Değişen dünya koşullarında, Türkiye kısa ve orta vadeli planlar yapıp bu kez doğru pozisyonlar almalı. Zira daha önce Suriye ve Mısır politikalarında yapılan hatalar en az 10 yıllık bir gecikmeye ve bölgede güç kaybetmemize neden oldu.
Utku Şensoy
Bu kez Türkiye’nin gelişmeleri daha aklıselim içerisinde okumaya başladığını görüyoruz. Bunun iki somut örneğini önce geçtiğimiz şubat ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır’a gerçekleştirdiği resmi ziyarette Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ile bir araya gelmesinde, ardından Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta sonu, Türkiye'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a iki komşu ülke arasındaki ilişkilerin yeniden başlamasına yönelik olası görüşmeler için, “Davetimiz her an olabilir” şeklindeki sözlerinde gördük.
Bu adımlar sadece bölgesel barış ve istikrar için değil, Türkiye’nin bölgede elini güçlendirmesi için son derece önemlidir. Keza Ankara-Şam arasında sağlıklı ilişkilerin yeniden yaşama geçirilmesi, Moskova ile olan hassas dengelerin rayına oturmasına olanak sağlayacaktır. Zira 2015’den beri güçlü bir şekilde Suriye’de varlığını gösteren Rusya ile bölgede gerek cihad unsurlarının temizlenmesi gerekse Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması, ilk etapta Ankara-Moskova ve Şam’ın ortak paydada anlaşabileceği konu başlıkları olarak düşünülebilir. Bu üç başkentin ortak hareketiyle ABD’nin güdümünde bölgede YPG/PYD unsurlarının özerkleşme ya da devletleşme hedefleri önlenebilir. Bu denklemde dördüncü başkent Tahran’ı da göz ardı etmemek, bu bağlamda Türkiye-İran ilişkilerini de özellikle seçimlerin ardından reformist Pezeşkiyan’la başlayacak yeni dönemde olabildiğince güçlü tutmak gerekir. Reform yanlısı İran halkının desteğini arkasına alan Türk asıllı lider, ülke ekonomisine büyük zarar veren yaptırımların ortadan kaldırılması için, “Batı ile beyaz bir sayfa açma” hazırlığında olması bekleniyor. İran’ın yeni döneminde Ankara’nın desteğine her zamankinden fazla ihtiyacı olacak.
Sonuç olarak, Batı ile entegrasyon yolunda ilerleme kaydedebilecek bir İran, toprak bütünlüğü sağlanmış bir Suriye, akabinde yaşanacak normalleşme sürecinde güney komşumuzun yeniden inşası, yıllardır ağır bir yük haline gelen milyonlarca mültecinin ülkelerine dönmesi ve Moskova ile birlikte bölgede terörist unsurlardan temizlenme hareketine başlanması başta Türkiye olmak üzere bölgede kalıcı istikrar açısından son derece yaşamsaldır. Önümüze yeni fırsatlar sunan bu yeni dönemi umarız bu kez ıskalamayız.
Tarım reformu
Ülkemizdeki ekonomik sıkıntılar malum. Çalışanın, emeklinin, dar gelirlinin geçim sıkıntıları tahammül sınırlarını zorlamaya başladığı bu dönemde bölgede yaşanacak normalleşme, Suriye ve İran’ın yeniden uluslararası sisteme entegre olma yolundaki adımları aslında ekonomimize de rahat bir nefes aldırtıp sırtımızdaki mülteci yükünden de kurtulmamıza fırsat sağlayabilir. Ankara’nın gayretleri, Moskova’nın desteğiyle gerçekleşecek bu hedefin yaşama geçmesinin ardından önümüzde bir başka yaşamsal sorun daha var. O da hatalı politikalar sonucu çöken yerli tarımımızın yeniden ayağa kaldırılması.
“Bir zamanlar iğneden ipliğe her şeyi ithal ediyorduk”, ya da “70 Sente muhtaçtık” diye eski dönemler eleştirileceğine günümüzde yapılan hatalı politikalar, yanlış hesaplamalar yüzünden on yıllardır ülkemizde yetişen tüm ürünleri neden ithal eder hale geldik bunun sorgulanması gerekir. Yeni dünya düzeninde kendine yeterlilik ve temel gıdayı dışarıya muhtaç olmadan yetiştirebilmek önem kazanıyor. Hal böyleyken, patatesten soğana, kırmızı mercimekten, nohuda, bademe, karpuza hatta zeytine kadar onlarca ürünün ithalatı için milyarlarca dolar ödediğimizin farkında mıyız? Rusya’dan Çin’e, Brezilya’dan Bulgaristan’a, Gana’ya kadar onlarca ülkeden gıda ithalatı yapar haline geldiğimizi görebiliyor muyuz? İthal edilen tüm bu ürünlerin fazla değil 15-20 yıl öncesine kadar ülkemizde son derece verimli bir şekilde yetiştirdiğimizi unuttuk mu?
Artık silkelenip kendimize gelmenin vakti. Nitelikli, ayakları yere basan bir tarım politikası çerçevesinde üreticimize geniş olanaklar sağlanıp, büyük ölçekli mazot indirim desteği ve gereken her tür sübvansiyonları da içeren kapsamlı bir tarım reformunun gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. Böylece ithalatın ve bundan nemalananların önüne set çekebilir, küstürülen üretici ve çiftçimizin yüzü yeniden güldürerek dünyanın dört bir yanından gelen ne olduğu belirsiz çoğunun nasıl sulandığını bilmediğimiz hibrit belki de genetiğiyle oynanmış ürünlerin yurttaşımızın sofralarına kadar gelmesi önlenebilir. Sağlıklı nesiller yetiştirebilmenin en önemli ayaklarından biri verimli Anadolu topraklarında kendi ata tohumlarımızla yapacağımız üretimdir. Keza hayvancılıkta yoncadan samana, karkas ete varan ithalatın durdurulup, kendi büyük ve küçük baş hayvanlarımızla yeniden sağlıklı ve dar gelirliye kadar tüm halkımızın rahatlıkla ulaşabileceği ürünlere kavuşabilmek milli hedeflerimizin başında olmalı. Yurttaşımızın et, süt, yumurta başta olmak üzere sağlıklı ve uygun fiyatta gıda ürünlerine ulaşabilmesi yaşamsaldır. Ancak bu şekilde hastanelerdeki kuyrukların önüne geçilmesi, kanser vakalarının azalması ve SGK sisteminin üzerindeki yükün hafiflemesi sağlanabilir.
Eğer yerli ve milli hedeflerden söz ediliyorsa öncelikli olarak tarımda yerli patates soğandan, hayvancılıkta Anadolu’muzun milli büyük ve küçük baş hayvanından başlanmalı.