Utku ŞENSOY Öyle ya da böyle seçim sathı mealine girdik, “olağanüstü” bir durum olmazsa en geç 18 ay içinde sandık başında olacağız. Bu bazı çevreleri umutlandırırken bazıları için...

Utku ŞENSOY Öyle ya da böyle seçim sathı mealine girdik, “olağanüstü” bir durum olmazsa en geç 18 ay içinde sandık başında olacağız. Bu bazı çevreleri umutlandırırken bazıları için pek de keyifli bir durum değil. Demokrasi şöleniyle karşılamamız gereken sandık dönemleri ne hikmetse ülkemizde bazı çevreler tarafından “kaotik ortamlar” olarak sunulmaya çalışıldığından, çoğu zaman “birlik ve beraberliği” tehdit eden görünmez “dış güçler” algısıyla topluma sunulur. Bu seçim döneminde hedef tahtasının orta yerinde ise sosyal medya var. Demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde ve Anayasa’nın 34’ncü maddesi uyarınca, (“herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”) sokaklarda gösteri yürüyüşü düzenleyenlere, ya da yazılı görsel basın yoluyla farklı görüşleri dile getirip, yazıp çizip aykırı ses çıkarmalarına hak tanımadığımız gibi, hoşgörülü olmayı da bir türlü beceremedik. Bu tür eylemleri anayasal haklar çerçevesinde göremedik. 1808’de ilan edilen “Sened-i İttifak” ile başlayıp günümüze kadar devam eden iki asırdan fazla anayasal sürecimiz bir yana, Sultan Abdülmecit döneminde 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanan “Tanzimat Fermanından” buyana geçirdiğimiz 182 yıla rağmen, demokrasi ve siyasi hoşgörüyü yeterince kavrayamadık. Demokratik hak ve özgürlüklere, farklı görüşlerin temsilcisi siyasi oluşumlara, sivil toplum örgütlerine hoşgörü penceresinden bakmayı bir türlü beceremedik. Hoşgörüyü sadece söylem olarak dilimize pelesenk ettik, özde değişen hiç bir şey olmadı. SWAP… Günümüzde anayasal hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi bir yana, mesaj ve görüşmelerin uçtan uca şifreli olduğu sosyal medya ağlarındaki sohbet ve paylaşımları zapturapt altına alabilmenin ince hesapları bile gündeme gelebiliyor. 21’nci yüzyılda ışık hızında gerçekleşen veri aktarımı ve bilgi paylaşımı düzeninde bu tür “antidemokratik uygulamalar” ise uygar dünyada asla kabul edilmiyor, aksine bu yola tevessül eden yönetimler bir şekilde dışlanıp yalnızlaştırılıyor, ekonomik müeyyidelere maruz bırakılıyor. Bu tür tahammülsüzlük örneği sergileyen ülke yönetimleri antidemokratik sınıfına itilip, uygar dünyadan tecrit ediliyor. Bu durumun yaşandığı ülkelerden sıcak para kaçıyor, uygar dünyada yüzde 1-2 faizle el değiştiren paraya yüzde onun üzerindeki rakamlar gözden çıkarılsa da ulaşılamıyor. Buna çare olarak bulunan Swap (takas) yoluyla ödünç para girdilerine ise çifte kavrulmuş yüksek faizler ödemek kaçınılmaz oluyor. [caption id="attachment_230430" align="alignright" width="275"] Adam Smith Ulusların Zenginliği[/caption] EKONOMİDE YENİ KURAM! Ekonomi, kabaca insanoğlunun tüm ihtiyaçlarını karşılamak için “üretim, ticaret, dağıtım, tüketim, ithalat ve ihracattan” oluşan her türlü faaliyeti içeren çok kapsamlı etkinliğe verilen genel tanımlamadır. Ekonomi sözcüğünün kökeni, Yunanca ev (oikia) ve kural (nomos) köklerinden geldiği, "ev yönetimi" anlamında olduğu ifade edilir. Ekonominin çekirdeğini oluşturan üç öge, “tüketim/ tasarruf /yatırım” pazarın dengesini belirleyen ana unsurlardır. Nasıl ki tasarruf olmadan aşırı borçlanmayla yapılan hesapsız yatırımlar ailelerin bütçelerini sarsıp alt üst ederse, yatırım olmadan tüketime dayalı bir ekonomiyle de ülkeler uzun süre ayakta duramaz, sürdürülebilir bir ekonomiye kavuşamaz. Modern ekonominin ya da "kapitalizmin babası" İskoç filozof Adam SMİTH (1723–1790), 1776' da yazdığı “Ulusların Zenginliği” (Wealth of Nations) kitabında dile getirdiği “Görünmez el” teorisiyle, serbest piyasa ekonomisinin de temellerini atmış oldu. Makroekonomiyi bulan John Maynard KEYNES, (1883–1946) miktar teorisini bulan Irving FİSHER, (1867–1947) arz talep denklemini inceleyen Alfred MARSHALL, (1842–1924) ve monetarizmin öncüsü Nobel ödüllü iktisatçı Milton FRİEDMAN, (1912–2006) dünya ekonomisine damgasını vuran kural ve kuramları ortaya koyan diğer önemli ekonomistlerdir. Ülkeler mevcut kuramların ötesinde, bu ve benzeri büyük iktisatçıların, ekonomistlerin gösterdiği yolların dışında yeni macera arayışlarına girerse, hassas dengelerle sürdürülmesi gereken ekonomi çöker, piyasalarda kangren oluşur, kanayan yaraya hiçbir pansuman çare olmaz, bu kez sıkıntı daha da büyüyüp katmerli olur. AKSAÇLI AKSAKALLILAR Ekonominin can sıkıcı katı kurallarını bir kenara bırakıp yeniden seçimler öncesi uluslararası ekonomik düzenin olmazsa olmazı hak ve özgürlükler konumuza dönelim. Önümüzdeki seçimlere damgasını vuracak iki başat konunun ilki hak ve özgürlükler, ikincisi de genç nesil. Orantısız zeka kullanma yeteneğine sahip iletişim çağının genç nesillerini hemen hepimiz evlatlarımızdan, yakın çevremizden biliriz. Bazı çevrelerin “apolitik nesil” suçlamalarına karşın, önlerine set çekilmesini asla kabul etmeyen bu genç ve kendi dinamiği olan nesil, aralarındaki iletişimi bir şekilde sürdürüp ülkede olup bitenden haberdar olduğundan hiç şüpheniz olmasın. Bu nesli hafife alan, onların taleplerine kulak asmayan siyasi hareketler er ya da geç tarihin karanlığına gömülmeye mahkumdur. Belki bugün ülkemizde “tecrübe” paravanı kullanılarak ak saçlı, aksakallılar karar merciindedir ama çok yakın bir gelecekte iyi yetişmiş bu genç neslin uygar batıda olduğu gibi karar mekanizmaları içinde dizginleri eline aldığına tanık olacağız. Altında “scooter”, kaykay ya da şarjlı bisikleti, üzerinde tişörtüyle “cool” takılan bu nesil, klasik “lacilerle” ortalıkta dolanan çağdışı, köhnemiş “ağır abilerin” yerini alacağından kuşkunuz olmasın. Şüphesiz devlette liyakat önemlidir, bilgi-birikim-tecrübeye sonsuz saygımız var ama değişen dünya şartlarında her biri G20 üyesi ülkelerin birçoğundan çok daha güçlü olan, uluslararası piyasalara ve dünyaya yön veren dev şirketlerin “CIO” su ya da en kritik görevlerinde bu “yeni yetmelerin” olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Kadrolarını, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın bu nesillerle güncelleyemeyen siyasi oluşumlar ise er ya da geç “ERROR” verecektir!