti-terör yasalar yapmalarını, bu arada “terörist” ya da “terör örgütü üyesi” olduğunu iddia ettiği bazı kişilerin Türkiye’ye iade edilmelerini “evet” diyebilmesinin ön şartı koşmaktadır.
İSVEÇ VE FİNLANDİYA TEK PAKETTE
Finlandiya açısından “hayır” oyu gerektirecek büyüklükte bir sorun görmese de Ankara, iki ülkenin “tek paket” olarak NATO’ya alınmaları istendiğinden o ülkenin üyeliği de sorunlu duruma gelmektedir. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu son açıklamalarında iki ülkenin NATO üyelikleri ayrılırsa Türkiye’nin Finlandiya’nın NATO üyeliğine itiraz etmeyeceği mesajını vurguladı. İsveç ise Finlandiya’nın ayrı üyelik talep edecek kadar sabırsız olmadığını savunmakta.
Öte yandan, ABD aba altından sopa göstererek, resmen Ankara’ya “karşılıklılık” ilkesinin söz konusu olmadığını, Ankara’nın F-16 talepleriyle İsveç’in NATO üyeliği bağlantısı olmadığı bildirilirken, diğer yandan basına ve hatta Kongre’de yapılan yorumlarda Türkiye’nin İsveç’e karşı çıkmasının ortak ittifak savunmasına önem vermediği, savunma zafiyeti doğuracak bir gelişme olduğu dolayısıyla F-16 satılmasının desteklenmeyeceği mesajları veriliyor.
“FRENEMY” DURUMU ENDİŞE VERİCİ
S400 ve F-35 krizinin de açıkça gösterdiği gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP ile MHP’nin Cumhur Koalisyonu hükümeti ABD ve Batı açısından artık makbul değiller. Türkiye’nin jeopolitik önemi, NATO üyeliği ve Ukrayna krizindeki özel durumu nedeniyle “tahammül” edilmeye çalışılsa da çeşitli ekonomik savaş unsurunun Türkiye aleyhine kullanılması, cevaplanamayan hakaretlerle dolu mektup yazılması bir anlamda Türkiye’nin ABD ve Batı açısından artık “Frenemy” yani “Dost görünümlü düşman” halinde algılandığını gösteriyor. Maalesef Kongre’de Türkiye karşıtı temsilciler ve senatörler hep bu tanıma vurgu yapıyorlar Türkiye’den bahsedilirken. Bu durum elbette ciddi endişe kaynağı olmak durumunda.
OTOKRASİ VS DEMOKRASİ
“Ben yaptım oldu” mantalitesiyle hareket etmeye alışmış, denge ve denetlemeden yoksun Türkiye mevcut yönetimiyle süper güç sarhoşluğundaki ABD’nin “ya benim istediğim ya da kahrol” mantalitesi belki bir şekilde kapılar arkasında, fiyatı yüksek de olsa, çeşitli yakın örneklerde gördüğümüz, yaşadığımız gibi uzlaşı geliştirmeleri oldukça mümkün. Ancak hukukun üstünlüğü, özgürlükler, demokrasi temelli değerler ve normlara sahip Avrupa ülkelerinde “man dakka dukka” mantığı, ya da “verirsen veririm” yaklaşımı, hatta bir zamanlar çok akıllı olmadığı kabul edilen oğul Bush’un yorumuyla “at pazarlığı” içine girmek, sonuç getirmeyebilir.
Mesela örgüt üyeliği, suç döküm ve kanıtlar sunulmadan bir şahsın sadece iddialara dayalı olarak Türkiye’ye iadesi bırakın İsveç’i hukukun üstünlüğü iddiasındaki hiçbir demokrasi ülkesi tarafından kabulü mümkün değildir. “Ben suçlu dedim öyleyse suçludur” yaklaşımını çok seven arkadaşlar, “iade talebinin işleme girmesi ancak kanıtlara dayalı düzgün bir dosya verilmesiyle mümkündür” denildiğinde, maalesef gözüne ışık tutulmuş tavşana dönmek yerine, kırmızı pelerin görmüş boğaya dönmektedirler.
ORTAK AİHM BAŞVURUSU OLABİLİR Mİ?
Elbette İslam’ın kutlu kitabının bir kopyası yakılmasını kabul etmek, ifade özgürlüğünün kullanımı olarak kabul etmek mümkün değildir. İsveç üst yargısının benze bir durumun cezalandırma nedeni sayılmasını iptal ederek ifade özgürlüğü kararı vermesi İsveç polisinin elini kolunu bağladığını da görmek gerekir. Belki en iyisi İsveç hükümetinin Türkiye ile birlikte bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürmeleri olacaktır. Yoksa İsveç, Danimarka yarın Allah bilir hangi Avrupa ülkesinde bu hassa konu marjinaller tarafından hem kendi hükümetlerine sorun hem de Türkiye’ye saldırı aracı olarak kullanılmaya başlanılacaktır.
İTİBAR, İNANILIRLIK KRİZİ
Nerede durduğu, ne kadar sadık bir müttefik olduğu çeşitli yanlış politikalarla ciddi şüphe uyandıran bir ülke haline gelmek Türkiye açısından ciddi bir itibar, inanılırlık ve öngörü sıkıntısıdır. Uluslararası antlaşmalara aykırı olarak 20’ye yakın ada ve adacığın işgaline, onlarca adaya askeri birlik konuşlanması hatta havaalanı açılmasına yıllarca sessiz kalıp sonra kabadayı edasıyla “bir gece ansızın gelebilirim” diye ortaya çıkmak, herhalde diplomatik bir mesaj değil, açık bir tehdit deklarasyonudur.
Öte yandan kendi çıkarı söz konusu olduğunda kendi terör listesinde olmasına ve Türkiye ile müttefik anlaşmasına rağmen “en büyük” müttefikin ve diğer küçük Avrupalı ortakların terörist unsurları eğitmeleri ve donatmaları kabul edilebilecek bir durum mudur?
UKRAYNA SAVAŞI YAYILABİLİR
Öte yandan Ukrayna’ya tank ve tank kurtarıcı gönderme kararlarıyla Almanya ve ABD hükümetleri düşük yoğunluklu olarak devam etmekte olan 3. Dünya Savaşının yayılmasının tetiğini çekmiş olabilirler. Birçok analist şimdiden Mart gibi savaşın Ukrayna topraklarından dışa yayılabileceği yorumunda bulunmaktadırlar.
İpte iki cambaz gibi gerginlik siyasetiyle devam etmek, karşılıklı suçlamalar ne ittifak çıkarlarına ne de ayrı ayrı taraflara katkı verecektir.