Yusuf KANLI
Oldukça uzun bir dönemdir Türkiye dış politikasının temel davranış şekillerinden birisi haline geldiği gibi göreve yeniden üçüncü kez seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyi...
Yusuf KANLI
Oldukça uzun bir dönemdir Türkiye dış politikasının temel davranış şekillerinden birisi haline geldiği gibi göreve yeniden üçüncü kez seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk dış ziyaretini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapması eğer orada fırsat yaratıp yeni dönem Kıbrıs politikasının köşe taşlarını sergilemese “sıradan” olarak değerlendirilebilirdik.
Ziyaretin kendisi bizlere göre sıradan olsa da konjonktürel açıdan elbette ciddi bir mesajdı. İsveç’in NATO üyeliği onayı talebiyle Ankara üzerinde yoğunlaşan gerek Amerikan, NATO ve Avrupa Birliği baskıları herkesin bildiği konular. Diğer yandan görevde üçüncü dönemine başlarken bizzat Erdoğan’ın dediği gibi Avrupa Birliği sürecinin canlanması gibi bir hedefi varsa, Türkiye’nin atması gereken adımlar can acıtabilir.
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri açısından Kıbrıs Rum Yönetimi olsa da hitap tarzımı dünya öyle görmediği gibi, ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi ve onunla doğrudan ilgili olmasa da, önümüzdeki dönemde Kıbrıs ile ilgili adımlar atılması, bir şekilde görüşme sürecinin “şeklen” de olsa canlandırılması, en azından AB sürecine can öpücüğü verecek kadar bir hareket yaratılması Türkiye’nin yeni dönem hedefleri arasında gibi bir algı oluşmuştu Erdoğan’ın kendinden görevi devraldığı tören konuşmasında.
Ancak, Erdoğan tabiri caiz ise dünyaya ve siyasi analiz yapanlara ters köşe yaparak önemli bir gol attı ilk resmi ziyaretini KKTC’ye yaparak. Arzu etseydi, zaten günübirlik ziyaretini Lefkoşa-Bakü yapacağına, Bakü-Lefkoşa olarak da yapabilir, önce bir millet iki devlet olmakla övünmenin yanı sıra son dönemde çok daha ileri safhaya taşınan iki ülke liderleri dostluğunu, ekonomik, askeri ve her alanda işbirliğini vurgulayan bir gezi olabilirdi.
Ama Erdoğan ilk yurt dışı gezisini oluşam geleneğe uygun şekilde KKTC’ye yaptı. Ayrıca, sıradan, retorikle süslenmiş bir konuşma yerine, her kelimesi özenle seçilmiş bir politika belgesi açıkladı Türkiye cumhurbaşkanı mevkidaşı Ersin Tatar ile birlikte basına yaptığı açıklamada.
MESAJIN ANA HATLARI
• Kıbrıs’ta iki halk, iki ayrı yönetim, iki devlet vardır.
• Kıbrıs Türk halkı adanın asli unsurlarından birisidir; asla azınlık olmamıştır, olmayacaktır.
• Kıbrıs adasında egemenlik iki halkın ortak tasarrufundadır; Rumların tek egemen olma gayretleri hayaldir.
• Yarım asırdan fazla sürdürülen görüşme sürecinde çözüm Rum tarafının uzlaşmaz ve maksimalist talepleri nedeniyle gerçekleşemedi. Bu sebeple 50 sene daha kaybetmeye tahammülümüz yoktur.
• Kıbrıs Türk Halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün teyidi olmazsa olmazımızdır. Müzakereler ancak KKTC’nin tanınmasından sonra başlayabilir.
• Kıbrıs adasının tümünde Kıbrıs Türk halkı eşit ortaktır. Türkiye ve KKTC’nin hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı için ortaya koyduğu öneriler masadadır.
• Ada ve bölgedeki dengeleri bozmak için silahlananlar, bunun risklerini de hesaplamalıdır.
MANİFESTO
Bu mesajların tümü, ya da manifestonun elbette ki çok önemli olduğu kadar önümüzdeki dönemde hem Türkiye-AB ilişkileri hem de Kıbrıs görüşme sürecine yansımaları olacak hususlar taşımaktadır.
Bazı arkadaşlar AB ile ilişkiler yeniden ısıtılırken Türkiye el yükseltti, zamanı gelince ödün olarak verebileceği bazı konularda elini iyice sertleştirdi gibi yorumlar yaptılar.
Görüşme stratejilerinde böyle el güçlendirme çalışmaları yapılması Türkiye haricisine ait bir konu değildir. Bütün dış politika geleneği olan ülkelerde böyle taktikler adımlar atılabilir, çok da atılmıştır. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin giderek sertleşmesinin AB sürecinde taviz vermek için el yükseltme amaçlı olduğunu söylemek en azından ciddiyetten yoksundur, Türkiye siyasetinde yükselen milliyetçi dalgayı görmemek, anlamamak anlamlarına gelmektedir.
