Her bayramda olduğu gibi ne yazık ki bu son bayramda da yazılı ve görsel basında benzer başlıklar gördük: “Bayramın acı bilançosu: İlk 7 günde 62 kişi hayatını kaybetti, 8 bin 690 kişi yaralandı.”

Utku Şensoy

Resmi verilere göre Türkiye genelinde bayram tatilinin sadece 6’ncı gününde 668 trafik kazası yaşandı, bu kazalarda bin 133 kişi yaralanırken, 13 kişi yaşamını yitirdi! Dikkatsizlik, hatalı sollama, hız limitlerine riayet etmeden gereksiz hız yapma, kurallara uymama, sonuç felaket.
Trafik kazalarında yaşamını yitirenler, yaralananlar, yaşam boyu sakat kalanlar işin acı boyutu. Bir başka boyutu ise görece daha küçük hasarlı kazalarda ya da hasarların olmadığı durumlarda bile trafikte yol verme, önüne geçme, selektör yapma gibi incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden dolayı yaşanan tartışma ya da kavgalar… Aşırı egodan kaynaklanan, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun”, “Önüne baksana”, “Ne biçim araba kullanıyorsun”, “Babanın tarlasında mısın” ile başlayıp “Sinkaflı” küfürleşmeye gidip, araçların zulasındaki “Haydarların” çekilip karşılıklı darp hareketlerine hatta silah çekip adam vurmaya kadar varan olaylar artık yurdumuzda sıradan trafik kavgaları olarak değerlendirilmeye başlandı. 

Trafik Kazaları Kadar Trafikteki Tartışma Ve Kavgalar Da Dikkat ÇekiyorBir anlık öfke ile araçlardan inilip kavgaya tutuşmak, rakip olarak gördüğü diğer araçtaki kişi ya da kişilere güç kullanarak üstünlük sağlama çabaları çoğu zaman yıllar sürebilecek derin izler bırakan travmalara yol açabiliyor. İşte onlardan bir alıntı son günlerde sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Kanımızca son derece çarpıcı olan bu alıntıyı sokakta yürüyen, bisiklete binen, toplu taşım araçlarında ve direksiyon başında olan herkesin dikkatle okuyup dikkate alması gereken bir yazı;

Öfkesini kontrol edememe sonucu cezaevinde geçen 13 yıl

Trafikte selektör yapma kavgası yüzünden girdiği cezaevinden 13 yıl sonra tahliye olmuş biri anlatıyor. 2008 yılında selektör yapma tartışması üzerine durup karşılıklı küfürleşiyorlar. Karşı taraf ince bir sopayla inince, bu vatandaş da keserle araçtan iniyor ve bir anlık sinirle keseri vurması sonucu karşı taraf 8 saat sonra vefat ediyor. Ölüme sebep olan kişi şimdi şunları anlatıyor;

"O an münakaşaya girmek için hevesli davranmayıp yoluma gitseydim ve 2 ay sonra birisi bana; 'sen bundan iki ay önce trafikte böyle bir tartışma yaşamışsın' deseydi inanın belki de hatırlamazdım bile. Ama böylesine gereksiz bir mesele yüzünden, bir anlık sinirle 13 senem dört duvar arasında geçti, ömrüm bitti ve ölümüne sebep olduğum insanın ailesi de dağıldı gitti. O gün, o olaydan iki saat önce anaokuluna bıraktığım oğlum şimdi üniversiteye gidiyor ve ben onun en güzel zamanlarında, en çok yanında olmam gereken zamanlarda bir anlık öfke sebebiyle kapalı duvarlar arasında yıllarımı boş yere heba ettim. Çalışmak zorunda kalan eşimin yeterli tahsili olmadığı için hep düşük maaşlı işlerde çalıştı ve ben eşimle çocuğumu sefalete mahkûm ettim. Şu anda da halâ ekonomik çöküntüdeyiz ve iş de bulamıyorum."
Alıntının bu kısmı aynen böyle. Ne kadar da içler acısı büyük bir dram değil mi? Bir anlık öfke sonucu, araçtan inmeleriyle başlayan olaylar zinciri, ölenin de öldürenin de ailelerinin büyük acılara ve çaresizliklere yol açan trajik yaşam öykülerini tetiklemiş. 

Başta Karadeniz ve Doğu Anadolu olmak üzere, Anadolu insanının tamamında öfke kontrolü sorununun olduğu aşikar. Hemen hepimiz bir anda köpürüp taşabiliyoruz. 1980’li yılların başından Galatasaray Voleybol takımı Güney Fransa’ya geldiğinde, çoğu benim gibi Fenerbahçeli seyirci maç boyu taciz ettiğimiz, takımına galibiyet getiren Fransız milli voleybolcuyu rahmetli Başkonsolos vekilimizle Dışişleri çalışanları olarak ve birkaç vatandaşla birlikte kuliste sıkıştırıp dövmeye kalktık. Ancak 2 metrelik siyahi sporcu bir iki takım arkadaşının desteğini de alınca biz onların yanında pigmeler gibi kaldık, kendilerini iyi savundular da olay birkaç tekme ve küfürle sınırlı kalıp uluslararası vaziyet almadan kapanmıştı. Tabii ki de doğru olan bu değildi, sakin kalmamız, kontrolü elden bırakmamamız lazımdı. Sonuçta bu bir spor müsabakası, yenmek de var yenilmek de. Direksiyon başına geçtiğinizde halk olarak hemen hepimizin içinden bir canavar çıkıyor. İşte o canavarı dizginlemeyi öğrenmeli, başkalarının kusurlarını görmezden gelip, kendi kusurlarımızı kabullenip, “Haklısın kardeşim” diyebilmeyi, özür dilemeyi öğrenmeliyiz. 

Özgürlüğünüze mal olacak her şeyden uzak durmalıyız. Bir kötülük görmüş iseniz hukuki yolları tercih edelim. 13 yıl yatan kişinin sözleriyle, “Şu üç günlük ömrü bir de demir parmaklıklar arkasına sığdırmayın. Bırakın hatayı kim yaparsa yapsın. Sizin dövmenizle bilin ki trafik kültürü asla düzelmeyecek. Mesele dayak atmak, ya da kavgadan korkmak meselesi değil. Haklı ve güçlü de olsanız sonu hüsran olabiliyor. Trafikte her gün kavga edebilirsiniz, belki adam da dövebilirsiniz, fakat bir gün belki de ölen taraf siz olabilirsiniz. Trafik de kimseyle kavga etmeyin. “Değer mi?” diye sorun önce kendinize. Değmez çünkü... Evinizden içeri girdiğinizde evladınıza, annenize, babanıza, eşinize özgürce sarılmanın verdiği keyif ya da halâ yaşıyor olmanın güzelliği, trafikte veya başka bir tartışmada haklı olmaktan çok daha keyiflidir, buna inanın.”  

Bernard Shaw’ın, “İnsanın yetişme düzeyi kavga ederken gösterdiği davranışla ölçülür" sözlerinden hareket ederek, çoğumuzun aile içinde başlayıp ana okul ve sonraki eğitimlerimizde yetişme sorunu olduğu bir gerçek. Öyleyse bu eksikliğimizin farkında olup kendimizi dizginlemeyi, eğer kendimizi için yapamıyorsak ailelerimiz ve sevdiklerimiz için öğrenmeliyiz.