Yeni hükümet sistemi ile getirilen yüzde 50+1 oy alma şartına dair iktidar içerisinde bir süredir devam eden tartışmalar aşikar… 14 Nisan tarihinde bu köşede de “Yüzde 50+1’den vazgeçilir mi?” diye sormuş ve bir çalışma olduğunu dillendirmiştik.
Kıvanç El
Seçimler geldi, geçti ve derken Cumhurbaşkanı Erdoğan da beklenen açıklamayı yaptı ve sistemin değişmesinden yana tavır koydu. Erdoğan, Almanya ziyareti dönüşü gazetecilerin sorusu üzerine “Mevcutta 50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil” sözleri ile tartışmayı başlattı.
Erdoğan ve kurmayları geçmişte bu sistemi eleştirenlere “millet düşmanı”, “darbeci”ye varacak kadar ağır suçlamalar yapmıştı. Özellikle Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, bu sistemden tek bir geri adım atılmayacağına sık sık vurgu yapan açıklamaları arşivde duruyor.
Erdoğan son 3 yıl içerisinde, “Yüzde 50’yi düşürme planımız, niyetimi ve düşüncemiz yok”, “Biz bir şeyi kayda geçtiğimiz zaman o iş bitmiştir”, “Yüzde 50 seçilme yeterliliği yeni sistemin adeta omurgasıdır”, “Bir daha hiç kimsenin millete zulüm etmemesi için bu oranı korumanın gereğine inanıyoruz”, “Farklı tasarruflarda bulunmanın gayretine girenler çok yanlış yolda”, “Yüzde 50+1; gayet bilinçli ve vazgeçilmez bir kriter”, “bu tartışmayı bir daha açmamak üzere kapatıyoruz” gibi oldukça net ve tartışmaya kapalı ifadelerle bu sistemin değişmeyeceğini savunmuştu.
Peki ne oldu da bu sistemden vazgeçmeyi Erdoğan gündemine aldı?
Farklı yorumlar farklı senaryolar var. Ancak bazı başlıklar net.
AK Parti ve Erdoğan’ın önceliği her zaman “seçim kazanmak” üzerine kurulu. Yani seçimlerin kazanılması için bir değişiklik yapılması gerekiyorsa bundan endişe edilmeden kamuoyunda tartışmaya açılıyor.
Bir süredir Erdoğan’ın “koalisyonların” önünü kesmeyi istediği biliniyor. Bunun için de özellikle seçimlerin tamamlanması beklendi. Eğer Erdoğan yüzde 55 ile seçilseydi bu tartışma zaten hiç açılmayacaktı…
Kurmaylarına göre Erdoğan, küçük partilerle seçimlerde iş birliği yapmayı “vesayet” olarak yorumluyor. Bu nedenle de sistemin değiştirilmesini istiyor. Büyük küçük partilerin birlikte adımlar atarak “demokratik çerçevede” yönetmeleri yerine “tek başıma yönetirim, başkasına gerek yok” anlayışı oluştuğu bir gerçek. Gücünü paylaşmak istemeyen Erdoğan, MHP ile de geleceğe dair plan yapmak istemiyor. Her ne kadar MHP ile birçok alanda ortak düşünse, ortak çalışsa da, erkini paylaşmak istemiyor. Ayrıca parti içerisindeki rahatsızlıkları da görmemesi mümkün değil.
Ak Parti’nin sistemin değiştirilebilmesi için elinde güçlü bir de argüman oluştu. 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a giden süreçte yaşananlardan rahatsızlık dillendirilecek. Her ne kadar Erdoğan “altılı masa”yı yüzde 50+”1’in değiştirilmesinde örnek gösterse de kendi kurduğu “altılı masa”dan (AK Parti, MHP, HÜDAPAR, BBP, YRP, DSP) da rahatsız olduğu açık. Ve başka partilerle gerçekleştirdiği “koalisyon”u önündeki en büyük vesayet/engel olarak görmekte…
Bir diğer konu da bu tartışma ile “yeni anayasa” gündemi hep taze ve hep sıcak tutuluyor. Türkiye’nin içinden geçtiği zor ekonomik koşullarda, ekonomi konuşulmadan yeni anayasa tartışmaları yaşanması, sistem revizyon polemiklerine girilmesi her daim AK Parti’yepsikolojik üstünlük sağlayacaktır. Çünkü Ak Parti burada her ne kadar sistemi kendisi bozsa da “kendisinin düzelteceği” ve ayrıca “değişimin tarafındaki parti” algısını kuvvetlendirecektir. Tam da seçimlere giderken bunu yapmayı başarırsa ve muhalefet de eğer bunu kabullenirse gündemi yine Ak Parti ve Erdoğan belirleyecek; “değişim” ve “revizyon” tartışmaları içerisinde seçime gidilecektir. Buradan kimin karlı çıkacağı çok açık…
Ekonomiden gündem ne kadar uzak tutulursa; o derece iktidarın gündem yaratma ve gündemde söylemini kuvvetlendirme gücünün ön plana çıkacağı bir gerçek.
Yerel seçimlere yaklaşıldıkça yeni “revizyon” gündemli “radikal” çıkışlar mümkün.