EKONOMİK DESTEK PAKETİ
Türkiye çok ciddi bir ekonomik ve finansal darboğazın içerisindedir. Elbette yüksek potansiyele sahiptir ve bu durum da kısa sürede olmasa da orta vadede aşılacak, Türk ekonomisi tekrar yükselme dönemine girecektir. Ancak bugün boğazına kadar sıkıntı içerisindeyken Türkiye ekonomisi, Erdoğan sadece siyasi mesajla yetinmedi, Kıbrıs Türk halkına Kıbrıs’a ne kadar önem verildiğini ispatlarcasına hemen Gazimağusa’da Maraş’ın yanıbaşında, Derinya bölgesinde 1192 konut, yani neredeyse orta boy bir kasaba, inşa edileceğini söyledi. Ayrıca, nasıl Anadolu’dan getirilen su ile içme suyu sorunu ortadan kaldırılmış ise, gerekli yatırımlar tamamlanıp, su tünelleri bitirilip, Mesarya ovasında sulu tarım imkanı bir an önce sağlanacağına söz verdi. Dahası, kısa sürede uzun zamandır tartışılan ve adadaki elektrik sıkıntısını sona erdirecek deniz altından çift yönlü elektrik hattı inşa edilerek KKTC Türkiye enterkonnekte sistemine dahil olacaktır.
Erdoğan’ın vaatleri arasında toplamı 62 km tutan 5 ayrı yol yapılması, ihtiyacı artık karşılayamayan (neredeyse her yıl birkaç kez sel altında kalan) Nalbantoğlu Devlet Hastahanesi yanısıra 500 yataklı yeni devlet hastahanesi inşa edilmesi de vardı. Belki de en önemli vaat artık yılan hikayesine dönen Ercan Havalimanı projesinin 20 Temmuz’a kadar tamamlanacağını ve kendisinin de açılışa katılacağını söylemesiydi.
Tabii ki imzalanan protokol çerçevesinde sürdürülmekte olan konular arasında bu söylenenlerin bir kısmı. Ama Erdoğan ekonomik ve mali yardımın da devam edeceğinin ve bu konuların Kıbrıs ile ilgili konularla da yetkilendirdiği yardımcısının yakın zamanda adayı ziyaretinde kesinleşeceğini belirtti.
BU MESAJIN ANLAMI NE?
Birçok politikasıyla kesin şekilde farklı düşündüğüm Erdoğan’ın dönemindeki Türkiye’nin Kıbrıs politikası kimse kusura bakmasın Annan planı dönemindeki savrulmasını geride bırakmış, gerçekçi ve doğru bir çizgiye gelmiştir. Giderek edilgen bir yaklaşımdan etken bir yapılanmaya dönüşmektedir. Dahası klasik Türk dış politikasındaki Anadolu savunması açısından Kıbrıs’ın önemi fikri tekrar ön plana çıkmış, sadece Kıbrıs Türk halkı değil, Türkiye halkının tümünün güvenliği ve esenliği için Kıbrıs büyük önem kazanmıştır.
Erdoğan bu gerçeğin altını vurgulamaktaydı mesajında. Konjektürel sorunlar bahane edilerek Kıbrıs’ta kalıcı zaafiyetlere imza atılabilmesinin mümkün olmadığını deklere etmekteydi Erdoğan. Tabii anlayana.
FEDERASYON ÖLDÜ, GÖMÜLDÜ
Artık anlamak lazım. Kıbrıs’ta federal çözüm Rum tarafının adayı, toprağı, egemenliği paylaşmak istememesi sebebiyle bir türlü gerçekleşemedi. Parametreler değişmeden, aynı görüşleri tekrarlayarak onyıllar daha görüşülse de çözüm imkansız. O halde eğer çözüm isteniyor ise adadaki tarafları eşitlemek şart. Birisi devlet, diğeri ondan hak talep eden toplum olarak görüldüğü sürece çözüm olmayacaktır. Çözüm basittir. İki devlet bir raya gelir ve nasıl işleyen bir beraberlik yapabileceklerini görüşür. İsterseniz buna konfederasyon dersiniz, isterseniz bağımsız devletler birliği, ya da başka bir şey. Ancak temeli adadaki iki egemen halkın egemen devletlerinin varlığı olacaktır.
İki egemen devlet bir araya gelir ve beraberlikte anlaşamazlarsa ne olacak? Vizyon sahibi liderler adadaki her iki devlette de ortaya çıkıp, ortaklığın iki halkın çıkarına olduğunu görene kadar herkes kedi ayrı yolunda bağımsız devletler olarak devam edecek, o kadar. Ancak, bu çaba başarısız olsa bile beraber iş yapabilen iki devlet ortaya çıkacaktır bu süreçte. Kısaca, iki devletli çözüm çabası başarısız olsa bile büyük bir başarı olacaktır.