“Bir daha editörlük yapmak istemiyorum, midem bulanıyor artık.” Genç bir gazeteci çalışma koşullarından ve yaptığı işten şikayet ederken söyledi bu sözleri. Yaklaşık 3 senedir çeşitli kurumlarda çalışmıştı. Görevi “kopyala-yapıştır” yapmaktı. Son yıllarda onlarca internet sitesinde yüzlerce genç gazeteciye söylendiği gibi ona da “editör” olduğu söylenmişti. Editör…
Gökhan Bulut
Dijitalleşmenin gazeteciliğe etkisi çoğu zaman yalnızca avantajlarıyla dile getiriliyor. Meslekteki dönüşüm oldukça fazla ele alınıyor olsa da hala gizli kalmış veya konuşulmayan tarafları çok. Bunlardan biri de bu “editörlük” meselesi.
Gazetecilikte editörlük mekanizması ve dolayısıyla da editör oldukça önemli ve etkilidir. Editörler muhabirlerin hazırladığı haberlerin üzerinde söz hakkı olan, gerek biçim gerek içerik gerekse nitelikle ilgili kanaat kullanabilen ve haberlere müdahale yetkisi bulunan kimselerdir. Başlıkları değiştirebilir, haberi kısaltabilir, muhabirden haberin tekrar hazırlanmasını isteyebilirler. Yaptıkları iş, yazı işleri sürecinin ve editöryal zincirin kritik bir parçasıdır. Bunları yapabilmek meslekte belli bir deneyimin üzerinde olmayı gerektirir hatta buna işaret eder. En azından son yıllara kadar öyleydi.
Bugünlerde ise başka kurumlarda başka gazeteciler tarafından üretilmiş haberlerin ve “çok tıklanan içeriklerin” kopyalanarak (ctrl+c) internet sitelerine yapıştırılması (ctrl+v) işlemini (veya buna benzer şekilde, görüntüleri işleme işini) yürütenlere de editör deniyor. Yaptıkları iş üzerinde ne bir denetimleri var ne de bu iş (sahip oldukları ama kullanmaları talep edilmeyen) bir vasıf gerektiriyor. Onlardan fikri değil bedensel bir iş isteniyor. İş ilanlarında aranan “çok becerikli gazeteciler” genelde “editör” olarak çalışıyor. Bu editörlerin hemen hepsi üniversiteden yeni mezun hatta hala öğrenci olan çok genç gazeteciler. Mesleğe başlayabilmek ve çok düşük de olsa bir gelir elde edebilmek için bu koşullarda çalışmayı kabul etmek zorunda bırakılıyorlar. Kısa zamanda çok sayıda işte çalışılmış ama mesleğin gerçek deneyimi kazanılamamış halde, gölgeli ve süreğen bir işsizlikle geçen yıllar… Piyasa tanrısının kendisine sunulmasını istediği, kişinin sömürülme kapasitesini gösteren renkli ve şiş(irilmiş)kin cv’ler…
Editör başta olmak üzere verilen bu tür çeşitli unvanlar (pozisyonlar) işverenin çalışana sunduğu ve işsizlik oranına güvenerek dayattığı ucuz işgücü konumları aslında. Üstelik yapay zekanın yazılımlara entegre edilmesiyle birlikte süreçteki varlıkları dolayısıyla da istihdamları tehdit altında.
Bu iki editör(lük) tipi arasındaki fark ortadayken ikincisindeki “teknik operatörlük” işine “editör” denmesinin nedenlerini ve sonuçlarını düşünmek, temel düzeyde de olsa bazı çıkarımlar yapmak gerekiyor:
- Bu isimlendirme aslında gazetecilikte haber üretim sürecinin derinliğini, deneyimin değerini, editöryal zincirin önemini hiçleştiriyor.
- Gazeteciliğin sahip olduğu birikim ve (bir kısmı tartışmalı da olsa) ilkeler istismar ediliyor.
- Böylesi önemli bir görevle isimlendirilen ama kendilerinden yalınca “kopyala-yapıştır” yapmaları istenen genç gazetecilerin meslek algısı ve arzusuna zarar veriliyor.
- Haberin ve haberciliğin niteliksizleşmesi pekiştiriliyor.
- Çok uzun saatler boyunca ve güvencesiz çalıştırılan genç gazetecilerin emeğinin sömürülmesi bu isimle perdeleniyor.
Özetle, dijital gazetecilik alanında görülen ve bir kısmı artık çözümsüzlüğe doğru giden sorunlar gizlenirken yine gazetecilik birikimi ve terminolojisi kullanılıyor. Dijitalleşme ve sermaye mantığının bileşimi gazeteciliği çeşitli boyutlarıyla erozyona uğratırken yine onun araçlarını kullanıyor. Buna izin verilmemeli, bu tür sızmalara karşı dikkatli olunmalı.
“Yaptığımız şey gazetecilik falan değil. Yapmak istediğimizde de izin vermiyorlar. Hatta artık takla bile attırmıyorum, iyice kopyala-yapıştır’a döndü iş.” Bu sözler de başka bir genç gazeteciden. Son üç senedir çalıştığı kurumdan istifa etti. İlk senesi sigortasız ikinci senesi asgari ücretle, son senesi geciken maaşlar ve sürekli mobbing ile geçti. O da “editör” idi.
“Editör demeyelim de ne diyelim?” sorusu akla gelebilir ama vurgulamaya çalıştığımız husus basitçe bir isimlendirme sorunu değil. Dolayısıyla gazeteciliğin istismar edilmesine ve gazetecilerin emeğinin sömürülmesine isim bulmak da bizim görevimiz değil.